Kapak

 Sosyal medya müdavimi oldum ama bir sorun bakalım neden oldum?

Benim çağımda olan birçokları gibi bilgisayar;  ismen ve resmen varlığından haberdar olduğumuz, evin içine girdiği zamanlar da dâhil olmak üzere; masa üstünde duran bir biblodan farklı  muameleye tabi tutmadığımız bir yenilik olarak girdi hayatımıza… Ne terimlerinin anlamını bilirdik, ne de elimiz klavye tuşlarında gezinmeye ve fare  tutmaya yatkındı…

Çocukların o zamanlar birkaç oyun oynamasına ve bizim tarafımızdan seçilen faydalı  disket ve CD’leri seyretmesine, eşimin ise mesleki gereklilikten ötürü birkaç dosya yüklediği bazen de  üzerinde yazı yazmasına yarayan ve ikide bir bozulmasından ötürü masadaki kurumlu halinin karizmasını çizdirip;  arabanın arka koltuğuna çocukların yanında süklüm püklüm kurulup 5. eleman olarak tamirlere gidip getirdiğimiz; olmasa daha iyi  olur; eh işte oldu bir kere kabilinden çemkirdiğimiz;  çekicilik katsayısı; bir radyo, bir gazete, bir kitap,  bir televizyona göre oldukça düşük  bir alet…

Meslek hayatımda bilgisayar hiç kullanmadım. Kurşun kalemle içinde soru bankası ve konu özetleri olan geniş hacimli bir kitap yazmış olmama rağmen 🙂 Fakat  hazırladığımız testlerin ve deneme sınavlarının yazılması ve tashihi için o zamanlar dizgi servisi görevlisine direktifler vermek ve  bölüm başkanlığının getirdiği sorumlulukla yanlışsız çıkışı sağlamak için bilgisayar karşısında oturmuşluğumuz  çok oldu…

Gel zaman git zaman; bilgisayar;  mesleki hayatı kolaylaştıran bir fonksiyonu icra eden teknolojik yenilik algısıyla hayatımızda yavaş yavaş yer almaya başladı ancak bu kez de ben meslekten ayrıldığım için yollarımız yine kesişmedi… Evin işlerini zihnimde saymak ve tabana kuvvet koşturmakla eş değer bir ev hayatının içinde değil bilgileri saymak var olan bilgilerimizi bile başımızdan savar hale geldik. Bu yüzden aynı evde yabani yabani baktık birbirimize uzun süre…

Hayatınızdan giden şeylerin yerini yenisinin doldurması  gecikmez hâlbuki. Bilgiyi almak ve paylaşmak noktasındaki aç gözlülüğünüz ister istemez yeni mecralara sürükler sizi  ve insan düştüğü yerden kalkar…

Ben kendimi hep bir tahtanın önünde; bildiklerini paylaşmanın zevkinden başı dönen bir öğretmen olarak gördüm… Anlatmaktı işim, dişimin kestiği yazıları görünce de şevkle okumak ve bunları sohbet çevrelerinde  etrafımda paylaşmak… Yazı sihirli bir işti ve benim  bu mahfilde ne yazayım diye en küçük bir hevesim ve ne de böyle bir istidadım olup olmadığından haberim vardı… Amma velâkin  böyle söylenip dururken birdenbire   yazı yazma serencamının içinde bulduk kendimizi.

Yazı yazmak benim için çok yeni;  fakat neylersiniz ki alışkanlıklarımız eski idi… Ve eski alışkanlıkları bırakıp yeniye adaptasyon bizim çağımızda olanlar için;  hiç de öyle kolay bir şey değildi… Yazı yazmak demek;  yazılacak konuyu zihninde tasarlamak, kurguyu yapmak;  “haydi Bismillah” deyip yazmaya koyulmanız ve basımına kadar zor ve sancılı bir sürecin mengenesinde birkaç gün esir olmak demektir… Hele bir de yazma aşaması var ki tam evlere şenlik; konunuzla ilgili  materyallerden sayılan kitap, dergi ve bol miktarda müsvette kâğıt ile masa birkaç gün boyunca işgal edilir… Yazı son halini alana kadar; ifade hataları veya bize göre en güzel cümleyi bulma arayışından ötürü  devamlı üstü kırmızı ile çizilir; öyle ki görünen manzara yazı çalışması değil de sanki karayolları haritasının çocuk tarafından karalanmış haline dönüşür… En nihayet tebyiz edilen son birkaç sayfaya ulaşılırdı… Hâsılatın sonundaki manzaraysa pek iç açıcı sayılmazdı ama   masanın üstündeki tepeciğin daha esaslısı  müsveddelerin yığınağından oluşmuş hali ile masanın altında arz-ı endam ederdi…

Bundan sonra ise ya elden ya da bir vasıtaya atlayıp gazeteye gitmek dergi servisi çalışanlarına yazıyı teslim etmek gerekirdi… Bizden günah gitmişti artık; yazıyı bilgisayara geçirecek olan sıvasın kollarını!

Ben yazı işinden vazgeçsem de; yazı işleri ve dergi yöneticileri yazı istemekten vazgeçmeyince bu işin ehvenini bulmaktan başka çıkar yol kalmadı… Ve zaten internet kullanımının yaygınlık kazanması da bu anlattığım süreçle eş zamanlı olunca kendimizi bilgisayar başında bulmamız bir oldu.

Bilgisayar ve internet kullanımının bir furya gibi toplumun tüm kesimlerinde benimsenmesinde ise sosyal medyanın bir devrim etkisi yaptığını söylemek herhalde malumu ilam olacaktır…

Sosyal medya  sessiz, girişken, sosyal, asosyal gibi her mizaçtan ve her meslekten insanın çeşitli nedenlerden ötürü çekimser kalma gerekçelerinin üstünü çizdirerek;  gönüllü ve meraklı müntesibi yaparak bu direnişi kırmakta gecikmedi…

Her yenilik eskinin var olan dinamiklerine bir tehdit olarak algılanır. Sosyal medya kullanımı  beraberinde mahremiyet ihlali, yüz yüze iletişim imkânlarını kısıtlayıp sanal dünyanın cazibesine kapılmanın getirdiği yalnızlaşma, zaman israfı, önemli bir işe odaklanamama ve hatta bağımlılık gibi bir takım riskleri taşımaya devam eden özellik ve handikaplarına rağmen bugün için hayatımızın bazıları için belki çok önemli değil ama bizim için  kesinlikle vazgeçilmez unsurlarından biri oldu. Aslında menfi anlam yüklediğiniz her riskli durumu bu konuda müspete kanalize etmenin mümkünatının  da yine bu ağlarda iletişim halinde olanların tercih ve inisiyatifine bağlı bir durum olduğu aşikâr bir şeydir… Kullanıcılar bilirler;  siz mahremiyet ihlaline izin vermezseniz mahremiyet ihlali olmaz… Mahrem meseleleri ulu orta saçıp dökmek, magazin sanatçılarına nispet yaparcasına en çekici fotoğrafları atmak, paylaşılmayan yemeklerin görselini paylaşıp gıpta nazarlarını tahrik etmek, bebek çocuk resimleri paylaşıp olmayanın içini kanatmak, evde çocuğuna cevap vermekten acizken burada on kişiye canımlı cicimli temalarla laf yetiştirmek, namahrem insanlarla siyasi veya gündemle alakalı polemikleri muhabbet kıvamında sürdürmek… Bunları biz yapmak istemiyoruz da sosyal medya denilen cisimsiz mahlûk başımıza vura vura yaptırıyor değil. Buraları geçelim;

Sosyal medya aslında bir etkileşim ve bir farkındalık arenası. Bir paylaşımla dünyanız aydınlanır, bir arkadaşınızın hizmet  örneği sizin için hüsn-ü misal olur… Birinin acısına, diğerinin dua isteğine öbürünün sevincine ortak olursunuz… İyiliğe davet eden, kötüden sakındıran, tefekkür deryasına daldıran gafletten uyandıran paylaşımlar serisinden hissedar olmakla  ruhunuz tazelenir… Sosyal medya seçici olmak hakkını tanır size… Sizin seçtikleriniz arkadaşınız, beğendiğiniz sayfalar takip ettiklerinizdir… Abur cubur ne varsa zihninize doldurmak istemediğiniz şeyler seçtiğiniz arkadaş profillerinden ötürü düşmez sayfanıza… Yıllardır görmediğiniz arkadaşlarınızla yeniden iletişim kurma imkânını  bulur, gidemediğiniz akrabalarınızın halinden haberdar olursunuz. Hatta iddia ediyorum günlük okumakla mükellef olduğunuz  Risaleyi bile birkaç arkadaşınızın paylaşımı üzerinden okuma imkânı bulursunuz… Kitap okumaya;  iki satır okumaya vaktiim yook diye sızlanmanın hükümsüz olduğu yerdir burası. Ve” iki günü eşit olan bizden değildir”  ikazından pratik korunma yeri… İsterseniz kekin, pastanın bile en alasını burada öğrenerek yapabilir, en güzel sofraları siz kurabilirsiniz!

Benim için sosyal medya ve internet kullanımı böyle bir şey… Fakat hususen yazarlığımın hammaddesini sunan ve yazı husule geldikten sonra da geri dönüşümlerle;  dua ve tebriklerle mükâfatını ve semeresini aldığım samimi bir ortam… Hayatım boyunca doğallıktan şaşmayan fıtratım; talibi olmadan bahşedilen yazarlık istidadının gelişmesinde bana fıtri bir mecra menfez  olarak kabullenmekte gecikmedi bu gelişmeyi… Facebook üzerinden spontane yaptığım yorumlar anında beğeniler ve yorumlarla beslenince “evet bu konu yazılıp genişletilmeli fikrini verip yolumu açtı  her seferinde… Yoğunlaşmak ve istikrarlı bir şekilde devam etmek aynı zamanda da fikirlerim beni bağlar özerkliğinde bir mecra arayışı; blog açma merhalesini getirdi ardından… Blog yazarlığı her ne kadar kişisel- ben-  öğeli yazıların öncelikli ve ağırlıklı olduğu bir hususiyet taşısa da sosyal medya takipçilerimin desteği orada da devam etti…

Bugün; “sosyal medya adamı yazar eder mi”  sorusuna benim bu mahfildeki serencamım iyi bir misal teşkil eder sanırım… Sosyal medyanın sanal ortamının  insanı yalnızlaştırmasından bahsediliyor doğrudur belki… Fakat benim gibi meslek hayatından sonra evde olan bir insanı;  fabrika ayarlarına döndüren, bana eskiden bir sınıfta öğrencilerimle yeni bir şey paylaşmanın taze neşesini ve enerjisini yükleyen;  tanıdığım tanımadığım ama kesinlikle samimi birçok dostu kazandırmakla güzel yönünü gösterdi… Aslında hızla geçen zaman içinde ulaşılamayan birçok şeye anında ulaşmak vesilesidir iletişim ağlarına takılmak ve bir gençlik aşısıdır sosyal medya. Gençlerin hizmet için şevkle canla başla organize oldukları bir ortamda gençleşiyor, dinamizm kazanıyorsunuz… Burada geçen zaman eğer sonunda hak için bir hizmete vesile oluyor ve onun altyapısını hazırlıyorsa neden vakit kaybı olsun ve hoşça vakit geçirmek bu zamanda madem bu zemin üzerinden gerçekleşiyor, manevi destekleri olduğunu bildiğim bunca insan için arada bir facebook sayfalarında hasbihal etmeye neden vakit ayrılmasın. Okur- yazar buluşmasının arkadaşça- kardeşçe mesafesiz- duvarsız gerçekleştiği  böylesi bir vasatı bulmuşum da neden geri tepeyim!

(Twitter’da işler biraz daha farklı cereyan ettiği için orasının daha resmi ve sadece fikri paylaşımlara münhasıran kullanılan bir yer ve  bizim için daha resmi ve mesafeli bir zemin olduğunu kaydedelim…)

Sosyal medya  aslında bir cihetiyle iktisadi açıdan malikiyet ve serbestîlik devri olan insanlığın 5. evresinin tekâmülüne de farkında olmadan bir işlevsellik katıyor. Hanımların çalışmasıyla ilgili hala birçok çekincenin mahzurun alt alta sıralandığı bir vasatta;  evden dünyaya açılma ve ev ekonomisine gelir getirme, kimsenin boyunduruğu altına girmeden geçim vasıtası bulma amaçlarına da hizmet ediyor… Bugün bloggerlik de dâhil olmak üzere sosyal ağlar üzerinden;  dikiş nakış ve diğer el becerilerini- sanatını pazarlama imkânı bulan;  müşterisini kendisine yalvarttıran onlarca hanım tanıyorum… Ya da çalışan birçok hanımın misafir ağırlamasında imdat eden bir diğer evden çalışan ve sosyal medya üzerinden kendisine ulaşılan hanımların varlığını memnuniyetle gözlemliyorum… Psikolojik ve pedagojik birikimini bir ofis odasında sınırlamayıp her gün birkaç cümle ile paylaşıp; tanımadığı  birkaç insanın yarasına merhem olan; “tam da bu haldeydim ne iyi geldi bu bakış açısıyla bakmak hadiselere” dedirten altın kalpli;  şefkat yüklü hanımların himmetini saygı ve minnetle takip ediyorum. Hayat yardımlaşmadır kaidesinin güzel bir tecellisi değil mi sizce?

Sosyal medya  eğer siz hizmet etmek isterseniz hizmet ettirir, dost isterseniz dost olur, düşman çoğaltmak isterseniz amansızını verir, hak yolunda kullanırsanız  bu yolda yalnız olmadığınızı görüp cesaretinizi artırır,  siz alıcısı olmak isteyin yeter; bencillik yerine duyarlılığı, tembellik yerine gayreti, yeknesaklık yerine cevvaliyeti artırır.  Samimi olup olmadığınız veya  gerçekte ne olup ne olmadığınızı da turnusol gibi gösterir… Fakat en güzeli;  sizi kurşun kalemden tepe tepe yığınaklı müsvedde kâğıtlardan kurtardığı gibi;  Hanedan-i Al-i Osman gibi bir kitabın yazarı da yaptırır… Daha ne yapsın!

 

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*