Diyanetin son günlerde rastladığım bir haberinde; sosyal ağların dedikodu ve gıybet gibi toplum refahını bozan şeylerin sektörü olması dile getirilmiş.
Daha önceki bir yazımda “hapishaneleri medrese yapan Üstadın talebelerine sosyal medyayı medrese yapmak çok da zor olmasa gerek” demiştim.
Bu ay da bu işin aslında ne kadar da pamuk ipliğine bağlı hassas bir iş olduğundan bahsetmek istiyorum.
Bugün, toplumdaki pek çok sorunun temelinde gıybet yatıyor. Aile sorunları, iş ortamlarındaki anlaşmazlıklar, arkadaşlıkların ve ortaklıkların bozulması genellikle gıybetin ve onun türevlerinin neticesi. Yüz yüze konuşarak sorunları çözmek yerine arkadan konuşarak meseleyi daha da büyütüyoruz.
Sosyal medya insan hayatının giderek merkezine oturmaya çalışırken, kullanan insanların ego tatminini, hormonal davranışların kontrolsüzlüğünü, bildiği doğrulara bağlı kalmadan pervasızca hareket etmesini kolaylaştırdı. Bu ortamda karşıdakiyle iletişime geçen insanlar, birbirlerinin yüz ifadelerine şahit olmuyorlar. Bu kişinin hata yapmasını kolaylaştıran, içindeki nefsanî söylemlerin dışa vuruşunu sağlayan en önemli etken bence.
Bu mecra ne yazık ki, “bir tarafın aleyhinde bir şeyler yazayım ki diğer tarafın sempatisini kazanayım” diyenlerle dolu. “Hey bakın bana ben hakkın hatırını alî tutuyorum” diyenlerin ilk başvurdukları belli bir kişinin veya grubun arkasından konuşmak olunca, gıybet belamız fırsat buluyor bu mecrada. Risale-i Nur’daki tanımıyla gıybet odur ki, gıybet edilen adam hazır olsaydı ve işitseydi, kerahet edip darılacaktı. Aynı bahsin başka bir yerindeki cümle çok daha çarpıcı; “İzzet-i nefis sahibi, gıybet gibi pis bir silaha tenezzül edip istimal etmez.”
Buradan iktibasla, kişinin daha en başında kendisine duyduğu saygısızlığı değil midir gıybet? Eleştirdiğin fikrin ya da kişinin veya bir grubun, olumsuz bir özelliğini o hepimizin hatırına gelen ortamlarda çirkin bir üslupla dile getirmek aleniyete çıkarmak isteyen kişiye “kişi ayinesiyle görür.” demezler mi? Oraya yazdıklarımızın kaç kişi tarafından okunduğunu bilmiyoruz. Onca insanın da o olumsuz eleştiriye tanık olmasının vebalini kim taşıyacak peki? Ya da kendimizden düşünelim? Yapılan o gıybet haramının yüzlerce, binlerce insan tarafından şahit olunmasına ne demeli?
Hem inanın çözüme ulaştıracak iş değil şu gıybet. Konuştuğumuz yanımızda kalıyor hem de işlediğimiz haram olarak. Gıybeti yapılan kişi bihaber bu olanlardan.
Niyet, nefsi karıştırmadan sadece gıybet edilen kişideki hatayı göstermekse, o hatanın düzeltilmesi, hata edenin kalbini kırmadan yapılırsa Allah’ın rızası kazanılır.
Mü’min çözüm odaklıdır. Onu çözüme ulaştıracak yolları seçer diğerlerine tenezzül etmez. Karşıdaki ne kadar zalim olursa olsun, onun zulmünü arkasından konuşarak yaymaya çalışmaz, her zaman ve her yerde olduğu gibi esma talimindedir onun aklı. Acaba şimdi hangi isim der ve seyreder, düşünür, akleder, fikreder… Tıpkı emredilen gibi. Kılavuzum dediği Kur’ân-ı Kerim’e, elinden gelen bütün sadakatiyle…
“Allah’a ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da sussun” diye bir tavsiye var. Kâinatın en değerlisi tarafından verilmiş bir tavsiye. Her yerde hayrı söylemek gerek, hayır söyleyemiyorsak susmak gerek. Tavsiye edenin yüceliğine dayanarak söylüyorum. Attığımız her tweette, her retweette ya da her paylaşımda diyelim, içimiz rahat ise, hayrı nefsin menhus isteklerinden arındırarak söyleyebildiğimize inanıyorsak, sosyal medya bizim için bir sanal medrese olmaya başlamış demektir.
Fakat sırf birilerinin sempatisi için veya nefsanî arzularının esiri olup etrafa öfke saçmak, kırmak, dökmek, rencide etmek için ise paylaşılanlar, Allah bizi şeytanın, ahir zamanda da süfyan ordusunun en büyük silahı olan enaniyeti okşamakla, onu ele geçirmek fitnesinden muhafaza etsin. Ve şunu da belirtmeliyiz ki; eğer yaptığımız hareketler, söylediğimiz sözler nefsimizin hoşuna gidiyorsa çok da doğru yapmış sayılmayız. Nefsin daima kötülüğü emrettiğini de Üstadımızdan öğrendik çünkü biz.
Süfyan’a Deccal’e karşı durmakla övünürken süfyanın deccalin en büyük oyunu olan enaniyeti okşayarak kötüye sürükleme fitnesine kanmaktan Allah bizi muhafaza etsin.
Sonuç olarak;
Sosyal ağların hepsi kaygan bir zemin. Küfür ordusunun atlarını istediği gibi koşturabildiği ortamda, tutunulan hakikatleri kaydırmak an meselesi. Kaygan zeminde yürümemek hatta koşmaya çalışmamak en mantıklısı. Ama illaki yürümemiz, o kaygan zeminde olmamız gerekiyorsa da Allah tutunduğumuz değerlerimizden taviz verdirmeyi bize nasip etmesin ve o kaygan zeminde kalabilmek için ara ara istemeden de olsa ettiğimiz o hürmetsizliği, o nazenin hakikatler hürmetine bağışlasın. Amin