Senin varlığını hissettiğimiz andan itibaren bir heyecan sardı içimizi iyiden iyiye. Sen daha şahadet âlemine ayağını basmamışken, bize baki cennetten bakiyâne hediyeler sunmaya başlamıştın bile. Şefkat seninle daha da anılır oldu dünyamızda, seninle anlam kazandı belki de. Meğer ne kadar da muhtaçmışız, hasretmişiz böylesi bir misafire. Şefkat etmek öylesine tatlıymış ki meğer sen gelmeseydin Rabbimizin şefkatinde kaybolmayı hiç bu kadar yürekten arzulayamayacaktık belki de.
Sen; gaflet sarmış yüreklerimizi heyecanla pır pır attırmaya başlatmışken tam da, bir o kadar da endişe ve kaygı yüklü bulutlar çevreledi o toy yüreği. Biçare ahir zaman… Ah ne hallere giriftar oluyor o eşref-i mahlûkat insan! Uçurumlara yuvarlanmaksızın şahikalara ulaşmak ne kadar da zor şimdilerde. Dünya yaratıldıktan, insan ömür denilen sermayeyle, emanet edilen canla, bu âleme gönderildikten ta kıyamete kadar sürecek hâlbuki bu imtihan. Hele de emanet canından bir can ise yedeğindeki. Her şeyini feda etmeye hazır, her fedakârlığa nâzırdır yüreğin. Yemek, içmek, giyinmek şöyle dursun; âhiret yolunda o kıymetli canın cânanını kaybetmemek adına sahiplenirsin o emaneti. O yavru sonsuzluk diyarında, sonsuz mutluluğa giriftâr olsun, olsun da daha ona bir şey olmasın diye dualar ede gelir dilin. Ellerini açtığında semaya ilk sırayı evladın için yaptığın ve yapacağın mânâ yüklü dualar alır. Ebede uğurladığın dualara başrol olur hep o cennet masumu. O cennete lâyık, o kulluğa muvâfık, o ümmet olmaya namzet, o Nur’a müdavim, o ibadete âşık, O Peygamber’e mâşuk… Daha, daha, daha…
Ne varsa kulluktan yana, gelsin evlâdımdan yana. Değil mi şefkâtle bu ana ciğeri yana, Rabbimin şefkâti sarsın seni sonsuza, sonsuzluğa…
Kıpırdarken dudaklarım, ellerim semaya nâmzet, yanıyor ciğerim göğe yükselen yangınlarla. Sen süslersin dualarımı, sen baş tacı olursun mü’minin mü’mine duasında meleklerin ‘bir misli de sana olsun’ diyerek ‘âmin’ ettiği cümlelere. Halbûki şahadet âleminde yoktun henüz daha sen, zemini izhâr etti şefkat yüklü, rahmet yüklü mâ-i nisanlar sana, sırf senin için. Yemyeşil baharların, sonsuz cennetlerin olsun, ahir zamanın bütün çirkefliklerinden uzak kalasın. Nasıl ki cahiliye asrında o Gül’ü (asm) koruyup muhafaza ettin Rabbim, yavrularımı da o Gül’ünü (asm) koruyup gözettiğin gibi koru ahir zamanın tüm fitnelerinden. “Ya Rab! Bize ve Risale-i Nur talebelerine iman-ı ekmel ve hüsn-ü hâtime ver.”1
Gözlerin haramlara karşı kör, kalbinde imanın elinde bir kor, yok ötesi yavrum ahir zaman zor. Deme herkes gibiyim ben de. Zira arkadaşlar, dostlar kaybolur o kara yerde. O’ndan maada her şey ‘hükümsüzdür’, hükmüyle mahkûm. Her şey mâdum, her şey mahzûn. Aç gözlerini yavrum yemyeşil nevbahara. Baksın kalp ayinelerin iman ziyasıyla. Sevme bebeğim imandan bîhaber hiçbir şeyi. Kirlenmesin o tertemiz, bembeyaz tenteneli kundağın. Hep sâfi kal, hep mâsum. Hep yalın, hep O’na yakın. Unutma yavrum geldiğin mekânı.
“Gele gele işte geldik, dünya kapısındayız işitiyoruz âvâz.
Hiçbir şey bilmeyiz, delil ve imamımız Meşîet-i Rahman’dır.
Vekil-i delilimiz, nâzenin gözlerimiz.
Gözlerimizi açtık, dünya içine saldık.
Hatırına gelir mi evvelki gelişimiz?”2
Nerede olursak olalım; Rabbimin izniyle hep beraber olacağız sonsuzluk yurdunda…
“O iman-ı billâhtır ki ziya-i ruhumuz, hem nur-u hayatımız, hem de ruh-u ruhumuz.”3
“Dünya ve âhirette ebedî ve daîmi süruru isteyen, iman dairesindeki terbiye-i Muhammediye’yi (asm) kendine rehber etmek gerektir.”4
Sen hep böyle cennet masumu olarak kal yavrum!
Dipnot: 1,2,3,4: Sözler