Siyer Araştırmaları Vakfı Kurucusu Muhammed Emin Yıldırım ile “kul hakkı” üzerine bir sohbet gerçekleştirdik…
Kul hakkı nedir? Diğer mahlukatın da hukuku var mı?
Müslüman insan, hukuka riayet edendir. Bizim mesul olduğumuz hukuk sadece insanlarla sınırlı değil. Allah hakkı, en başa yazacağımız hukuklardan bir tanesidir. Onunla aramızda farklı bir hukuk var ki, bu hukuku ayetler ve hadisler gösteriyor.Yine aynı şekilde bizim Resulullah (asm) ile ve onun sahabesi ile aramızda bir hukuk var. Bir de insanlar gibi, kainattaki diğer mahlukatla da aramızda bir hukuk var. Yani etrafımızdaki hayvanlara karşı da sorumluluğumuz var. Bunların hepsi ayrı ayrı hadislerde karşılığını buluyor ve Efendimiz (asm) bizlere izah ediyor. Ama kul hakkı dediğimizde genel olarak aklımıza ilk gelen bizim dışımızdaki insanlardır. Çünkü biz Müslüman olsak bile Müslüman olamayanlara karşı da bir hukukumuz var. Dolayısıyla biz kul hakkı dediğimizde, meseleye sadece din çerçevesinde bakmıyoruz.
Ayet ve hadislerde kul hakkı diğer günahlardan farklı tutuluyor değil mi?
Evet. Üzerinde tefekkür edilmesi gereken bir hadis vardır. Resulullah (asm) “Üç çeşit zulüm vardır” diyor ve bunları açıklıyor: “Üç çeşit zulüm vardır ki Allah onu bırakmaz yani onun affı yoktur. Zulüm vardır ki Allah onu mağfiret eder. Zulüm vardır ki Allah onu mağfiret etmez.” Böyle tasnif ettikten sonra Cenab-ı Hak hadisin devamında açıklıyor bunları: “Bağışlanmayan zulüm odur ki Allah’a koşulan şirktir.” Kur’ân’ı Kerim’de de şirk özellikle büyük bir zulüm olarak nitelendirilir. Burada bağışlanmayan zulüm, Allah’a şirk koşulan zulümdür. Zaten Cenab-ı Hak Kur’ân’da açıkça şirkin dışındaki günahların affedileceğini, ama şirkin affedilmeyeceğini söylüyor. Mağfiret edilen zulümler ise kul ile Allah arasındaki zulümlerdir. Kul günahlar işler, Allah engin rahmetiyle bunlara merhamet edebilir. Mağfiret edilmeyen zulümler ise kulların birbirlerine karşı yaptıkları zulümlerdir ve hadisin son cümlesi ise “Allah birinin hakkını ötekinden alır.” dır. Defterlerin açılacağı hesapların görüleceği o günde, Allah isterse kul ile kendi arasındaki haklara mağfiret edebilir. Ama diyelim ki o kul başka birinin hakkı ile Allah’ın huzuruna gitti. O gün defterler açıldığı zaman Cenab-ı Hak onun mağfiretine karışmıyor. Ne yapıyor? Hakları olan iki kulu karşı karşıya getiriyor. Artık o insan orada hakkından vazgeçer ya da vazgeçmez. Belki Cenab-ı Hak başka bir şey vaad eder, o kul da o mânâda hakkından feragat eder o ayrı bir şey. Ama şunu anlıyoruz ki o kul başkasının hakkı ile orada bulunduğunda Allah mağfiret etmeyecektir. Önce bir hesap olacak, önce bir haklar karşılıklı olarak ortaya konacak, ondan sonraki süreçte artık Cenab-ı Hak nasıl uygun görürse öyle hüküm verecektir.
Sosyal hayat içerisinde, yaşanılan hadiseler karşısında ister istemez kul hakkına girebiliyoruz. Bu konuda neler söylersiniz?
Şimdi biz kendi dünyamıza bir bakalım. Mesela iki kişi arasında bir şeyler yaşanıyor ve biri diğerine hakkını helal etmediğini söylüyor. Eğer öteki insan sahabe dünyasını biraz bilmiş olsa o adamdan helallik alabilmesi için günlerce uyumaması lazım. Derler ya hani elini ayağını öpmesi, yalvarması, gönlünü alması, zorlaması lazım. Ama ilginç bir hale gelmişiz. Ahirete iman noktasında yaşadığımız zafiyetten dolayı, “hakkımı helal etmiyorum” sözlerini muhatap olduktan sonra bile insanda bir tepki oluşmuyor. Fudayl ibni İyaz kendi dönemiyle ilgili çok güzel bir söz söylüyor. Siz bunu kendi dönemimizle kıyaslayın, “Eskiden sizden birine Allah’tan kork denildiği zaman, adam sararır titrer ve sen beni çok iyi bir şeye davet ettin, Allah senden razı olsun, bana Allah’ı hatırlattın der onu tebrik ederdi. Şimdilerde birine Allah’tan kork dediğin zaman, ben ne yaptım ki beni Allah’tan korkmaya davet ediyorsun deyip kendini savunuyor.”diyor. Bu noktada zafiyet içindeyiz. Ne yazık ki bazı hususlar hayatımızdan çıktığı için kul hakkı konusunda istenilen kadar hassasiyet gösteremiyoruz. Bazen birinin malına haksızca el uzatırsınız ya da kamuya ait bir malı haksız yere yersiniz, hırsızlıkla, rüşvetle vs. bütün bir milletin hakkına girersiniz. Bunlar işin bir boyutu. Bir de işin şu boyutu var. Bazen istemeden başkalarına zarar veriyoruz. Ayağına basıyoruz, otobüse binerken birini sıkıştırıyoruz, ya da bir sözümüzle karşıdaki insanı rencide ediyoruz, onurunu ayaklar altına alıyoruz. Kul hakkı dediğimizde yalnızca aklımıza mallarla ilgili kavram gelmesin. Bu çok geniş bir kavramdır. Bu konuda hassasiyetimizi yitirdiğimiz an kul hakkı dediğimiz şeyleri gün içinde unutarak, daha farklı konulara işi vardırıyoruz. Hepimizin öncelikli meselelerinden biri olmalıdır. Çünkü böyle bir mesele ile Allah’ın huzuruna gitmek bir kulun çekeceği en ağır bir yüktür. Bu noktada farklı bir hassasiyete sahip olmamız gerekir.
Peki o hassasiyeti sağlamak için ne yapmak gerekiyor?
Altı bin altı yüz altı ayetlik olan Kur’ân’ı Kerim üç ana konudan bahseder. Bunlar tevhid, nübüvvet, ahiret hayatıdır. Bediüzzaman Hazretleri de Risale-i Nur’da bunların üzerinde ciddi bir şekilde durur. Ahirete iman meselesi hayatımızda istenilen oranda tesis edilirse yarın bu işlerin bir hesabı var, kapalı kapılar ardında olanlardan haberdar olan sadece yaptıklarımızdan değil, aklımızdan geçirdiklerimizi, hissettiklerimizi, duygularımızı bilen yani Allamulguyup olan, hiçbir şeyin kendisine gizli kalmadığı Cenab-ı Hakkın huzurunda divanında bir hesap var. Bu hesabın bilincine eren bir insanın, kul hakkı noktasındaki hassasiyeti gelişir. Ama ahirete iman hassasiyeti azaldığında ise bu konudaki hassasiyetler çok farklı bir konuma gelir. O yüzden Peygamberimiz on üç yıl Mekke döneminde bu konu üzerinde çok durur ve Mekke’de sahabe yetiştirirken gündem mesele ahiret meselesidir. Ahirete iman meselesinin anlatıldığı ayetlere baktığımız zaman, özellikle tartı ve ölçü meselesindeki hassasiyet, insanların bu mânâda birbirleriyle olan münasebetleri, yetim hakkı, dulların hakkı, onlara karşı olan takınılması gereken tavırlar, ticaretteki eminlik ve emanete riayetteki hassasiyet üzerinde durulur. Bütün bunlar o bir avuç Müslüman’ın gündemine peygamber (asm) tarafından konuluyor.Temel mesele ahirete iman. Bugün ahirete iman meselemiz zayıfladığından dolayı, imanın altı şartından biri olan bu konuda ciddi bir muhasebe yapmamız lazımdır. Eğer ciddi bir muhasebe yapılırsa kul hakkı konusunda önemli bir yol kaydederiz. Ve eğer bu konuda ihmaller varsa, ki insanız her zaman hata ederiz ama bu konuda hatamızı anlamış oluruz. Bir de bu konuda modern bir hastalığımız var ondan bahsetmek istiyorum. Bencillik, ego dediğimiz şey insanlarda üst düzeyde gerçekleşiyor. Ben merkezli yaşamaya başlıyorlar, böyle olunca da empati dediğimiz şey tam anlamı ile kurulamıyor. İnsan kendini hayatın merkezine koyduğu zaman her şeyi kendi lehine algılamaya başlıyor. Her şeyi yapma hakkını kendinde buluyor. Böyle olunca başka insanların haklarını ihlal konusunda durumu uç noktalara vardırabiliyor. Dolayısıyla o enaniyet ve benlik, biz bilincine ulaştığı durumunda kul hakkı dediğimiz şeyden biraz olsun kendimizi muhafaza etmiş oluruz.
Risale-i Nur’da “na’büdü” deki “nun” sırrı, en güzel biz bilincine ulaştırıyor insanı. Ama her fırsatta birbirimize bunu hatırlatmamız gerekiyor.
Birbirimize çok vazife düşüyor. Peygamber Efendimizin (asm) bu konuda çok sık uyarıları var. Bu uyarıların hayatımızda çokça gündem edilmesi gerekiyor. Birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye ederken, ahireti, hesap ve mizanı hatırlatarak bu konuyu canlı bir şekilde hatırımızda tutmamız gerekiyor. Son olarak Resulullah’tan (asm) bir hadis nakletmek isterim. Birbirimizle olan hukukumuzun netleşmesi adına: “Birbirinize nefret ve düşmanlık beslemeyin, birbirinize hased etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeş olun. Bir Müslüman’ın din kardeşine üç günden fazla küsmesi helal olmaz.” diyerek Müslümanlar arasındaki hukuka ait bir şey söylemiş oluyor. Dolayısıyla bizim de hayatımızı nübüvvet eczanesinin o bereket, şifa dağıtan pınarının önünde güncellememiz gerekiyor. Allah bu konuda hepimizin hassasiyetini arttırsın ve bizi yanına kul hakkı ile almasın diye de dua edelim…
Güzel bir yazı
Eyvallah hocam