Nurdan Sayfalar

Müsâvâtsız adâlet, adâlet değil…

 

Adalet-i mahzâ ile adalet-i izafiyenin izahı şu­dur ki “Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insan­ları öldürmüş gibidir.” ayetin mânâ-ı işarîsiyle, bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir.

Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için cüz’ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenüşşer diye bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fakat adalet-i mahzâ kabil-i tatbik ise, ada­let-i izafiyeye gidilmez. Gidilse zulümdür.

(Bediüzzaman Said Nursî/ Mektubat)

Adâlet-i mahza-i Kur’âniye; bir mâsumun hayâtını ve kanını, hattâ umum beşer için de olsa, heder etmez. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adâlette de birdir. Hodgâmlık ile, öyle insan olur ki; ihtirasına mâni her şeyi hattâ elinden gelirse dünyâyı harap ve nev’-i beşeri mahvetmek ister.

(Bediüzzaman Said Nursî/ Hutbe-i Şamiye)

Adalet-i mahzâyı ifade eden “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” Ayetinin sırrına göre, bir mü’minde bulunan câni bir sıfat yüzünden, sair mâsum sıfatlarını mahkûm etmek hükmünde olan adâvet ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm olduğunu; ve bahusus bir mü’minin fena bir sıfatından darılıp, küsüp, o mü’minin akrabasına adâvetini teşmil etmek, “Muhakkak ki insan çok za­limdir.” ayeti sîga-i mübalâğa ile gayet azîm bir zu­lüm ettiğini, hakikat ve şeriat ve hikmet-i İslâmiye sana ihtar ettiği hâlde, nasıl kendini haklı bulursun, “Benim hakkım var” dersin?

(Bediüzzaman Said Nursî/ Mektubat)

Hiç mümkün müdür ki, böyle en küçük bir mah­lûkun, en küçük bir hâcâtının imdadına koşan bir adâlet ve hikmet, insan gibi en büyük bir mahlûkun bekà gibi en büyük bir hâcetini mühmel bıraksın, en büyük istimdâdını ve en büyük suâlini cevapsız bı­raksın; Rubûbiyetin haşmetini, ibâdının hukukunu muhâfaza etmekle, muhâfaza etmesin? Halbuki, şu fânî dünyada kısa bir hayat geçiren insan, öyle bir adâletin hakikatine mazhar olamaz ve olamıyor. Belki bir mahkeme-i kübrâya bırakılıyor. Zîrâ, haki­ki adâlet ister ki, şu küçücük insan, şu küçüklüğü nisbetinde değil, belki cinâyetinin büyüklüğü, ma­hiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin azameti nisbe­tinde mükâfat ve mücâzât görsün. Mâdem, şu fânî, geçici dünya, ebed için halk olunan insan hususun­da öyle bir adâlet ve hikmete mazhariyetten çok uzaktır; elbette, Âdil olan o Zât-ı Celîl-i Zülcemâlin ve Hakîm olan o Zât-ı Cemîl-i Zülcelâlin dâimî bir Cehennemi ve ebedî bir Cenneti bulunacaktır.

(Bediüzzaman Said Nursî/ Sözler)

Evet, ben neseben ve hayatça avam tabakasın­danım. Ve meşreben ve fikren, müsavat-ı hukuk mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İs­lâmiyet’ten gelen sırr-ı adaletle, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdat ve tahakkümlerine kar­şı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onun için, bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde, zu­lüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aley­hindeyim.

(Bediüzzaman Said Nursî/ Lem’alar)

İçtimâî heyette düsturları istersen: Müsâvâtsız adâlet, önce adâlet değil.

(Bediüzzaman Said Nursî/ Sözler)

Üç Aylar

Bu şuhûr-u selâse çok kıymettardır; leyle-i Kadrin sırrıyla seksen sene bir ömrü kazandıracak bir vakit­te, en iyi, en efdal şeylerle meşgul olmak lâzım ge­liyor. İnşaallah, Kur’ân’a ait mesâille iştigal, bir nevi mânevî mütefekkirane Kur’ân okumak hükmünde­dir. Hem ibadet, hem ilim, hem marifet, hem tefek­kür, hem kıraat-i Kur’ân mânâları risalelerin istinsah ve mütalâalarında vardır itikadındayız.

(Bediüzzaman Said Nursî/ Barla Lâhikası)

Şuhur-u selasenin çok sevaplı ibadet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silahla değil, diplo­matlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle, gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i nuriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risale-i Nur’un hizmeti zararına bir atalet, bir fütur ve tevakkuf başlar.

Aziz kardeşlerim, siz kat i biliniz ki, Risale-i Nur ve şakirtlerinin meşgul oldukları vazife, ru-yi zemindeki bütün muazzam mesailden daha bü­yüktür. Onun için, dünyevi merak aver meselele­re bakıp, vazife-i bakiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyvenin Dördüncü Meselesini çok defa okuyunuz; kuvve-i maneviyeniz kırılmasın.

(Bediüzzaman Said Nursî/ Emirdağ Lâhikası)

Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Re­ceb-i Şerifte yüzden geçer, Şâban-ı Muazzamda üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çı­kar ve Cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadirde otuz bine çıkar. Bu pek çok uhrevî faydaları kazan­dıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i imana temin eden şuhûr-u selâseyi böyle bire on kâr veren medrese-i Yusufiyede geçirmek, elbette büyük bir kârdır. Ne kadar zahmet çekilse ayn-ı rahmettir.

(Bediüzzaman Said Nursî/ Şuâlar)

Lügatçe:

Adalet-i mahza: Adaletin tam haki­kisi, tam adalet. Tam adâlet; “ferdin hukuku hiçbir şey için fedâ edilemez” görüşünde olan adalet anlayışı.

Adalet-i izafiye: Göreceli adalet; toplumun selâmeti için birey huku­kunun feda edilmesini öngören ada­let. Küll’ün selâmeti için, cüz’ü feda eden adalet usulüdür.

Hodgâm: Kendi keyfini düşünen, bencil.

Müsâvât: Denklik, beraberlik. Aynı haklara sahip olmak.

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*