* Bin yıl önce İslâm âlimleri bilimde öncüyken günümüzde Nobel Ödülü alan Müslüman sayısı neden bir elin parmaklarını geçmez?
* İslâm topraklarında Müslümanlar katledilirken içimizden neden güçlü bir ortak ses “Dur!” diyemez? Hatta katliâmlara ortak olur? İslâm neden tüm Müslümanların birleştiği bir “üst kimlik” olmaz?
***
Yaşadığımız günler Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur Külliyatından Eski Said Eserleri’ni okurken aldığım notlarla kesişen bir tabloydu.
Yaklaşık yüz yıl önce de tablo bugünkünden farklı değildi.
Bediüzzaman Hazretleri Osmanlı Devletinin parçalanma sürecine girdiği son zamanlarında İslâm toplumlarını demirden bir pençe gibi parçalayan, içten çökerten hastalıkların sebeplerini teşhis ederek tedavi metotlarını anlatmış, ikaz etmiş ve yapılabilecekleri Sünûhat, Münâzarât, Divan-ı Harbi Örfi, Hutbe-i Şamiye gibi eserlerinde madde madde incelemişti. Hastalıkların temel sebeplerini üç ana grupta toplamış ve çaresini belirtmişti:
“Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz.“ (Bediüzzaman Said Nursî, Divan-ı Harb-i Örfî)
Hastalıklar
Deryadan katre misal aktarmaya çalışacağım Hutbe-i Şamiye isimli eser onun İslâm toplumlarının hastalıklarına sunduğu reçetelerden biri. Şimdilerde saldırılarda büyük ölçüde harap olan Şam Emevi Camii’nde yirminci asrın ilk yıllarında, aralarında âlimlerin bulunduğu kalabalık bir topluluğa verilen bu hutbe sanki bugün yazılmışçasına hayatın içinden ve gündeme ışık tutacak prensiplerle doludur.
Eserinde, “Cehalet, zaruret ve ihtilâf” temelli hastalıkları altı grupta toplar:
Ümitsizlik, yalancılık, düşmanlık, Müslümanları birbirine bağlayan kardeşlik bağlarını bilmemek, baskı, bireysellik-bencillik…
İlâçlar
Bu hastalıkları Kur’ân ve sünnet-i seniyye eczanesinden tertip ettiği ilâçlarla tedavi ederken şunları söyler:
* Rahmet-i İlâhîye ümit beslemeliyiz.
* Korkak, aşağılık, acizlerin işi olan ümitsizliğin “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin” (Zümer Sûresi, 53.) âyeti ve “Tamamı elde edilemeyen şeyin, tamamı terk edilmez” hadisi ile başını kesip, belini kırmalıyız.
* Hayatımızda doğruluğu esas alıp riyâkârlık, dalkavukluk ve yalancılığa yer vermemeliyiz.
* Tecavüz olmamak şartıyla adavet etmemeli, muhabbeti hareket düsturu yapmalıyız.
* Kur’ân, Peygamber mu’cizelerini zikretmesiyle her cihette insanlığı maddî manevî gelişmeye teşvik eder. İslâm’ın ilk dönemlerindeki ilmî gelişmeler bunun delilidir. İslâm heva, heves, rekabet, tahakküm üzerine kurulu Avrupa medeniyetine tekrar galip gelecektir.
* Müslümanların Kur’ân’ın emri olan, ortak akıl meşveret ile hareket etmesi gerekir…
En küçük daire olan kalbimiz ve şahsî hayatımızdan, en geniş daire olan sosyal hayata varana kadar bu prensipleri hayatımıza geçiremediğimiz içindir ki bu tabloları yaşıyoruz…
Hülasa
Evet, ümitsiz değiliz ve olmayacağız elbette. Her gecenin sabahı, her kışın baharı olduğu gibi İslâm güneşinin de doğacağı günler yakın. Yeter ki, üzerimizdeki toprakları silkeleyip gayret gösterelim.
Derin uykularımızdan uyanalım!
Bediüzzaman Hazretleri sadece yüzyıl öncesinin Müslümanlarına değil, yirmi birinci asrın keşmekeşinde medyanın türlü çeşit cazip ninnileriyle uyutulan bizlere de sesleniyor:
“Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin ahfadı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız sabahtır. Yoksa sahrâ-yı vahşette yatmakla gaflet sizi yağma edecektir.” (Divan-ı Harbi Örfi, s. 57)