Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı, Hipnoterapist/Cinsel Terapist Op. Dr. Ayşe Duman ile doğal doğumdan ziyade doğumun kendisinin doğal ve fıtrî oluşuna dair bir sohbet gerçekleştirdik.
Günümüzde hiçbir şey eskisi gibi değil, maalesef doğumlar da öyle. Özellikle müdahaleli doğumlar çok fazla. Uzman bir isim olarak bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hayatımıza çok fazla müdahale var ve doğum da bundan nasibini alıyor. Bu anlamda doğumdaki müdahalelerin farkındalığını arttırarak, hayatımıza yapılan müdahaleleri de fark etmek ve bunlardan özgürleşmenin kendimize karşı sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum. Hamilelik, doğum ve loğusalık, kadınlık kimliğinin farkındalığını arttıracak bir süreç. Belki bu süreçte hayatımıza ne kadar çok müdahale edildiğini fark etmek adına zihnimizi açmalıyız ve bu anlamda birtakım özgürleşme çalışmaları yapmalıyız. Aslımıza dönmeliyiz diye düşünüyorum. Çünkü aslımıza baktığımızda görüyoruz ki birçok müdahaleye hiç gerek yok. Ama biz özümüzden koptukça, başkalarına bağımlı hale geldikçe, bu sefer onlar tarafından yönetilmeye açık hale geliyoruz, bunun akabinde de tabii ki müdahaleler geliyor.
Ve gittikçe de artıyor öyle değil mi?
Kesinlikle. En basit müdahale, hastaneye geldiniz “doğum başlamış biraz hızlandıralım” veya “doğum başlamamış hadi başlatalım” deyip, dışardan vermiş olduğumuz “oksitosin hormonu”, ağrı-sancı serumu olarak bilinen, çok basit gibi gözüken ama sonuçta fıtrî programa müdahale olan, bütün programın mükemmelliğini bozan bir şey. Ve her bir müdahale de başka müdahalelerin gelme riskini arttırıyor. Onun için gerekmedikçe, gerçekten tıbbi olarak anne ve bebek sağlığı açısından bir zorunluluk olmadıkça, hiçbir müdahaleyi yapmamak lazım. Çok basit gibi gözüken ağrı-sancı serumunu takmak genellikle aceleciliğimizden oluyor. Ama bizim sabrımız, tevekkülümüz, özümüzde var olan programa teslim olma hali, bizi o müdahalelerden koruyacak. Özümüze dönmekten biraz da bunu anlamalıyız. O yaradılış programına teslim olma gayretinde olmalıyız diye düşünüyorum.
Siz olayların fıtrî akışına müdahale etmeme noktasında kelimelerin tesirinden bahsediyorsunuz ve bunu da uyguluyorsunuz. Hadis-i şerifte var “Söz sihirdir “, “Ya hayır söyle ya da sus.”
Yeri gelmişken önce şunu söyleyelim. İnşallah okuyucularımız için de kendi kelimelerini seçmek anlamında bir yol göstericilik olur. Hani o kadar çok müdahaleler var dedik ya, “Söz sihirdir”, “Ya Hayır söyle ya Sus” hadis-i şerifinin ışığında yaklaştığımız zaman görüyoruz, bir anne adayına ya da doğum yolculuğundaki adaya o kadar çok gereksiz cümleler kuruluyor ki, bunların hepsi aslında oradaki zihinsel programa müdahaledir. Diyelim ki kadıncağız geldi, doğumu başlamış. Yanına her giren çıkan “sancı” kelimesini kullanmaya başladığında, bir süre sonra anne adayı bu kasılmaları ağrı olarak algılıyor. Bunun yanında bir anne adayının, kendisine kurduğu cümlelere de dikkat etmesi lazım. Mesela kendi kasılmalarını ağrı, değil de kasılma olarak ifade etmesi lazım. “Doğumdan korkuyorum” yerine, “Hoş, keyifli, teslimiyetle dolu bir doğum yolculuğu yapmaya niyet ediyorum, dua ediyorum” demesi lazım. Burada şunu da fark etmek lazım. Hep dışardan bir şey bekliyoruz.. Çoğu anne adayı dışarıyı suçlar. Belki haklı tamam ama dışarıyı değiştiremiyoruz, ama kendimizi değiştirme şansımız var. Bu süreçte bunu da biraz daha pekiştirmek ve bu farkındalığa erişmek gerekiyor diye düşünüyorum.
Uzman bir psikiyatr niyetin insan psikolojisi üzerindeki etkisinden bahsetti. Bir şeye niyetlendiğinizde beyninizdeki işleyiş değişir, olaylara bakışınız, algılayışınız değişir diyip nörolojik açıdan yorumlar yaptı. Sanırım bu konuda da niyetin etkisi büyük, öyle değil mi?
Zaten bizim tek etki ettiğimiz alan niyet, ondan sonrası zincirleme reaksiyonlar halinde bedende ortaya çıkıyor. Aslında niyet sadece psikolojinin alanı değil, bedenin bütün fiziksel programını, kimyasal reaksiyonlarını, hücresel tepkimeleri de etkileyen bir hadise. Dinimize göre de niyetlerimizden sorumluyuz, sonuçtan sorumlu değilizdir ya. Hangi niyetle yola çıktıysak zaten sonucu yaratacak Cenab-ı Haktır. Bizim sorumluluk alanımız o, onun için müdahale edebildiğimiz tek alana, doğru müdahaleler yapmamız lazım. Yani niyetlerimizi doğru noktada tutmamız lazım ki beden ona göre bir işleyişe, gayrete girsin. Mesela doğum ağrılarından korkuyorum dediğimizde beden gerilir ve gergin bir bedende doğum ağrısı olur. Niyet “doğum ağrıları var ve ben bundan korkuyorum” olduğu zaman sonuç doğumun ağrılı olmasıdır. Ama “doğumu gevşeyerek ve teslimiyetle kedimi bırakarak kabul ediyorum” dediğinizde beden gevşer. O zaman da gevşemiş bir bedende doğum yolculuğu çok daha keyifle yaşanır.
Doğal doğum noktasında çeşitli yöntemler kullanılıyor. Suda doğum gibi farklı teknikler var. Sizlerin de bu noktada çalışmalarınız var. Bunlar hakkında bilgi alabilir miyiz?
Aslında biz zaten bir şey yapmıyoruz, çünkü doğumun zaten kendisi doğal bir hal. Bizim yapmamız gereken sadece bunu fark etmek ve bu sürece saygılı davranmak, sabretmek. Ama bu sabır ve saygıya önce annenin kendisinde başlaması lazım. Anne ne kadar sabırlıysa, ne kadar kendi içine dönebiliyorsa, süreç içindeki ihtiyaçlarını fark ediyor. Bu işin fıtratı zaten bu, biz fıtratı tekrar mı formüle ediyoruz, tekrar mı yapılandırıyoruz? Hayır, var olanı kabul etmek yeterli bizim için. Var olan ne gevşemek ve teslim olmak. Sadece bu bilinçte olmak bile zaten doğumu çok daha keyifli, sükunetli ve huzurlu hale getirecek. Bu anlamda bu farkındalığı oluşturacak çalışmalar çok önemli diye düşünüyorum. Yoksa hani birisi şunu yapıyor, birisi bunu burada daha iyi yapıyor dediğimizde o zaman yine dışa bağımlı oluyoruz. Yani birileri bir şey yapacak, biz iyi olacağız. Hayır biz zaten kendi yaradılışımızda iyiyiz, bunu anlamak lazım. Mesela hastalarım “Doğumda siz olursanız ben çok rahat ederim.” diyor. Ben de diyorum ki “Doğumu ben yaptırmayacağım, doğum zaten senin bedeninin programı ama sen rahatlığını bana bağlama, tut ki olamadım, öldüm, yurtdışında oldum, gelemedim, bir şey oldu o zaman sen huzursuz mu olacaksın?” Bu da ciddi bir sıkıntı. Yani bizim gerçekten her türlü teknikten, her türlü dayatılan şeyden, “Ben yapabilirim” diyip özgürleşmemiz lazım diye düşünüyorum.
Devamı Bizim Aile Aralık sayısında..