“Sanki birileri bizim zihin kodlarımızla oynuyor” sözlerini dillendiriyorum bir süredir. Birileri gerçeklerin çok uzağında, çoğu zaman İslâmiyet’le bağdaşmayan düşünceler, ameller ve hükümlerle şekillendiriyor zihin kodlarımızı. Ne kadar okursak okuyalım; İslâmiyet’in namaz-oruç-zekât üçgenine hapsedildiği bir hayat tarzı oluşmuş. Bu yüzden okuduklarımıza göre yaşamayınca, yaşadıklarımıza göre yorumlamaya başlıyoruz hakikatleri. Birdenbire konuya bu cümlelerle başlayınca yazıya garip garip baktığınızı hissettim. Hemen açmaya çalışacağım demek istediklerimi…
Meselâ Bediüzzaman, Tesettür Risalesi’nde birkaç paragraf hariç bahsin sonuna kadar evlilik, eşler arası ilişki ve kadının kocasının güvenini temin etme noktası üzerinde ısrarla durur. Nedendir bilinmez, ama biz bu risaleyi yüz kere de okumuş olsak, bin kere de okumuş olsak bizim tesettür algımız başörtüsünden öteye gidemiyor ne yazık ki! Eğer Bediüzzaman yukarıda bahsettiğimiz noktaları Tesettür Risalesi’nde ele alıyorsa bu demek oluyor ki bizim algımızda bir sorun var.
Ya da İktisat Risalesi… İktisat deyince birçoğumuzun aklına az harcama, az eşya alma gibi daha yüzeysel manâlar gelir. Enteresandır ama Kur’ân’ın iktisat emri “yeme-içme” üzerinedir. Yine aynı şekilde Bediüzzaman İktisat Risalesi’nde önce yeme-içme kısmındaki hassas ölçüler üzerinde durur. Ve biz bu risaleyi yüz kere de okusak, bin kere de okusak zihnimizdeki iktisat algısı bir türlü değişmez. Biraz komik gelebilir, ama galiba biz bu risaleyi okuyunca Üstadın “Baklava yemeyin” dediğini düşünüyoruz.
Örnekleri çoğaltabiliriz ancak bizim konumuz İktisat Risalesi ekseninde devam edeceği için bu ayrı bir yazı konusu olarak aklımızda kalsın. Bediüzzaman’ın verdiği meşhur baklava ve peynir-yumurta örneğini bilmeyenimiz yoktur. Bu misalde bir kıyaslama yaparak, peynir ve yumurtanın “mugaddi” oluşundan bahseder Üstad. Ben bu bahiste “mugaddi” kelimesini kilit nokta olarak düşünüyorum. Baklavanın leziz, peynir-yumurtanın “mugaddi” yani “besleyici”, yani “vücuda faydalı” olduğunu, devamında bizim leziz olanı değil, “mugaddi” olanı tercih etmemizin gerekliliğini anlatır. Ve o çok hoş “kapıcıya bahşiş” örneğini verir. Modern dildeki karşılığı “damak zevki”. Günümüzde haram-helâl-şüpheli kısmına dahi çok dikkat edilmezken, Üstad helâlin içinde de bir sınır çizer “mugaddi” kelimesiyle. Baklava haram mıdır? Değildir. Ancak vücuda faydası da yoktur, hatta şeker oranının yüksekliğinden ötürü zararı vardır. Sadece baklavanın tadı güzeldir, damağa hitap eder. Bunun daha açık anlamı, bir yiyeceği “Vücuda faydalıysa tercih et, damak zevkine uyduğu için değil” der müellif. İşin bu kısmının ne denli zor olduğunu bildiğinden bir sayfa boyunca aklı ikna etmeye çalışır. Çünkü bu bir hayat tarzıdır, sadece yeme-içme diyebileceğimiz bir mesele değil…
Bir düşünelim şimdi, yeme-içme kültürümüzün temeli neye dayanıyor? Yazının devamını okumak için lütfen tıklayın…