Psikolojik Danışman Mürşid Ekmel Aybek ile yürütmüş oldukları “Babalık okulu” projesini ve “Çocuğun hayatında babanın önemi”ni konuştuk. Keyifli okumalar…
Öncelikle “Babalık okulu” ile başlayalım. Nasıl başladı bu proje?
Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Türkiye Diyanet Vakfı Ka-dın ve Aile Gençlik Merkezi’nde (KAGEM) yaptık bu çalışmamızı. Gönüllü babaların katılımıyla gerçekleşen 10 haftalık bir programdı. “Niye böyle bir noktadan işe başladık?” diye soracak olursanız, artık insanlarla birlikte çocukların da yalnızlaştığı bir dünyadayız. Öncelikle şunu ifade etmek lazım, bugünün babaları, geçmiş yüzyılın çocukları. Günümüz çocukları ise bu yüzyıla ait. Biz geçmişe, ait olduğumuz döneme baktığımızda o zamanki değer yargıları, paylaşımlar ve ortam farklıyken, bugünkü teknolojik, dijital dünyada da bambaşka bir atmosferle karşı karşıyayız. Geleneksel diye ifade edebileceğimiz geçmişteki mevcut yaklaşımlar, günün çocuklarına tam olarak hitap etmiyor ve onlara ulaşılmasında birtakım sıkıntılar doğurabiliyor. Geçmişte anne ve babalarımızın bir kaş göz işareti bizi durdurmaya ya da yönetmeye yetiyordu. Ama bugünkü dünya bundan tamamen uzak. Bu yüzden okulumuzda babalarımıza önce geçmiş yüzyılın ve günümüzün kıyasıyla başlıyoruz. Bazen babalarımız bize şunu der “Ya hocam şu psikolojiyi çok abartıyorsunuz. Biz de zamanında çok yokluk çektik, babam bana şunu yaptı ama ben ne kadar sağlıklıyım vs.” Ben de hep şunu derim “Gerçekten ne kadar sağ-lıklıyız, huzurluyuz, kendimizle barışığız? Ona bakmak lazım.” Geçmişte evet sıkıntılarımız oldu ama bizler mahallede, köy-de büyüdük. Buraların kendine ait bir yaklaşımı, insanî ilişkileri, dostlukları, muhabbetleri, paylaşımları vardı. Biz bunun içerisinde yoğrulduk. Evet çok sıkıntılar yaşadık, toprakta büyüdük, sokakta kavga ettik ama aslında kendimizi o süreçte rehabilite etmişiz. Bugünkü çocuklarımıza baktığımızda tamamen yalnızlaşan, hatta okula başlamasıyla birlikte 3 kutunun içerisinde ya-şayan biriyle muhatabız.
Nedir bu üç kutu?
Evimiz, okul servisi ve sınıf. Çocuklarımız bu üç kutu içerisin-de hayatlarını yaşıyorlar. Sokaktan, topraktan uzaklar. Malum bir hadis var, Efendimiz (asm) “Toprak çocuğun baharıdır” der. Biz çocuklarımıza bu baharı yaşatamıyoruz maalesef. Baharı yaşayamayan çocukların yazı da olmuyor. Kendilerini geliştiremiyorlar, huzur bulamıyorlar, mutlu olamıyorlar. Hal böyle olunca huzuru, mutluluğu geçici olarak bilgisayar üzerindeki oyunlarda aramaya, bulmaya orada tatmin olmaya çalışıyorlar. Bu çerçevede günümüz babası ne yapmalı? Özellikle babalarımıza bunu ifade etmek istiyoruz. Topluma baktığımızda babalarımız hep anneleri muhatap ediyor bu konularda, “Hocam hanım ilgileniyor o anlatsın.” derler genel olarak. Ama babanın da bir yükümlülüğü var. Bu noktada annenin yükünü alabilmek ve bu yükü almakla babanın çocuğuyla nasıl bir yaklaşım sergilemesi gerektiğine dair paylaşımlarımız oluyor.
Hem yürüttüğünüz projede, hem de çalıştığınız bir alan olması dolayısıyla baba ve çocuğa dair gözlemlerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Gerek okulumuzda, gerek kendi merkezimizde karşılaştığımız, çocukların o yalnızlığıyla, değersizliğiyle, hatta bırakın çocukları, zaman zaman 40-50 yaşına gelmiş ama babayla olan iletişimini sağlayamamış, babasıyla olması gereken o bağı kuramamış, yeterli olma hissini alamamış bu yüzden de kendisini hep yetersiz ve değersiz hisseden yetişkinlerle muhatabız. Günümüz dünyasında baba çok önemli bir role sahip. Çocukların babadan alması gereken en önemli duygulardan birisi güven duygusudur. Bunu babadan almalı ki çocuk da kendine olan güvenini inşa edebilsin. Erkek çocuk için baba bir modeldir. Baba eğer ki erkek çocuğun hayatında olmazsa, maalesef bunla da artık sıkça karşılaşmaya başladık. Babadan gözlemleyerek alacağı maddî manevî birçok rol modeli elde edemediğinden dolayı, kendi cinsiyetinde bile sıkıntı yaşıyor. Bu çerçevede günümüzde çok sık karşılaştığımız problemlerden biri de, baba desteği daha çok dersleri takip etmek üzerinde kurabiliyor. Böyle durumda da çocuğun babadan alması gereken o güven duygusunu almamış oluyor ve en temel problem baba sorgulayan, ciddi anlamda otorite kuran, çocuğunu anlayamayan bir birey haline geliyor. Çocuk da yavaş yavaş babadan uzaklaşmaya başlıyor. Hepimizin şikayet ettiği, çocukları teknoloji dünyasına hapsolmasının temel nedeni bizleriz aslında. Biz çocukların dünyasında olamıyoruz, anlayamıyoruz, dinlemiyoruz. Hele ki okula başladıktan sonra sadece eksiklerini bulan, yakalayan kişiler oluyoruz. Belli bir dayatma içersinde yetiştirilen çocuk mutsuz ve değersiz oluyor ve geçici mutluluğu aramaya başlıyor. Dikkat ederseniz Facebook gibi sosyal medya kullanan çocuklarda rastlıyoruz, “Ben şu kadar beğeni almışım” diyor. Neden bir çocuk beğeni ihtiyacı hisseder? Çünkü beğeniye doyamamıştır. Anneden, babadan alamaz, öğretmenden alamaz çünkü hep eksiklerini gösterirler ona. Çocuk da bu beğeniyi başka yerden almaya çalışır. Başarı duygusunu, yani yeterli olma duygusunu elde edememiştir. Bu sefer oyunda bunu elde etmeye çalışır. Bir level daha üste çıkayım, şunu da başarayım der. Çünkü çocuk o hazzı, tadı yaşamak zorunda. Dolayısıyla en kolay olan yola başvurmaya başlıyor. Ben bunu hep “Güneş olmadığı için karanlık var aslında” diye ifade ederim. Bizim evimizin güneşi annesi babasıdır aslında. Eğer o güneş varsa, geceden karanlıktan korkmaya gerek yok.
Kendi yaşam biçimimiz çocuğa sınırlarını öğretir. Bazen sınırlarımızı aşabiliyoruz. Çocuk yaşta Allah’ın bile henüz mesul tutmadığı bir dönemde çocuğa sorumluluk yüklemeye, onu disipline etmeye çalışıyoruz. Bu da ciddi bir sıkıntıdır aslında. Bu da batılılaşmayla birlikte, bize ait olmayan kavramların içini doldurmaya çalışmamızdan kaynaklanıyor.
Yetişkinin kendine koyacağı sınır ve yaşam biçimi zaten çocuğa en güzel örnektir. Çocuk devamlı anne ve babayı takip ederek, kendisi bunları görür, öğrenir. Kendi tekamülü ortaya çıktığında da öğrendiği o şeyleri hayatına yansıtır. O yüzden babanın yaşantısındaki model olma rolü çok önemli.
Programda hem kız, hem de erkek babaları vardır muhakkak. Kız babalarının erkek babalarından daha farklı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Programda çocukların kız mı erkek mi olduğundan, çocuk sayılarına kadar her şeyi konuşuyoruz. Hatta grubumuzda henüz baba olmamış, baba adaylarımız var. En baştan gelmek istemişler. Üniversitede çocuğu olan bir kursiyerimiz de var, henüz çocuğu olmayan ama bunun için çok hevesli olan baba adaylarımız da var. Bu anlamda çok farklı deneyimler de var tabi ki. Kız çocuğu sahibi olan babalar tabi ki daha hassas olabiliyorlar. Burada tek dikkat etmeleri gereken şu, kız çocukları çok daha kolay ve çabuk sevdiriyorlar kendini. Erkek çocukları gölgede kalabiliyor. Aynı duygusal ihtiyaca erkek çocuğun da ihtiyacı var. Bu açıdan mutlaka sevgilerini ifade etmeleri lazım. Bunun en kolay yolu da dokunarak, sarılarak sevmektir. Kardeş kıskançlıklarında sıklıkla karşılaşıyoruz, “Hocam ben sevdiğimi söylüyorum” diyor. Kesinlikle çocuk söylemekle tatmin olmaz. Mutlaka dokunarak sevginin ifade edilmesi lazım. Çocuğun sevildiğini bilmesi ve hissetmesi için kesinlikle dokunulması ve dinlenilmesi gerekiyor. Hatta bir araştırma sonucunu da paylaşayım. Çocuğun anne ve babanın sevgisini tam olarak alabilmesi için, günde en az 14 defa çocuğuna sarılması, dokunması lazım. Bu araştırma yaşantımızdaki eksikleri göstermesi bakımından önemli bir kriter diye düşünüyorum.
Bir de babasız büyüyen baba adayları, yetim kalan çocuklar var. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Babanın önemini konuştuk, bunun olmayışı elbette büyük bir boşluk oluşturuyor. Fakat kişi babam yok deyip bunu kabulleniyor ve hayatını ona göre inşa ediyor. Bunun tehlikeli, sıkıntılı olanı babanın var olduğu halde, baba kimliğinden uzak olmasıdır. Baba evde var, çocuğun ondan ihtiyacını alması gerekiyor, fakat bu durum çocuğun gözünden bakarsak, babanın umurunda değil. Belki babanın kendine ait bir gündemi var, kendi hayat meşgalesini sürdürmeye çalışıyor mutlaka ama çocuk bu çerçeveden bakamıyor. Sadece duygusal boyuttan bakıyor. O açıdan babası olmayanlar hayatlarını bir şekilde hatta daha güçlü bir şekilde yürütüyorlar. Babası olduğu halde olmayanlar, daha güçlükle hatta çatışmayla büyümeye devam ediyorlar. Görünmeyen manevî yaralar alıyorlar.
Günümüz anne babalarına tavsiyeleriniz?
Çocuğun gelişimi için, doğal bir atmosferde büyümesi için, toprak hatta su çok önemli. Artık yaz da geldi. Çocuğun toprağa dokunabilmesi, hayatın içinde kendini bulabilmesi, hayatın enerjisini bedeninde yaşabilmesi için de mutlaka dışarıda zaman geçirmesi gerekir ki, çok daha güçlü bir çocuk olabilsin. Bir de şuna dikkat edilmesi gerekir, yine çok sık karşılaşıyoruz çocuklarımızı iyi yetiştireceğiz derken, özellikle okula başladıktan sonra anne annelik rolünü, baba babalık rolünü biraz kenara bırakıyor. Sevgi, şefkat, merhamet, güven abidesi, kaynağı olan kişiler antrenörlük yapmaya, ders takibi, ödev takibi yapmaya başlıyorlar. Ödev öğretmenin takip etmesi gereken, onun yükümlülüğünde olan bir şeydir. Ama maalesef anne ya da baba öğretmenin takip etmesi gereken bu işi yapıyor. Bu defa çocuk anne ve babasından alması gereken duygusal tatmini alamıyor ve zamanla uzaklaşmaya başlıyor. Bu problemi daha çok ergenlikte görüyoruz. Maalesef anne ve baba böyle bir problemin büyüdüğünü de fark etmiyor. Sonra ergenlikte bir bakmışsınız mesafe koyan, öfkeli veya tamamen içine kapanmış bir fertle karşı karşıya kalıyoruz. Anne baba doğal temel yaratılış gereği olması gereken, yaşaması ve yaşatması gereken rolünü bırakıyor ve günümüzün, sanayileşme toplumunun ortaya koyduğu figürü oynamaya başlıyor. Bu da zaten bizim ne medeniyetimize, ne kültürümüze, ne de inancımıza uyuyor. Çocuklarımız böylece yalnızlaşıyor. Bu durum da gençlerin ve çocukların üzerinden başka hesapları olanların ekmeğine yağ sürüyor. Bu çocukları zayıflatıyoruz, mevcut potansiyellerini farklı bir yere kanalize edecek noktaya getiriyoruz. Öfkeyle dolan ya da değersizleşen çocuk birtakım örgütlerin kontrolü altına daha kolay girebiliyor. Çocuklar sağduyusunu kaybediyor bu anlamda. Son olarak şunları da ifade etmek isterim, çocuklarımızı mevcut yapıya adapte etmek yerine, çocuğun mevcut yapısını dikkate alarak yaklaşım sergilemekte fayda var. Bu yetenek ve ilgi noktasında da bu şekilde olmalı. Çocuğun bir fıtratı vardır, inkişaf etmesi gereken hassas bir sistemi vardır. Bize düşen dönüştürmek yerine, o emanete sahip çıkmaktır. Ne eğitmektir, ne yönetmektir, sadece çocuğun açılmasını yetişkinler olarak fırsat vermemiz, o mevsimi oluşturmamız gerekiyor. Biz o mevsimi oluşturursak çocuklar da kendilerinde var olan tomurcukları, çiçekleri yarın bir gün meyve olacak şekilde yeşertmeye başlarlar. Bizim çocuklarımıza göstereceğimiz şefkat, merhamet, ilgi ki peygamberî metotta da böyledir, Allah’ın yaratmış olduğu o güzel varlığın en güzel, yaratılışına uygun şekilde bir yetişkin olarak yaşamasına imkân ve fırsat tanıyacaktır.