Bir peygamber aşığı olan Bediüzzaman Kur’ân’dan aldığı nurla ve Allah Resulü’nün (asm) öğretisi ile aile için şunları söylüyor; “Nev’-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cemiyetli bir cennet, bir melce, bir tahassungâh ise aile hayatıdır ve herkesin hanesi küçük bir dünyasıdır.”
Hz. Peygamber (asm) bunu temellendiren birçok hadîsinde ailenin önemine işaret etmiş ve onun bir huzur yeri olduğunu belirtmiştir. Bir eş, bir baba, bir dost, bir arkadaş hâsıl-ı kelâm bir insan olarak yaratılışın en ince duygularıyla bezenmiş olan Hz. Peygamber (asm) bir aile reisinin aile bireylerine nasıl davranması gerektiğini emir ve tavsiyeleriyle açıkladığı gibi, bizzat kendi uygulamaları ile de ortaya koymuştur. Erkeğin kadına iyi davranması gerektiğini açık ve kesin bir dille dile getirmiştir. Bu anlamda; “En hayırlınız ailesi için en hayırlı olandır.” “Müminlerin iman yönünden en mükemmel olanı, ahlâkı en güzel olanı ve aile fertlerine en yumuşak davrananıdır.” buyurur.
Resulullah (asm) aile bireylerini sever, aralarında ayırım yapmazdı. Onların eğlenme ve dinlenme gibi ihtiyaçlarını karşılar, düzeyli eğlencelerden onları da yararlandırmaya çalışırdı. Ramazan ve Kurban Bayramı eğlencelerine kızlarını ve hanımlarını da götürürdü. Bir bayramda Habeşlilerin sergiledikleri gösterileri Hz. Aişe’nin (r.anha) seyretmesi için izin vermiş; hatta omzunda yükselterek kalabalık insan topluluğunun arkasından izleyebilmesine yardımcı olmuştur. Hz. Aişe (r.anha) ile koşu yapmış, aile bireyleri ile şakalaşmıştır. Arkadaşlarından Abdullah bin Haris (ra), peygamberimizden (asm) daha güler yüzlü kimseyi görmediğini söylemiştir.
Peygamberimiz (asm) eşlerine danışır, onların görüşlerine değer verirdi. Zaman zaman eşlerinin itirazlarına ve isteklerine maruz kalması, görüş belirtmek konusunda özgüvenlerinin olması, bu konuda onlara ne kadar rahat bir ortam sağlandığını göstermektedir.
Peygamberimiz (asm), ilk vahiy aldığı zaman, içinde bulunduğu sıkıntılı durumu hanımı ile istişare etmiştir. Hz. Hatice (r.anha) de hem kendisini teselli etmiş, hem de onu meseleye kesin çözüm bulacak ve doğru teşhis koyacak bir kişiye, Varaka bin Nevfel’e götürmüştür. Hz. Hatice’nin (r.anha) dirayeti ve isabetli karar verme yeteneği sayesinde efendimizin korku ve şaşkınlık içindeki hali yerini huzur ve sükunete bırakmıştır.
Hz. Peygamber (asm) Hudeybiye Seferi’nde barış antlaşmasından sonra sahabelere kurbanlarını kesmelerini ve tıraş olmalarını emreder. Sahabeler antlaşmanın şartlarını Müslümanlar’ın aleyhinde bulduğu için isteksiz davranırlar, hiçbiri kalkıp da bu emri yerine getirmez, o emir verdikçe yüzüne bakarlar. Buna çok üzülen ve hatta kızan Hz. Peygamber (asm) hanımı Ümmü Seleme (r.anha) ile durumu istişare eder. Ümmü Seleme (r.anha) ona;
“Ey Allahın elçisi, Sen çıkıp kurbanını kes, başını tıraş et, onların hepsi sana uyacaktır.” der. Peygamberimiz (asm) eşinin tavsiyesini yerine getirir, sahabe de duyguları ile hareket etmeyi bırakır ve ona uyar. Böylesine stratejik bir durumda bile eşine danışma davranışı problemi çözer ve bu davranış sünnet olarak miras bırakılır ümmete…
Günümüz evlilik danışmanları kadının aile hayatından en büyük beklentisinin romantizm olduğunu belirtirler. Akla şu soru geliyor: Peki Allah Resulü (asm) de romantik miydi? “ Yok, canım, daha neler!” diyerek peygamber ciddiyetine bu hali yakıştırmayan itirazları duyar gibiyim. Oysa her duygusunu en kâmil düzeyde kullanan Fahr-ı kâinât (asm) bu noktada da en mükemmeldi. İnce ruhlu ve kadın ruhundan en iyi anlayan erkekti şüphesiz ki; “Bana üç şey sevdirildi: Kadın, hoş koku ve namaz.” diyerek ubudiyetinin farkında her insanın hoş koku ve namaz gibi sevmekte tereddüt etmeyeceği iki kavramla birlikte kadını da saydı. Bu sevgi nefsanî olamazdı şüphesiz. Gençliğini tek eşle geçirmesi de bunun en önemli kanıtı… O halde bu sevgi ince duygularla bezenmiş olan kadının sanatlı yaratılışına olmalı.
İşte Hane-i saadetten kesitler;
Hz. Aişe (r.anha) ile evliliğinin ilk günlerinde Hz. Aişe (r.anha) sorar;
“Ey Allahın Resulü, beni seviyor musun?”
“Evet, seviyorum Aişe.”
“Nasıl seviyorsun?”
“Kördüğüm gibi… “
Sevdiğinden sevildiğini duyunca, mutluluktan adeta kanatlanıp uçan her kadın gibi, O da mutlu olur şüphesiz; tabii en manidâr ifadelerle… Aradan yıllar geçer, Hz. Aişe (r.anha) aynı soruyu tekrar sorar;
“Beni seviyor musun Ey Allahın Resulü?”
“Evet seviyorum.”
“Nasıl seviyorsun?”
“İlk günkü gibi…”
Hangi kadın bu ifadeler karşısında kayıtsız kalabilir de ömrünü böyle bir sevgiliye adamaz ki?
Hz. Aişe anlatıyor;
“Bazen kemikli bir eti ağzıma alır ve ondan bir miktar yediğim olurdu. Daha sonra onu Resulullah’a ikram ettiğimde, ağzımın değdiği yerden yemeye başlarken görürdüm. Bazen de bir şeyler içer ve ondan ikram ederdim onu içerken de aynı titizliğine şahit olur, bardak veya tası dudaklarına götürürken ağzımın değdiği yeri tercih ettiğini görürdüm.”
Böyle bir davranış eşine “Benim senden ayrı gayrım yok! Sen bensin, ben de sen; biz iki bedende tek ruh gibiyiz” mesajını taşır.
Bir gün Farisi bir komşuları, Allah Resulü’nü akşam yemeğine çorba içmeye davet eder. Hz. Peygamber (asm) sorar; “Aişe de gelsin mi?” Komşunun belki de yeterince çorbası yoktur ve sessiz kalır. Başka bir gün daveti yineler, efendimiz tekrar sorar; Aişe de gelsin mi? Cevap yine sessizlik. Farisi yine reddedilir. Başka bir gün yine davet eder. Allah Resulü tekrar sorar; “Aişe de gelsin mi?” Farisi bu kez mükerrer defa reddedilmesindeki hikmeti anlar ve “Evet ya Resulallah, o da gelsin” der ve davete icabet edilir. İşte bir peygamber de olsa eşinden ayrı davetlere icabet etmeyen, eşiyle yediği içtiği ayrı gitmeyen ince bir ruh ve ümmetine bundan çıkarılacak derin sadakat dersleri…
Hz. Muaviye (ra) soruyor; “Ey Allah’ın Resulü bizden her biri üzerinde zevcesinin hakkı nedir?” Cevap; “Kendin yiyince ona da yedirmen, giydiğin zaman ona da giydirmen, yüzüne vurmaman, takbih etmemen, evin içi hariç onu terk etmemen.” Yani, Peygamberimiz (asm) demek istiyor ki, Allah’ın hanenize bahşettiği rızkı temellük edip, senin himayene verilmiş olan eşine, tasadduk eder gibi, aynı evde farklı kalitede hayat şartları oluşturma! Kendin yiyince ona da yedir, giydiğin zaman ona da giydir, her birinize birer lokma düşmüyorsa bir lokmayı ikiye böl. Yüzüne vurup da şiddet kullanma, kişiliğini küçümseyen sözlü ya da fiili darbelerde bulunma! Kadının en hassas noktası olan güzellik konusunda da küçümseme ve madem ki “eş” oldunuz o halde bir elmanın iki yarısı gibi her anı beraberce yaşama gayretinde bulun!
Her bir hükmü, kadın ruhuna en ağır gelen hallerden meneden hikmetlerle dolu ve uygulanması halinde milyonlarca boşanma dosyasının çöpe gideceği vesile-i saadet bir hadîs…
Bir gün Efendimiz (asm) Hz. Aişe validemizle (r.anha) bir konuda anlaşamamışlar, farklı düşünmüşler. Akla gelir ki Efendimiz (asm) sert bir karşılık vererek hanımını susturup sonucu kendi istediği şekilde bağlayabilirdi. Neticede doğruluğu vahiyle desteklenen bir peygamberdi. Fakat Efendimizin (asm) teklifi şöyle olur:
“Aişe, sen öyle diyorsun. Ben hayır, şöyle diyorum. İstersen babanı çağır, durumu ona anlatalım, onun hakemliğine razı olalım. Razı mısın?”
“Elbette!” diyen Aişe validemizin babası Hz. Ebu Bekir (ra) gelir, aralarında hakem olur. İşte bu sırada ibretli bir karşılıklı konuşma geçer. Efendimiz (asm):
“Sen mi önce anlatacaksın, ben mi?” diye sorar. Aişe validemiz (r.anha);
“Sen önce anlat, ama doğru anlat!” deyiverir. Bu “doğru anlat” sözcüğü Baba Hz. Ebu Bekir’in (ra) beyninde şimşek gibi patlar ve;
“Allah’ın Resulü eğri de mi anlatır ki böyle bir şart ileri sürüyorsun?” der ve ikaz darbesini tam indirecekken Efendimizin (asm) gönlü razı olmaz der ki;
“Ya Ebu Bekir, biz seni buraya aramızda hakem olasın diye çağırdık, yoksa kızını dövesin diye değil.”
Efendimiz’in (asm) şefkatle dolu yüreği dövmeye de dövülmeye de asla izin vermemiş, rıza göstermemiştir.
Örnek bir insan olarak Hz. Peygamber (asm), ev işlerine yardımcı olmaktan hoşlanırdı. Ev halkı ve arkadaşları onun bütün işlerini yapmaya hazır olduğu halde, Peygamberimiz (asm) bunu istemezdi. Elbiselerini yamar, evi süpürür, keçileri sağar, çarşıdan alışveriş yapar, ayakkabılarını ve delik su kaplarını tamir ederdi. Develeri bağlar, onların yemlerini verirdi. Her gece uyumadan önce evi dolaşıp ağzı açık yemek kaplarını kapatmak ve yanan kandilleri söndürmek de onun günlük rutin işlerindendi. Üstelik bunları sırtında ağır bir nübüvvet görevi varken yapardı. Kâh çevre illerdeki komşu kabileleri tebliğe gidiyor, kâh gelen elçileri kabul ediyor, müşriklere galip gelmek için stratejiler geliştiriyor, gelmiş ve kıyamete kadar gelecek ümmete ebedi saadet dersleri veriyor, gelen vahiyleri Cebrail’den (as) ders alıp ashabına öğretiyordu. Yani kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün eşlerden daha meşgul ve daha önemli işler peşindeydi. Üstelik bu ev öyle kırk odalı bir konak değil, dört duvardan ibaret 6 veya 7 zira uzunluğunda (3–3,5m) olan duvarları toprakla sıvanmış, ayağa kalkan herkesin elini değdirebileceği tavanı, hurma lifleriyle kaplıydı. İşte bu hücrenin içinde bir sedir, bir hasır, içi lifle doldurulmuş deriden bir yastık, askıda duran bir kırba, su ve hurma koymak için de bir kâse vardı. Bu evde peygamberlik görevi dururken, yardım edilebilecek ne kadar iş olabilirdi ki? Efendimiz’in (asm) rahle-i tedrisinde yetişen Hz. Aişe (r.anha) Tefsir, Hadîs, Fıkıh, Kelam, Dil, Edebiyat, Şiir ve Hitabet, Tarih, İçtimaiyyat, Tıp alanında eğitim aldı ve hadîslerin anlaşılmasında önemli rol oynadı, erkek ve kadın çok sayıda talebe yetiştirdi. Eşlerin en hayırlısı olan Efendimiz (asm) ev işlerinde Hz. Aişe’ye (r.anha) yardımcı olarak onu ilim öğrenmeye teşvik etmese, Hz. Aişe (r.anha) validemizin hayatının gayesi 6-7 zira uzunluğundaki eve hizmetten ibaret olacak ve hem asr-ı saadet Müslümanları ve kıyamete kadar gelecek bütün İslâm âlimleri zeki, iyi yetişmiş, alanında uzman bir muallimeden mahrum kalacaktı. İkinci ve önemli bir sebep de; her ne kadar peygamberlik görevinin ağır sorumlulukları olsa, yaşadıkları evin çok da yardım edilecek bir durumu olmasa da, neticede onun hane-i saadetinde her hal ve hareketi kıyamete kadar gelecek bütün mü’min ailelere örnek olacaktı.
Evet bugün ahirzamanın dehşetli tahribatına karşı göğsünü siper edip, bid’a rüzgarlarına dayanıklı, Cennete ehil olacak evlatlar yetiştirmekle yükümlü Aişe’ler, Fatmalar, Emineler, Haticeler yetişiyor.
Onların, hayatını tanzim ederken, önceliklerini belirlerken Peygamber (asm) sünnetinden ders almış Muhammedî eşlere çok ihtiyaçları var.