Çocuk, koltuğun üzerinde oturuyor, tepki vermeden önündeki hediyelere bakıyordu. Etrafındaki kalabalık onun içindeki yalnızlığı derinleştiriyor, onu yalnızlık girdabına daha da itiyordu. Masanın üzerindeki pahalı hediyeler ise onun ayağını kaydıran basamaklar oluyordu.
Annesi süslenmiş, son moda elbiseleri ve takıları ile şıklık yarışında lider konumdaydı. Yüzünde zenginliğin gülümsemesi ile etrafına neşe saçıyordu. Çocuğu için her fırsatı sunduğunu ve onun eksiklerini en iyi şekilde tamamladığını düşünüyordu. Bin bir para ile yaptığı ikramları konuklarına dağıtırken, geçen hafta gittikleri tatili ballandırarak anlatıyordu. Çocuğunu annesine bırakarak gittiği çok güzel tatilini…
Çocuk, sıkıldı ve kalkarak odasına gitti. Odasındaki eşyalar onun içindeki boşluğu derinleştiriyordu. Keşke eski olsalardı, keşke fakir olsalardı. Keşke o da Ahmet gibi bir çikolata ile doğum günü kutlanan bir çocuk olsaydı.
Ahmet, kapıcı dairesindeki yaşıtı olan en yakın arkadaşı idi. Annesi statüsü nedeni ile onu çağırttırmamıştı. Aklına bir fikir geldi. Madem o gelemiyordu, kendisi giderek doğum gününü orada kutlayabilirdi.
Pastadan aldı ve aşağıya indi. Ahmet, onu görünce çok sevindi ve hemen içeriye aldı. Annesi kendi yaptığı taze çilek hoşafından ikram etti. Ne kadar güzeldi. Annesi hazır alıyordu ve onlar hiç güzel olmuyordu. Ama şimdi hiçbir para ile alınmayacak bir meyve suyu içiyordu.
Bu arada yukarıda annesi çocuğunun yokluğunu bile fark etmemişti. Önemli olan çocuğun adında kendisini övmek olan partide, insanlar zenginliklerini konuşurken; aşağıda oyun oynayan bir anne vardı. Sonra onlara kitap okudu iyi kalpli anne; iki adamın yollarının faklılığını bahsetti. Ama sonunda birisi pişman olurken diğeri Padişahın dediklerini yaptığı için mutlu oluyordu. O zaman anladı; onların yolu farklı idi; ama birlikte ilerlerler ise mutlu olabilirdi. Tıpkı şimdi olduğu gibi.
Kitabı dinlerken, içindeki sıkıntının biraz geçtiğini hissetti. Meyve suyunu yudumlarken bir yandan da “Keşke annem de anlasa…” diye dua etti…