Asıl adı Abdurrahman olan Celâleddin-i Süyutî İslâm âlimlerinin en büyüklerindendir. Celâleddin lakabı kendisine babası tarafından verilir. 1445 yılında Mısır’ın Esyut şehrinde doğdu. Süyutî lâkabı doğduğu şehirden dolayıdır.
Celaleddin-i Süyutî, genç yaşta çok sayıda eser okumuştur. Tefsir, hadîs, fıkıh, nahv, meani, beyan, bedi, lügat gibi birçok dalda ihtisas sahibi oldu. Arap dilinde en fazla eser kaleme alan müellif olarak tanınır. Az bilinen yönlerinden biri de tarihçiliğidir. Başta Hüsnü’l-Muhâdere fi Ahbâri Mısr ve’l-Kâhire, Târîhü’l-Hulefâ (halifelerin biyografilerinin olduğu İslâm tarihi kitabıdır.) olmak üzere kaleme aldığı tarih eserleri, günümüzde de tarihçiler tarafından başvurulan kaynaklardandır.1
Celaleddin-i Süyutî, özellikle hadîs ilminde uzmanlaştı ve bu alanda verdiği fetvalar diğer âlimler tarafından da kabul gördü. Hatta bir eserle ilgili olarak sorulan soruya, kaçıncı sayfa ve satırda olduğunu bilecek ve gösterecek şekilde bir ilme mazhar oldu. İslâmî eserler arasında ehemmiyetini asırlarca korumuş olan Camiü’s-Sağir adlı hadîs külliyatı vardır. Hadîs alanında önemli bir birikime sahip olduktan sonra dersler vermeye başladı. Ömrünün sonuna kadar eser yazmaya karar veren Celaleddin-i Süyutî, bu maksatla Nil Nehri adacıklarından olan Er-Ravza’daki evinde inziva hayatı yaşayarak eserler kaleme aldı. Eserlerine yazacağı hadîsleri ise manâ âleminde Peygamber Efendimizin (asm) tasdikine sunduktan sonra yazdı.
Süyutî ve Bediüzzaman
Süyutî’nin hadîs ilmindeki vukufiyetine ve ehil kişiliğine Risale-i Nur’da işaret edilmektedir. Bediüzzaman, 19. Mektup Mu’cizat- ı Ahmedîye Risalesi’nde hadîslerin nasıl bir süzgeçten geçtiğini, İslâm âlimlerinin ne kadar hassas davrandıklarını asırlar boyunca bu alanda yapılan titiz çalışmayı şöyle anlatmaktadır: “ Ehl-i keşfin tasdikiyle; yetmiş defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselam temessül edip, yakaza halinde onun sohbetiyle müşerref olan Celaleddin-i Süyuti gibi allâmeler ve muhakkikler, ehadîs-i sahihanın elmaslarını sair sözlerden ve mevzuattan tefrik ettiler. İşte bahsedeceğimiz hâdiseler, mucizeler böyle elden ele -kuvvetli, emin, müteaddid ve çok belki hadsiz ellerden- sağlam olarak bize gelmiş.”2 ifadelerine yer vermektedir.
Bir başka bahiste, “Nübüvvet derecesi, velayet Sohbet-i Nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zât, senelerle seyr ü sülûke mukabil, hakikatın envârına mazhar olur. Çünkü sohbette insibağ ve in’ikas vardır. Malûmdur ki: İn’ikas ve tebaiyetle, o Nur-u A’zam-ı Nübüvvetle beraber en azîm bir mertebeye çıkabilir. Nasıl ki, bir sultanın hizmetkârı ve onun tebaiyetiyle öyle bir mevkiye çıkar ki, bir şah çıkamaz. İşte şu sırdandır ki, en büyük veliler sahabe derecesine çıkamıyorlar. Hattâ Celaleddin-i Süyutî gibi, uyanık iken çok defa sohbet-i Nebeviyeye mazhar olan veliler, Resul-i Ekrem (asm) ile yakazaten görüşseler ve şu âlemde sohbetine müşerref olsalar, yine sahabeye yetişemiyorlar. Çünkü Sahabelerin sohbeti, Nübüvvet- i Ahmediye (asm) nuruyla, yani Nebi olarak onunla sohbet ediyorlar. Evliyalar ise, vefat-ı Nebevîden sonra Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü derecesinden ne kadar yüksek ise, o iki sohbet de o derece tefavüt etmek lâzım gelir.3 demektedir.
Süyuti, halktan istiğna düsturunu kendine rehber etmiş, kimseden bir şey talep etmediği gibi kabul de etmemiştir. Çok büyük geçim sıkıntısı çektiği zamanlarda dahi zengin kütüphanesinden bazı kitapları satma pahasına da olsa hediye kabul etmemiştir. 1505 yılında Mısır’da vefat etmiş, kabri ise Kahire’de, Babü’l-Karafe civarındadır.
Eserleri; Tercümanü’l- Kur’an fi-Tefsirü’l- Müsned, Kitabü’l- Dürre’l-Mansur, Lübabü’l- Nukul fi Ashabü’l-Nüzul, Camiü’s-Sağir, El-Müzhir fi Ulumü’l-Üga.
Kaynakça:
Portreler- Risale-i Nur Enstitüsü
1- turkoloji.cu.edu.tr
2- Mektubat – 19. Mektub
3- Sözler–27. Söz