Psk. Ayşe Kaya Göktepe ile hobilerin, sanatla uğraşın insan ruhuna iyi gelen taraflarını konuştuk keyifli okumalar.
Teknoloji bağımlılığının hızla arttığı günümüzde, sanatla uğraşın ruha iyi gelen yanlarını sizinle konuşalım istedik Ayşe Hanım. Ne dersiniz bu konuda?
Özlü bir sözle başlamak istiyorum. “Sanat içimizde var olan anlamın bütünleşmesidir” der Arthur Danto. Nasıl bir manası vardır bunun? Hepimizin içinde taşıdığı belli semboller ve kendimize has anlam dünyamız var. Bunları dışa vurabildiğimiz yegâne yer mecra sanattır diyebiliriz. Ve sanat; duygular aracılığıyla yapılan bir mefhum olması sebebiyle de yine bir sözle bunu ifade etmek isterim, İlhami Atalay Destan “Sanat kana en hızlı karışan şeydir “der. Çünkü duygularla icra edilir ve doğrudan duygulara hitap eder. Düşünceye bağlı düşünsel süreçler, beynimizin daha üst kortexle alakalı olduğu için daha komplex süreçlerdir. Ama duygu dediğimiz şey, bizim doğrudan beynimizin daha ilkel yapısının yer aldığı yapılara hitap eder. Dolayısıyla da bizi çabuk etkileyen şeylerdir ki nitekim subliminal mesajlar kavramını da çok duyuyoruz. İnternet üzerinden ya da pek çok reklam filminde, biz farkında olmadan bu duygusal bölgelerimize hitap eden pek çok mesajla karşılaşmaktayız. Dolayısıyla sanat aslında bir yönüyle muhatap olduğumuz yanlış mesajları da ayırt edebilmemizi sağlar. Çünkü sanat dediğimiz şey insanın aslında kendi insanlığını tanımasıdır. Özellikle bizim bakış açımıza göre sanat, hayatın damarlarına sirayet etmiş bir gerçekliktir. Keza Secde suresi 7. Ayette de geçer “Allah her şeyi güzel yaratmıştır” biz bunu okuruz öğreniriz. Yine Bediüzzaman der ki; “Sani-i Hakiki yani gerçek sanatkâr Allah’tır.” Allah her şeyi güzel yarattığı için en büyük Sanatkâr odur. Ve bizler de Müslüman olarak aslında hem kendimizi, hem de dünyayı güzelleştirmekten mesulüz. Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğumuz için, kendimizi, hayatımızı güzelleştirmek adına uğraştığımızda, aslında bizim yaşam biçimimiz de bir sanat haline dönüşmüş oluyor. Bu yönüyle sırat-ı müstakim üzere yaşama gayreti içinde olduğumuzda aslında bizim bütün hayatımız bir sanat eserine dönüşmüş oluyor. Çünkü gerçek sanatkâra, sanatın gerçek Sahibine bir dönüş içinde olup sürekli değişip dönüşüyoruz. Sanat hem hayatımıza, hem de kendimize bu şekilde yansımış oluyor.
Sani-i Hakiki düşünüldüğünde o uğraşılan sanatın, ibadet olma ciheti de var ifade buyurduğunuz gibi. Ama farklı bir bakış açısıyla bakıldığında ise insanın fizikî rahatsızlıklarına, hastalıklarına iyi gelen, tedavi maksadıyla kullanılan bir yanı da var.
Tabi ki bunun için kişiye özel aktivitelerin düzenlendiği, bir bilim alanı olan “Ergoterapi” olarak tanımlanıyor. Ergoterapistler kişilerin fiziksel ya da psikolojik herhangi bir rahatsızlığı ya da şikayetçi olduğu bir şey varsa, yaşantısında bir kısıtlama varsa, günlük yaşam aktivitelerinde yaşadığı o kısıtlanmaları gidermek adına ona özel aktiviteler düzenlerler. Bunun içerisine sanat terapiyi ya da bunu terapi boyutuna taşımadan basit örgü örme gibi aktiviteleri de düşünebilirsiniz. İster sanat icra eder, isterseniz de kişiye özel başka egzersizler planlayabilirsiniz. Tabi ki bu yönüyle ergoterapi çerçevesinde bakacak olursak; sanat terapi ergoterapinin alt dalı olarak insanların günlük yaşam aktivitelerini destekleyici ve tedavi olmalarını sağlayan bir yanı var ve bunu bugün bilim de destekliyor.
“Ya ilim öğreten, ya ilim öğrenen, ya dinleyen veya bunları seven ol. Sakın beşincisi olma!” diye bir hadis var ya, sakın sonuncusu olmayın meâlinde. Seyretmek, sevmek, sanat eserlerini mütalaa etmek, müşahede etmenin de bir güzelliği var.
En başta söylediğim gibi bizim sanata yaklaşım açımız, aslında kendi kültürümüzde her yerdedir. Yani sanat özel bir yere hapsedilmez. Bir camiye gidersiniz orada hat sanatı görürsünüz, tezhip görürsünüz bin bir çeşit tezyinatla karşılaşırsanız. Sanat doğal olarak hayatın damarlarına sirayet etmiştir. Hayatın içindedir. Bir sergi salonuna gitmeniz gerekmez sanatı görmüş olmanız için. Bir de sanat en başta dediğim gibi duygularla yapılan bir şey olduğu için, bir başkasının eserini izlemeniz dahi doğrudan onun duygu dünyasına girmenize sebep oluyor. Ve şöyle bir yanı da var, insanın ortak duyguları var “Ben de bunu böyle hissetmiştim.” dersiniz çoğu zaman. Bir edebiyatçının kaleminden bir şey okursunuz, onu o kadar güzel ifade etmiştir ki “ben de bu duyguları hissediyorum ama ancak bu kadar güzel ifade edilebilirdi.” dersiniz. Yani aslında sanat, hepimizde o var olan, duygu dünyamıza estetik bir iletişim aracı olarak girer. Oscar Wilde’nin sözüyle söylemem gerekirse; “Sanat tek düzeliğe ve monotonluğa karşı bir savaş açmaktır.” Yani aslında bir Müslüman’ın hayatıyla da çok örtüşen noktası var. Bir Müslüman’ın bir günü diğer gününe eşit olmaması şiarı üzerine yaşadığımızı düşünürsek, bir Müslüman’ın gerçekten sanatı hayatın içinde entegre etmiş olduğunu görürüz.
Bizim kadim geleneğimizde sanat eğitimine baktığımızda usta çırak ilişkisi vardır öyle değil mi?
Bilinen ressamlarımızdandır Cemal Toy, kendisi şöyle bir uygulama yapar atölyesinde. Öğrencilerini yetiştirirken öncelikle sanat eğitimine geçmez. Atölyesine gelen kişilere çay kahve ikramı yapmayı öğretir. Çünkü “öncelikle kendimiz iyi bir insan olmalıyız ki iyi bir sanat eseri ortaya koyabilelim” der. Ben kendimi değişip dönüştürmedikçe ve nefsimin mertebelerinde yükselmedikçe, o yüksek mertebelere hitap etmem ya da o yüksek mertebenin verdiği geniş bakış açısıyla bir sanat eseri sunmam mümkün değildir. Dolayısıyla aslında sanat dediğimiz şey yine en başta dediğim gibi hayatın içinde var olan gizli bir adabı muaşeret dersidir. Bir resim çizmesek de, bir müzik yapmasak da ya da bir hat ya da bir ebruyla uğraşmasak da bunları görmek, bunlar üzerinde tefekkür etmek ya da bunları da göremiyorsak böyle bir imkânımız yoksa, namaz kılıyoruz, dua ediyoruz, Allah’ı tefekkür ediyoruz. Gerçek sanatkârı tefekkür etmek aslında o sanatın var olan dünyasına ulaşmamız demektir. Ve bu bizim değişip dönüşmemizi sağlayacak kilit noktalardan birisi.
İslâm medeniyetinde sanatın tedavi edici özelliği nasıl kullanılmış? Sanatı nasıl anladıkları hayata aktardıkları noktasında anekdotlarınız var mı?
Tabi modern tıp anlayışında insanı sadece beden ve zihin olarak, bilgi üzerine oturtan bir anlayış var. Bizim kadim geleneğimizdeki tıp anlayışına bakıldığında ise insan; ruh beden zihin zincirinde değerlendiriliyor. Şimdi odak noktanız ve hareket noktanız buradan başladığında tedavi biçimleriniz de ona göre değişim gösteriyor. Çünkü sadece beden ve zihin üzerine odaklandığınızda o kişiye ilaç verirsiniz, bedenini tedavi edersiniz ama geri kalan kısım ile ilgilenmezsiniz. Halbuki bizim kadim geleneğimizde ki Edirne şifâhânesinde de bunu görürsünüz, hem bedensel, hem zihinsel, hem de ruhu değişip dönüştüren bir tedavi biçimi var. Müzik terapi yapılıyor şifahanede. Aynı şekilde Manisa’da da var. Ki oradaki latif anlayışı şuradan da anlayabiliriz; hastane değil, şifâhâne kavramı. Buraya gelir gelmez bahçesindeki o çiçekleri, bahçe düzenlemesini gördüğünüzde zaten ne kadar farklı bir anlayışın olduğunu anlarsınız. Hem bedene, hem zihne, hem de ruha hitap eden bir tedavi biçimi var. Bizim sanat anlayışımız her zaman Gerçek Sanatkârdan verilmiş nimet anlayışıyla şekillenmiştir. Bunun terapi boyutuna geldiğimizde günümüzde buna sanat terapi diyoruz, ama o zamanlarda bu zaten tedavi protokollerinim içine dahil edilmiş bir yaklaşımdı. Bugün bunu müzik terapi ya da sanat terapi adıyla ya da aromaterapi şeklinde görebiliyoruz.
Dediğiniz noktaları ecdat çok güzel kullanmış. Bugünkü uygulamalar da aynı derecede diyebilir miyiz?
Günümüz uygulamalarına bakıldığında farklı yöntemler var. Osmanlıda şifâhânelerimizde kullanılan terapi anlayışında, müzik terapiyi kastedecek olursak özellikle doğal maddelerden yapılmış enstrümanların seçildiğini görürüz. Mesela rebap, rebabın teli at kılındandır. Keza ney, kamıştan yapılıyor. Ekstra bir demir ya da plastik içine karıştırılmıyor. Su sesi yine aynı şekilde ve dombra yani sazın atası. Özellikle doğal, hiçbir şekilde tel, demir, plastik gibi şeyin kullanılmadığı, enstrümanlar kullanılıyor. Buna dikkat edilmesi gerekiyor. Çünkü insanın topraktan geldiği ve toprağa döneceği anlayışını benimsediğimiz için müzik terapinin de yapılanması bundan yola çıkarak şekillendiriliyor. Orada herhangi bir yapay bir şey kullandığımızda bu bizim doğamıza ait olmadığı için, hem ruhumuza, hem bedenimize hem de zihnimize şifa vermesi beklenemiyor. Müzik terapiyi kısaca böyle özetleyebiliriz.
Son zamanlarda özellikle sosyal medya üzerinden kişisel uğraşlarını, el emeklerini satışa sunarak, kendi gelir elde eden hanımlarımız var. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?
İnsanların bir şeyler üretip satması varsa böyle bir yeteneği ortaya çıkarması mükemmel bir şey. Ama bunu mümkünse beraberce yapmaları, meselâ bir kadın evde tek başına kalıp evde bunu tek başına yaptığında sosyal medyadan paylaşsa da aslında gerçek o paylaşım hissini vermiyor. Bununla ilgili festivaller de yapılıyor. Likefest mesela İstanbul’da da yapıldı. Bu festivallere katılmalarını öneririm. Oralarda ürünlerini sergileyip, kendileri gibi insanlarla tanışıp gerçek bir sosyal ilişkiyi tatmalarını tavsiye ederim. Satış boyutu açısından evet çok kişiye ulaşılabilir sosyal medyayla. Ama hiçbir zaman sosyal medyadaki 800 ya da 700 arkadaşınızın olması sizin yalnız olmadığınızı göstermez. Bu konuda gittikçe yalnızlaşıyoruz maalesef. O yüzden akraba ziyaretlerini veya ‘benim’ gibi olan insanlarla görüşmeyi devam ettirmem gerekiyor. Onun dışında yaptıkları şey gerçekten çok önemli saygın ve güzel bir şey yapıyorlar. En başta dediğim gibi bir günü diğer gününe eşit olan ziyandadır düsturuyla yaşayan insanlarız. Bir günü diğer güne farklı kılmak, hem güzel bir şeyler üretmek ve bunu estetik bir formda sunmak ve yeni bakış açıları getirmek ve bunların para kazandırmasını ya da kişiye iyi gelmesini bir yana bırakarak, ibadet boyutunun olduğunun da altını çizmek istiyorum. Ve çok güzel kesinlikle bunlara devam edilmeli..
Çok teşekkür ediyorum. Son sözlerinizi alalım.
Hayat bizim önümüzde açılmış koskoca bir kitap ve bize verilen hiçbir günün geri dönüşü yok. Biz Gerçek Sanatkâra döneceğimiz anlayışıyla yaşamaya başladığımızda hem çevremize, hem kendimize, hem de diğer insanlara güzellik vermeye başlayacağız. Dolayısıyla kişiler önce kendilerinden bu dönüşüme başlarlarsa, dünyada ve evrensel düzlemde aslında bir sanat eseri gibi bir yaşantının oluşacağı düşüncesindeyiz. Herkesin fıtrata döneceğini varsayıyorsak ki buna iman ediyoruz, inşallah herkes fıtratına döner ve inşallah dünya daha güzel bir yola doğru ilerler diye bu şekilde mesaj vermek istiyorum.