Kapak

İbn-i Sina (981-1037)

 

Ey şu risaleyi insaf ile mütalâa eden kardeş! Deme, “Niçin için bu Onuncu Sözü birden tama­mıyla anlayamıyorum.” Ve tamamını anlamadı­ğın için sıkılma. Çünkü İbn-i Sina gibi bir dahî-i hikmet, “Öldükten sonra diriliş (haşir) aklın ölçü­leriyle kavranamaz” demiş; “İman ederiz fakat akıl bu yola gidemez” diye hükmetmiştir.1

Dünyadaki bütün ilim erbabı tarafından, dün­yanın gelmiş geçmiş en büyük alimlerinden biri olarak kabul edilen büyük İslâm âlimi ve filozofu İbn-i Sina, tahminen 981 tarihinde Buhara’nın Ef­şene köyünde doğdu. Belhli olan babası Abdullah, Samanoğulları hükümdarı Nuh bin Mansur zama­nında başşehirleri olan Buhara’ya gelerek buraya yerleşti. Abdullah İsmailîlerle temasa geçerek on­ların da etkisiyle evini felsefe, geometri ve mate­matik ile ilgili konuların tartışıldığı bir mekan ha­line getirdi. İbn-i Sina böyle bir ortamda büyüdü.

Olağanüstü bir zekaya sahip olduğundan daha çok küçük yaşlardan itibaren dikkatleri üzerine çekmeye başladı. Önce Kur’ân-ı Kerim’i hıfz etti. Dil, edebiyat, fıkıh ve akaid derslerini okudu. Fıkıh derslerini Ebu Muhammed İsmail İbn-i Hüseyin ez-Zahid, dil ve edebiyat derslerini Ebu Bekir el-Berkî ve geometri, aritmetik, felsefe derslerini de babasından aldı. Kısa sürede hocalarından aldığı dersleri tamamlayan İbn-i Sina, hocalarının yeter­siz olduğu konularda kendi araştırma yaptı ve bir­çok eser okudu. Birçok alanda zamanın ileri gelen alimleri seviyesine ulaştı ve daha sonra tıp ilmi ve eczalıkta çok önemli bir seviyeye ulaştı.

Müsbet ilimlerin yanında din ilimlerini de ih­mal etmeyen İbn-i Sina, fıkıh ilminde de eğitimini sürdürerek girdiği ilmî tartışmaların da etkisiyle önemli bilgilere sahip oldu. Din bilimleriyle fen bi­limlerini bir arada öğrenmeye devam ederek, tıp alanındaki başarısından dolayı saray hekimliğine atandı ve zengin saray kütüphanesinden istifade etti.

Samanoğulları devletinin yıkılmasından sonra bazı sıkıntılar yaşadı. Buhara’dan ayrılarak Gür­genç’e yerleşti. Burada karşılaştığı Birunî ve diğer ilim erbabı kişilerle dostluk kurdu. İyi münase­betleri Gazneli Mahmud’un davetini kabul eden Birunî, İbn-i Irak ve İbnü’l- Hammar’ın ayrılarak gitmeleri üzerine bozuldu. Kendisi daveti kabul etmediğinden, Gazneli Mahmud’un öfkelenmesi­ne ve takibata uğramasına sebep oldu. Bu yüzden Gürgenç’ten de ayrılmak zorunda kaldı. Gittiği yerlerde layık olduğu ilgiyi görememekten muz­darip olan İbn-i Sina yedi yıl gibi uzun bir yer de­ğiştirme döneminden sonra Cürcan’a yerleşerek yaklaşık iki yıl burada kaldı. Daha sonra Rey, He­medan ve Kazvin’e gitti. Buralarda idarecilerin ya­kın ilgisini gördü ve tıptaki başarısını, saray men­suplarına uyguladığı tedavilerle ispatladı. Devlet idaresinde vezirlik de olmak üzere bazı görevlerde bulundu. Bir ara devlet idaresindeki karışıklıklar­dan dolayı kaldığı şehri terk ederek İsfahan’a git­ti. Hemedan’a yapılan sefere katıldı. Yolda tekrar hastalanıp vefat edince Hemedan’ da defnedildi.

Üstün bir zekaya sahip olmanın yanında çok çalışkan bir kişiliğe sahip olan İbn-i Sina, her türlü ilmî münazaraya girmekten kaçınmadı. Tartışılan konularda, bilgisinin yetersiz olduğunu söyleyen muhataplarını mağlup etmek için yoğun bir ça­lışmaya girişir ve onları tekrar tartışmaya davet ederek kendisini kabul ettirirdi.

İbn-i Sina, İslâm felsefesi alanında Farabi’nin etkisinde kaldı. Bu iki alime göre, din toplum için vazgeçilmez İlahi bir kurumdur. İbn-i Sina, Fara­bi’den kendi dönemine kadar gelen birikimi bir külliyat haline getirip topladı. Bu çalışmaların­dan dolayı kendisine “Eş-şeyhü’r-reis” unvanı verildi. İslâm bilim ve düşünce tarihinde felsefe ve ilimlerin ansiklopedisini meydana getiren ilk alimdir. Dinin fert ve toplumun mutluluğu için gerekli olduğunu akılcı bir üslûpla açıklamaya çalıştı. Kur’ân-ı Kerim’in esaslarını, usulleriyle, delilleriyle ispat etti.2

İbn-i Sina dini kavramlarla felsefe kavram­larını yan yana kullandı. Bu usulle bazı surelerin bir kısım ayetlerini tefsir etti. Metafizik görüşle­riyle dinin işaretlerini çözmeye çalıştı. İncelediği ayetlerin metafizik ve ahlâk felsefesini kuşatan yönleri üzerinde durdu. İnsanların mutluluğu­nun ilahiyat ve nübüvvet bilgisinin bilinmesine bağlı olduğunu ancak bu bilgilere sahip olmak­la huzura erişilebileceğini yazdı. İhlas Suresinin tefsirini yaptıktan sonra, bütün metafiziklerin en son ulaştıkları sonuçların bu ayetlerde mev­cut olduğunu ve hiçbir metafiziğin bu suredeki ayetleri hakikatlerini aşamayacağını bildirdi. İs­lâmiyet’in en üstün din olduğunu ve hiçbir şeyi eksik bırakmadığını belirtti.

Zamanında mükemmel bir dehaya sahip olan İbn-i Sina, Kur’ân ve İslâmiyet’e dair birçok önemli tespitler yaparken özellikle imanın bazı şartları mesela haşre iman gibi konularda, ac­zini itiraf ederek “Akıl buna yol bulamaz.”3 de­miştir. Günümüzde ilimdeki gelişmelere paralel olarak iman esaslarının ispatı, bahusus Risa­le-i Nur’un da yardımıyla çok kolay olmaktadır. İbn-i Sina’nın felsefe yolundan giderek yaptığı tespitler ve ileri sürdüğü fikirler tenkid konusu olurken Bediüzzaman Hazretleri onun hakkın­da bazı bilgileri vermektedir. Geçmişte gizli ve bilinmez olan meselelerin günümüzde, sıradan hadiseler seviyesine düştüğünü, geçmişte İbn-i Sina gibi dahilerin bile keşfedemediği bazı bil­gilerin mevcut olduğunu belirtir. Daha sonra şu değerlendirmeyi yapar “İbn-i Sina ve emsaline nazari ve hafi kalmışlardır. Halbuki hikmetin bir pederi hükmünde olan İbn-i Sina, şiddet-i zeka ve kuvvet-i fikir ve kemal-i hikemiye ve vüs’at-i kariha noktasında bu zamanın yüzlerce hüke­masıyla muvazene olunsa, tereccüh edip ağır gelecektir. Noksaniyet İbn-i Sina da değil, çün­kü İbn-i zamandır. Onu nakıs bırakan zamanın noksaniyeti idi.”4

Tıp alanında mümtaz bir yere sahip olan İbn-i Sina’nın şöhreti İslâm dünyasıyla sınırlı olmayıp Avrupa’da da çok önemli bir konuma sahiptir. Bu alanda vermiş olduğu eserleri asır­lar boyunca üniversitelerde ders kitabı olarak okutuldu. On birinci yüzyılın başlarında “Tıpta Kanun” (El-Kanun fı’t-Tıb) adlı eseri on üçüncü yüzyıldan itibaren Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulurken, on yedinci yüzyılda Vallodolid Üniversitesi’nde adına kürsü kuruldu. Birçok alanda eser veren alimin sadece tıp ala­nında yazdığı eserlerin sayısı kırkı bulmaktadır.

Dipnotlar: 

1. Sözler

2. Mektubat

3. A.g.e

4. Muhakemat

Kaynak: Yeni Asya Neşriyat/ Portreler

 

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*