1. Şefkat, rahmet, ref’et, atıf, hannan, merhamet etmek manalarına gelip; Allah’ın zişuur mahlûkatına yerleştirdiği en önemli bir haslettir. Terimsel olarak çocuk bilimi manasına gelen pedagoji ise, henüz bozulmamış İslâm ahlakı üzerine dünyaya gönderilen çocukların fıtratlarını bozmadan nasıl yetiştirilmesi gerektiğini öğreten bilim dalıdır.
2. Çocuk külfeti de beraberinde getiren, bizlere sunulmuş en güzel bir lütuftur. Her çocuk Ehad olan Zat-ı Zülcelalin, kendine mahsus bir kişilikte yarattığı özel biridir.
3. Çocuk eğitiminin anne rahminden başladığını ifade eden uzmanlar; bebekte gelişen güven ya da güvensizliğin onun iç dünyasına yerleştiğini ve bu dönemde sahip olduğu duyguların gelecekte karakterine yansıdığını belirtirler.
4. Rahmet-i Rabbaniye’nin en hürmetli, en halâvetli, en latif ve en şirin bir cilvesi olan şefkat-i valide, hakaik-i kâinat içinde en muhterem, en mükerrem bir hakikattir. Ve valide en kerim, en rahim, öyle fedakâr bir dosttur ki, o şefkat saikasıyla, bir valide bütün dünyasını ve hayatını ve rahatını, veledi için feda eder. Bu fıtrî vazifesi, yani annelik şefkati onu çok makbul olan hakiki ihlâsa muvaffak eder.
5. “İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi onun validesidir” diyen Bediüzzaman Said Nursi bu hakikati: “Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.” şeklinde ifade etmiştir.
6. Şefkatin su-i istimal edilmesi büyük mesuliyeti beraberinde getirir. Bediüzzaman bu hakikati şu şekilde açıklamaktadır: “Şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. ‘Oğlum paşa olsun’ diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, “Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?” diye şekvâ edecek. Dünyada da, terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder.”
7. Çocukluklara iman hakikatleri küçük yaşta verilmelidir. Çünkü bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor olur, yabani düşer.
8. Çocukluğunda kuvvetli bir iman dersi almayan çocuğun, ileride ruhunda meydana gelecek psikolojik sıkıntıları aşmak çok zordur. İşte bu sebeptendir ki Anadolu topraklarında pedagoji oldukça yaygın olduğu halde psikoloji bilimi çok kabul görmemiştir. Özellikle de Osmanlı’da mürebbi (pedagog) ve mürebbiyeler (bayan pedagog) her aileye çocuklarını yetiştirmede destek olmuştur.
9. Henüz küçük bir çocukken ateşte yanan kelebeklere üzülüp şefkat eden Bediüzzaman aynı şefkat hissiyle gençlik yıllarından itibaren de ehl-i imanın manevi yangınlarda yanmaması için çabalamış. Dünya ve ahiret hayatını bu hakikate feda etmiştir.
10. Her meselede olduğu gibi pedagojide de kaderin hissesi vardır. Ebeveynler kendine düşen vazifeyi yaptıktan sonra kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle teberri edip Allah’a acz ile sığınmalı. Aczi ve kendilerine şefaatçi yapmalıdırlar.