Bugün, yine her zaman geçtiğim yoldan geçiyordum. Okuldaki dersler bitmiş, günün verdiği yorgunluğu da yanıma almış, otobüs duraklarına doğru ilerken, güneş öyle sıcak gülümsüyor, bulutlar öyle berrak, ağaçların üzerindeki yapraklar öyle ahenkli dans ediyor ve şu masum kedicik öyle tatlı gülümsüyordu ki. Az önce bir amca hapşırmıştı yoldan geçerken, sesini de pek kontrol edemeyince, kedi korkudan sıçrayıvermişti, ne yapsın? O anda göz göze de gelince, bir gülümseme aldı bizi karşılıklı. Üstadımdan aldığım dersle biliyordum, bir yandan da ya Rahim, ya Rahim diyordu. Karşılıklı zikrettik bir süre…
Öyle intizamlıydı ki ortalık, öyle uyumluydu ki her mahlûk; bir iki dakika köşedeki banka oturup izlemeden edemedim işte. İzlerken izlerken, dalıp gidivermişim bambaşka diyarlara. İstedim ki, siz de eşlik edin bana.
Ne dersiniz? İyi midir hayâl gücünüz? Hayâl etmeyi sever misiniz? Kapatın öyleyse gözlerinizi. Yanınıza iktisat gözlüğünüzü de almayı unutmayın. Gözlüğünüzü de aldıysanız, başlayabiliriz. Şimdi iktisat gözlüğüyle bakalım kâinata.
Bu güzel bahar gününde, bir deniz kenarına geldik bile. İçinde milyonlarca balık var ve havada uçuşuyor martılar. Hava her zamanki kadar güzel ve apaçık. Ağaçlar çiçek açmış. Ne renk isterseniz var. Bir yanda yeşil ve mavi buluşuyorken, diğer yanda 7 renk bir arada. Ne bir hırs görebilirsiniz bu ahengin içinde, ne de bir cidal. Hayat teavün ile devam ediyor, tabii üstadımız Bediüzzaman’ın dediği gibi; “Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor.” Yani, beşerin bulaşık eli karışmamış bu intizamlı diyara. Kâinat; iktisat, temizlik ve israfsızlık temelleri üzerinde ne de güzel yansıtıyor değil mi ism-i Kuddüs’ü?
Şu üzerinde oturduğumuz toprağa bir bakın, ne kadar da temiz. Kökleriyle toprağa tutunmuş şu ağaçlar, ne kadar da kanaatkâr. Hiçbir hırs göstermiyorlar rızık için. Böylece, Cenab-ı Hakk ayaklarına getiriyor rızkı. Yağmurla içiriyor sularını. Sonbaharda düşen yapraklar ne de güzel takılmış tekrar dalların üzerine. Ölen bir hayvanı yiyivermiş akbaba, yerdeki karıncalar da artıkları toparlamış, sonra sinekler hücum etmiş kalanlara ve çürükçüller, bakteriler derken ölen hayvan yeniden gıda olmuş ağaçlara. İşte böyle bir nizam. İster ekolojik döngü, ister ekosistem koyun adını, bu bizzat israfsızlık üzere konulan Allah’ın kanunu…
Ve deniz, kıyıya vurmuş balıklar. Milyonlarcası doğuyor dakikalar içinde ancak hiçbir yığılma yok. Martılar nasıl da yakalıyor kıyıya vurmuş olanları.
Ve bitkiler yoluyla karbondioksitten arındırılmış olan bu berrak hava… Rüzgârın ev sahibi… Rüzgârla süpürülüyor kâinat ve hemen arkasından gelen yağmur yatıştırıyor ortalığı. Sonra, güneş çıkıveriyor bulutların arasından ve cilalıyor gökyüzünü. Müthiş bir temaşagâh oluyor ortalık. Hadis-i şerifte; “İktisat eden zenginleşir, israf eden fakirleşir” dediği gibi iktisat eden kâinat zenginleşiyor.
Ve birden fırtına başlıyor, toz duman oluyor ortalık, yağmurun başlamasıyla yüzüme düşen damla çıkarıveriyor hayal âleminden beni. Bir bakıyorum ki çoktan ıslanmış üstüm başım. Elimde bir çikolata görüyorum. Hâlbuki hiç de aç değildi karnım. Canım istemişti almıştım işte. Oysa Peygamberimiz (asm), “Canının çektiği ve arzu ettiğin her şeyi yemen, şüphesiz israftır”, buyuruyordu. Ve bir utançla kaldırıyorum başımı, çer çöp almış götürmüş ortalığı. O muhteşem nizama hiç de ayak uyduramamış insanoğlu. Unutmuş, En’am Suresi’ndeki uyarıyı; “Çünkü O, israf edenleri sevmez!”. Biz Yaradanı çok seviyorduk, öyle değil mi, O’nun sevgisini kaybetmeyi nasıl olur da isteyebiliriz ki? Öyleyse, bizim vazifemiz, fıtrî olanı yapmak; bu muhteşem nizama ayak uydurmak değil mi? Allah hepimize yarattığı düzene en fıtri haliyle eşlik edebilmeyi ve O’nu sevdiğimiz ölçüde israftan uzak durabilmeyi nasip etsin. Âmin