Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin İkinci Dünya Savaşı öncesi, 1934’de kaleme aldığı “İktisad Risalesi” okumaktan her zaman büyük keyif aldığımız eserlerden biridir. İktisat, kanaat, bereket, şükür, nimete ihtiram, rahmet-i İlahiyeye hürmet, perhiz, izzet, iştiha-i hakiki, iştiha-i kazibe, rahmet-i İlahiyenin matbahları, kuvve-i zaikanın mizancıkları, nimet-i İlahiyenin envaını tartmak ve tanımak, nasdan istiğna, ikram, hüs-ü maişet, ilm-i tıb ve şifa, zekat gibi pek çok kavramı dünyamıza yeniden yeniye taşıyan ve tefekkür dünyamızı nurlandıran hakikatlerle doludur.
“İktisad Risalesi” düsturları, anahtar kelimeleriyle iktisad kavramı üzerine bu zamana kadar yapılmış ve bundan sonra yapılacak olan istikametli tüm “arzî” analiz-sentezleri ihtiva eden bir harita gibidir. Bu haritanın pusulası da “Yiyiniz içiniz israf etmeyiniz” ayetidir.
Yaşanmış bir iktisat hikâyesi
Dergi için yazı hazırlamaya çalışırken “Şefkat Kahramanları” kitabımdaki “Benim annem bir iktisatçıydı” diyen ak saçlı ağabeyimizin hatırası canlandı zihnimde. Bediüzzaman Hazretlerinin Afyon Emirdağ hanım Nur Talebelerinden Firdevs Söker’in hayatına ışık tutan hatıraların satır aralarında yaşanmış iktisat derslerini okuyacaksınız:
Saff-ı evvellerden hanım bir Nur Talebesi Risale-i Nur’dan aldığı iktisad dersini hayatına nasıl yansıtmıştı? Aile içinde kendisine Rabbimizin ve Peygamberimizin (asm) yüklediği “hazinedarlık” vazifesini nasıl yapmıştı? Ülkenin darboğazda olduğu İkinci Dünya Savaşı yıllarında aile yaşantısını nasıl düzenlemişti? Eşinin Risale-i Nur hizmetinden dolayı hapishanede olduğu sıkıntılı günlerde ailesini nasıl idare etmişti?
Afyon şefkat kahramanlarından: Firdevs Söker
Oğlu İsmail Söker anlatıyor:
Babam nalbanttı. Sabahın karanlığından akşamın karanlığına çalışırdı. Üstada at verdi, diye Afyon Cezaevinde kaldı. Babamı ziyarete hapishaneye gittiğimde bana Üstadın kaldığı dökük odayı işaret etti, mahkûmlardan Kasap Tahir ile tanıştırdı. Zincirlenmiş tehlikeli bir mahkûmdu. Ama Risale-i Nurları öğrenince tamamen değişmişti. Babam Afyon Hapishanesine ilk geldiklerinde Üstadın kapıdan girmeden önce geri dönerek beraberindekilere “Burası suçsuzlar için Medrese-i Yusufiyedir!” dediğini anlatmıştı. Gerçekten hapishane medrese oldu. Babam orada 62 gün kaldı. Çoğu beraat etti zaten.
Babam evde hapishane hatıralarını anlatırdı: Mahkemede hâkim “Bu at senin mi?” diyerek, atın fotoğrafını gösterir. “Evet, benim!” cevabını alınca “Atı neden verdin?” diye sorar. Üstad Hazretlerini göstererek “Zat-ı Muhteremi çok severim Hâkim Bey” der. Hâkim “Kanunlara muhalefet ettin!” dediğinde “Ben bir şey yapmadım Hâkim Bey, at muhalefet etmişse onu bilmem!” cevabını verince salonda gülüşmeler olur, hâkim çok hiddetlenir. (Bediüzzaman Hazretleri bu hadiseyi Lem’alar isimli eserinde anlatır.)
Annem “Risale okuyacağım” diye elli yaşından sonra okuma yazma öğrendi. Hiç utanmaz ilkokula giden çocuklarla birlikte çalışır, sorardı. Hanımların sohbetlerini takip ederdi. Babamın ölümünden sonra neredeyse geceleri uyumazdı. Devamlı Risale okur, zikirle meşgul olurdu.
İktisadın kerameti
Geçenlerde arkadaşlarla “Ülkenin ekonomisi nasıl düzelir?” diye konuşurken “Benim annem ekonomistti” deyince çok şaşırdılar. Anlattım annemi, yaptıklarını. Hâlâ “Tekrar anlat şu ekonomist anneni!” diye şakalaşırlar benimle. Bütün komşular gibi bizim de bağımız vardı. Bağ, bahçe, ağaç öyle önemliydi ki her bağın, her ağacın bir adı, bir hatırası vardı. Şimdilerde yazlığa gidildiği gibi biz de Hıdrellez’de bağa gider, bağbozumunda dönerdik Emirdağ’a. İşin durumuna göre Emirdağ’daki evde de kalınır. Pekmez, kabaklı pekmez, kavurma bağda yapılırdı. Güz geldiğinde annem ve ninem iki koyun satın aldırır, onları karpuzla, ekmekle besler büyütürdük. Kışa girerken kestirir, kavurmasını yapardık. O yıllarda kasap yoktu ki! Kışlık et ihtiyacımızı böyle karşılardık. Bağımızda küçük bir fırınımız vardı. Ekmeği, yemeği orada pişirirdik. Kuyuya yiyecekleri sarkıtır, buzdolabı gibi kullanırdık. Yirmi kulaçtan su çeker bostanları sular, sebze yetiştirir, her gün bir sepet de Emirdağ’daki evde kalanlara gönderirdik.
Annem Üstad Hazretlerinin verdiği yoğurt parasını biriktirerek iki kuzu almış, onları çobana vermişti. Onlar çoğaldığında sattı, üzerine biraz da ilâve edip hacca gittik. Böyle iktisatlı, kanaatkârdı…
Hülasa
İşte, bir yanda sıkıntılı savaş ortamı, bir yanda haksız yere Afyon Hapsinde mahkum eş varken “Hazinedarlık ve sadakat” vazifesini başarıyla yapan, “üretkenliği hayat prensibi haline getiren” bir hanımın ibretli hayat hikâyesi…
İKTİSAD RİSALESİ’NDEN BİR EKONOMİ PRENSİBİ:
İktisatsızlık yüzünden müstehlikler (tüketiciler) çoğalır, müstahsiller (üreticiler) azalır. Herkes gözünü hükümet kapısına diker. O vakit hayat-ı içtimaiyenin medarı olan “san’at, ticaret, ziraat” tenakus eder. O millet de tedenni edip sukut eder. Fakir düşer…