Saçları örgülü küçük kız… Bir dağın yamacında. Ellerini yumup çenesine dayamış. Gözleri biraz mahzun. Bir noktaya odaklanmış bakmakta. Kırmızı çiçek desenli eteğini rüzgâr savuruyor. Minik ayaklarında ise ne çorap var, ne de ayakkabı. Toprak rengine dönen ayaklarının üşüdüğünün farkında bile değil. Bir ara gözlerini etrafına çevirir. Arkadaşlarını görür yakınında. Kimi tek başına kimi yan yana oturmuşlar onun gibi dağın yamacına. Hepsinin baktıkları nokta aynı, ayakları ise yalın…
Bir gıcırtı duyulur ne zaman sonra. Aheste ve kâinatla adeta bütünleşmiş. Zikredercesine dönen tekerlekler çiçekleri ezmeden, tüm nebatata selam vererek ilerlemektedir. Çünkü tekerleklerin taşıdığı faytonun kıymetli misafiri de böyle yürür ki; şimdi tahta tekerlekler bu vazifeyi görür.
Bu aheste gıcırtı dağın yamacına doğru gelince mahzun gözler açılır, kulaklar dikkat kesilir. Küçük kız yerinden fırlar. Ellerini gözüne siper yapıp kulaklarının duyduğuna gözlerini de şahit etmek ister. Ve ardından bir sevinç çığlığı… “Bediüzzaman dede!”
Yamaçtan aşağı bir koşuşturma başlar. Gözleri sevinç dolu, ayakları ise yalındır tüm çocukların. Onlar da çiçeklere basmadan koşarlar, dikenli çalıların ayaklarına batmasına aldırmadan.
Saçları örgülü küçük kız en öndedir. Kırmızı çiçekli eteğini rüzgâr savurur. Dilinden ise yine aynı söz duyulur. “Bediüzzaman dede…”
Tüm arkadaşları tasdik edercesine tekrarlarlar ardından “Bediüzzaman dede…”
“Bir müddet evvel, Emirdağ’ında, bindiği faytonun geçtiğini görüp daha uzaklardan dikenlere basarak, ‘Bediüzzaman dede, Bediüzzaman dede!’ diye Emirdağ köylerinin yollarında koşuşan masum çocuklar münasebetiyle Üstadımızdan sormuştuk. O zaman, ‘Bu masumların akılları derk etmiyor, fakat ruhları bir hiss-i kable’i-vukù ile hissediyor ki, Risale-i Nur’la bunlar hem îmanlarını kurtaracak, hem vatanlarını, hem kendilerini, hem istikballerini dehşetli tehlikelerden muhafaza edecekleri için, bu hakîkati kalbleri hissetmiş ve benim Risale-i Nur’un tercümanı olmam hasebiyle, Risale-i Nur’a ait muhabbet, teşekkürat ve minnettarlığı bana gösteriyorlar’ dedi ve onlara dua ettiğini söyledi.”
Üstad Bediüzzaman, çocukları pek sever, böyle etrafında toplandıklarında, “Masum olduğunuz için dualarınız makbuldür, bana dua ediniz” diye onlara iltifat ederdi.
Fıtrat yalan söylemez. Çocuk fıtratı ise bozulmadığından hakikati haykırır. Zorluklar nevinden olan dikenlere aldırmadan, yalın ayak da olsa koşar imân hakikatlerinin menbaına.
Dünya ahiret saadetinin menbaı, imân hakikatleri karşımızda. Dikenlerse yolumuzda.
Var mısınız çocukça o menbaya birlikte koşmaya?
Ve ardından masumca birbirimize ve Bediüzzaman’a dualar yollamaya?