Sohbet

Ebediyen yaşlanmayacak çocuklar

3 tane araba arka arkaya henüz geçen hafta yaptığımız seyahat plânı için çıkmıştık yola. Günlerden 17.01.2020 idi. Bir cuma günü zuhur vaktinde… Ve ecel gizli olduğundan  bilmiyorduk birazdan aramızdan ayrılacak olan Eslem’in ebediyen yaşlanmayacak çocuk hükmüne mazhar olacağını… Çok geçmeden elim kaza gerçekleşmişti. Korkunun ve ümidin aynı anda hissedildiği o an olayı yaşayan herkes için ayrı ayrı dersler içeriyordu. Ve olay yerinden hastaneye gitmek için ayrılmıştık.

Varmıştık hastaneye Eslem ayrı biz ayrı. Olaya başından beri birebir şahit olan 6 yaşındaki abla ve sonrasında dâhil olan 3 çocuk ile. Ne büyük bir nimettir ki acı, hüzün, umut ve hayata sarılma heyecanını aynı anda kalbimize sığdıran Halıkımızın varlığını bilmek. “Her şeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde, hakiki bir hüsün ciheti vardır.  Evet, kâinatta her şey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin,

müşevveştir. Fakat o zahiri perde altında parlak güzellikler ve intizamlar var.” Bu satırlar öğretmişti bize her şeyin en güzel surette yaratıldığını. Belki bu hadise bize hüsn-ü bizzat gelmemişti ama neticeleri cihetiyle güzeldir diyebildik birbirimizin sırtını sıvazlarken. Dua etmiştik gözlerimiz yaşlarla. “ Sen bize hikmet perdelerini aç, sabrımızı sabr-ı cemil eyle Allah’ım “ diye.

“Evet, musibetin darbesine karşı şekva suretiyle elbette aciz ve zayıf insan ağlar. Fakat şekva Ona olmalı; Ondan olmamalıdır. Hazret-i Yakup aleyhisselamın “Ben derdimi de, üzüntümü de ancak Allah’a şikâyet ederim” [Yusuf Suresi ] demesi gibi olmalı.”  Öylesine ağlamıştık ki gözlerimizden yaş gelmediği anlar da dahi içe akan yaşlar konuşmuştu gözlerimizde. Çünkü acizdik. Çünkü zayıftık. “ Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir” ayetini okuyup teslim olabilmiştik yaşadığımız hadiselere…

Ve ne büyük bir nimettir ki az evvel minik ellerini öpe koklaya vedalaşan anne babanın bize verdiği bu güç ile ayakta durabilmiştik tabir-i caiz ise. Öylesine metanetli bir hal-i ruhları vardı ki, bir yanları acizliklerinin hüznünde boğuşurken bir yanları o ana kadar edindikleri imana teslim olmuşlardı. Öyle ya Risale-i Nurda okudukları ölüm bahislerinin anbean ism-i Hafiz tecellisi altında Zat-ı Hafiz e şükredebilmişlerdi.

Geceyi orada geçirmek zorunda kalmıştık Eslem’i alıp gitmek için. Eslem’e karşı dar-ı imtihan olan dünyadaki son görevini yapmak için sabırsızlanmıştı babası. İncinmiş yorulmuş bedeni ile ayakta durmakta zorluk çekiyordu. Dilinden sürekli zikir halinde Allah kelimesi dökülüyordu. Düşüncelere dalıyor gözlerinden yaşlar geliyordu. Her anı ayrı bir değerliydi yaşanılanların.

“ ‘Herkes gibi ben dahi muhakkak gireceğim’ diye mezarıma hayalen girdim. Ve kabirde yalnız, kimsesiz, karanlık, soğuk, dar bir haps-i münfereritte, bir tecrid-i mutlak içinde tevahhuş ve meyusiyetten tedehhüş ederken birden Münker ve Nekir taifesinden iki mübarek arkadaş geldiler. Benimle münazaraya başladılar. Kalbim ve kabrim genişlediler, nurlandırlar, hararetlendiler. Âlem-i ervaha pencereler açıldı. Ben de, şimdi hayalen ve istikbalde hakikaten göreceğim o vaziyete bütün canımla sevindim ve şükrettim.“ İşte aynen onlarda hayalen mazi ve istikbale gidip gidip geldiler. Ama bu okudukları satırlar onlara ab-ı hayat olabilmişti.

Vakti zamanında babasının ellerine ellerini kitleyerek çıktığı yokuşun sonunda Hafız Ali abiyi ziyaret ettiği anlarda nerden bilebilirlerdi ki bu hususa hakkalyakin muhatap olacaklarını. Hafız Ali abi için Üstat demişti ya “ kabre cesedini bırakıp melekler gibi yıldızlara âlem-i ervahta seyahate gitti ve tam vazifesini yapıp terhisle istiharede çekildi “ diye işte Eslem’in bedeni de bir elbise hükmünde kalıp “ … o zikemalin meyvelerini, neticelerini, manevi

hüviyetlerini ve manasını, ruhlu ise ruhuna ibka ediyor”  hakikati ile kemalliklerini devam ettiriyordu.

Hafız Halid Efendinin evladının vefatına müteessir olan üstat gibi bizler de hepimiz derin bir hüzün içerisinde idik. “ Fakat hüküm Allah’ındır dedi “ Mü’min Suresinde Hz. Allah.  On yedinci Mektupta ince ince ifade edilen hakikatleri kesik kesik hafızlarına getirmeye çalıştılar acılarından imanları ile nefes almaya çalışarak. “ ebediyen yaşlanmayacak olan çocuklar “  sırrına mazhar olmuş evlatlarıyla Efendimizin (asm) sünnetine muhatap olmanın şükrünü yaşıyorlardı içlerini yakıp kavuran acıya direnerek. Her gözyaşlarında korktular isyan etmekten. Ne güzel de anlatmıştı On yedinci mektup bir evladın gidişini…

“ Mü’minlerin kablelbüluğ vefat eden evlatları, Cennette ebedi, sevimli, Cennete layık bir surette, daimi çocuk kalacaklarını ve Cennete giden peder ve validelerinin kucaklarında ebedi medar-ı sürurları olacaklarını ve çocuk sevmek ve evlat okşamak gibi en latif bir zevki, ebeveynine temine medar olacaklarını ve her bir lezzetli şeyin cennette bulunduğunu…”

Ferahlık veriyordu kalplerine tekrar kavuşma ümidi. Ayrıca “ şu veled masumdur; onun Halıkı dahi Rahim ve Kerimdir. Benim nakıs terbiye ve şefkatime bedel, gayet kâmil olan inayet ve rahmetine aldı. Dünyanın elemli, musibetli, meşakkatli zindanından çıkartıp Cennetül Firdevs’ine gönderdi. O çocuğa ne mutlu!” Diyerek evlatları için mesut olabilmişlerdi.

Şu ana kadar merhamet ile ilgili kavramları düşünüyorlardı yaşanan hadisenin içerisinde “Halık-ı Rahim muhteza-yı hikmet olarak evlatlarını ellerinden alması ile hakiki hisse sahibine karşı meyusane hüzün ve feryat etmek ehl-i imana yakışmaz“ diyerek Halık-ı Rahimin şefkatine sığınabilmişlerdi her gözyaşlarında. “Eğer dünya ebedi olsaydı, insan içinde ebedi kalsaydı ve firak ebedi olsaydı, elimane teessürat ve meyusane teelümatın bir manası olurdu. Fakat madem dünya bir misafirhanedir; vefat eden çocuklar nereye gitmişse, siz de  biz de oraya gideceğiz. Ve hem bu vefat ona mahsus değil, umumi bir caddedir. Hem madem müfarakat dahi ebedi değil; ileride hem berzahta, hem Cennette görüşülecektir.

“Hüküm Allah’ındır demeli. O verdi o aldı. Elhamdülillah ala külli hal deyip sabırla şükretmeli“  diyerek teselli bulabilmişlerdi her kelimesinde. Maziye bakıp kendilerini harap etmekten yahut istikbale bakıp derin müteessir olmaktan  hicap edip sabır kuvvetini hazır zaman harcamak için var güçleri ile birbirlerine destek oldular. Esbapların sukut ettiği o anlarda şeytandan gelen evhamlardan yönlerini dönerek yüzlerini ahirete çevirebilmişlerdi.   Eslem’in mübarek  hicretine, dünyadan cennete hicret etmesine, sabr-ı cemil ile sabretmeye çalıştılar.

“Yine bir vakit hayatım çok ağır şeraitle sarsıldı, nazar-ı dikkatimi ömre ve hayata çevirdi. Gördüm: Ömrüm koşarak gidiyor; ahire yaklaşmış hayatım dahi tazyikat altında sönmeye yüz tutmuş. Hâlbuki Hayy ismine dair risalede izah edilen hayatın mühim vazifeleri ve büyük meziyetleri ve kıymettar faideleri, böyle çabuk sönmeye değil, belki pek uzun yaşamaya layıktır diye müteellimane düşündüm.”  Eslem için kısacak biçilen ömrünün Hayy ismine aykırı olduğunu fısıldıyordu nefs-i emmareleri. “Yine üstadım olan Allah bize yeter o ne güzel vekildir. Ayeti müracaat ettim. Dedi ‘Sana hayatı veren Zat-ı Hayy-ı Kayyuma gör hayata bak ‘ Ben de baktım, gördüm ki hayatımın bana bakması bir ise, Zat-ı Hayy ve  Muhyiye bakması yüzdür. Bana ait neticesi bir ise, Halıkıma ait bindir. O cihet uzun zaman, belki zaman istemez bir an yaşaması yeter.” Satırları onlara nokta-i istimdad oldu.

Diyebilmişlerdi; dünyada 4 yıl 2 ay nasibi varmış evladımızın. Bu kısacak ömr-ü hayatında belki binlerce anında hakiki sahibinin ism-i Celillerine ayine oldu. Ne mübarek hakikatler cılız bedeninde hayat buldu. Her zihayat gibi o da bir resmigeçit töreninde görevini layıkıyla yerine getirip dünya yolculuğu elim bir kaza ile sonlandırıldı. Giderken bizlere ne de büyük hakikatleri hatırlatıp da öyle gitti. Bize sabr-ı cemil düşer. İmanla itikatla dünya yolculuğumuza devam  edip yönümüzü ahirete döndürerek kulluğumuzu yerine getirmek düşer dediler ve öylece yaşadılar. Bu cümleleri dillerinden dökülmesine izin veren Allah’a şükrederek…

Yunus misali;

Bir dem gelir şâdân olur

Bir dem gelir giryân olur

Satırlarında sırat-ı müstakimde sabit kalmayı düstur edebildiler.

 

Yazan: Fatma Gürçay

One Comment

  1. Nevruz Fakıoğlu

    Fatmacığım yazını çok beğendim okurken tüylerim ürperdi hatta anneme okudum duygulandı herzamanki gibi sen anlatırkende dinliyordum yazın da süper olmuş Allah kolaylık versin seni tebrik ediyorum 👏👍

Nevruz Fakıoğlu için bir yanıt yazın Cancel

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*