İlahiyatçı-Yazar Mustafa Öselmiş ile “İslâm’ın yaşlılara verdiği ehemmiyet” üzerine bir sohbet gerçekleştirdik
İnanç ve kültür açısından bakıldığında, yaşlılık döneminin bizdeki yeri nedir?
Son zamanlarda unuttuğumuz birçok şey gibi ne yazık ki yaşlılarımız da savrulup gittiler. Yani onları da unuttuk. Bu milletin kendine gelebilmesi için unuttuğu değerlere sahip çıkması ve özüne dönmesi gerektiğini düşünüyorum. İnsan gençken ölmezse, mutlaka ihtiyarlayacak, yaşlanacak bu bir gerçek. İlkel toplumlara baktığımız zaman yaşlılık bir kusur sayılıyordu bu yüzden insanlar yaşlanınca evden uzaklaştırılııyor, onlarla olan ilişki kesiliyordu. Günümüz toplumunun da bununla aynı olup ilkel insanlardan farkı pek yoktur. Şimdi de ne yazık ki insan ihtiyarlayınca, yaşlanınca ilgi kesiliyor, saygı gösterilmiyor, sevgi gösterilmiyor, görevler aksıyor. Bugün insanlar modernleştikçe üzerlerinde hakkı olan saçı sakalı ağarmış insanları unutuyor. Onları adı huzur evi olan yalnızlık evlerine terk ediyorlar. Görevlerimizi yerine getiremediğimiz, beceremediğimiz birçok şey için biz ‘gün’ ayırdık. Ne yazık ki yaşlılar için de ‘yaşlılar günü’ ilan etmekle yetindik. Medeni sayılan Avrupa’da bugün ferdî bir hayat yaşanıyor. Yaşlılık kusur, engel, yaşlılar tüketici olarak görülüyor. Ötenazi ile bir an önce ölmeleri sağlanıyor. Bu insanlık görevi sayılıyor. Maalesef bizde de Batılılaşma hareketi başlayınca aile bağları zayıfladı, sevgi, saygı azaldı.
1895’te İstanbul’da II. Abdülhamit tarafından ihtiyaç sahiplerinin barınması için Darülaceze açıldı ve böylece evlerinin dışında yaşlılara sahip çıkıldı. Cami avlularında, parklarda, sokaklarda yatan, terk edilmiş yaşlılar Darülaceze de barındırıldı. Bizim kültürümüzde ve inancımızda yaşlılık hiçbir zaman kusur değildir.
Dinimizin yaşlılara verdiği bir ehemmiyet, emrettiği hürmet ve merhamet var. Konuyla ilgili pek çok hadis ve ayet de var. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bizim inancımızda ihtiyarlar, ne yaparsak yapalım hakları ödenmeyecek kişilerdir. Hatta sırtımızda taşısak bile onların haklarını ödeyemeyiz diyebiliriz. Mesela dinimizde bir emir olarak el öpme yoktur. Ancak bizler varlık sebebimiz olan ana babamızın, büyükanne, büyükbabamızın elini öpüyoruz. Çünkü el öpme özellikle ihtiyarlar için gönül almanın, saygının ifadesidir. Yani yaşlılar dinimizde saygıya değer insanlardır, rahmet kaynağıdır, dua ağacıdır. Bu konuda Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyuruyor “Beli bükülmüş ihtiyarlar, süt emen bebekler ve otlayan hayvanlar olmasaydı üzerinize azap yağardı.” Yani onların sayesinde ne elde ediyorsak ediyoruz. Yüce dinimiz İslâm insan merkezlidir. İnsan kutsaldır, yeryüzüne halife kılınmıştır. Canlılar içinde de en güzel ve en mükemmel bir surette insan yaratılmıştır. Yaşlı denilince akla ilk gelen bizi dünyaya getirip, büyüten varlık sebebimiz olan analarımız, babalarımız. Cenab- ı Hak Kur’ân-ı Kerim’in birçok yerinde, yaşlandıkları zaman anaya, babaya ve ihtiyar kimselere iyilik etmemizi emrediyor. İsra Suresinin 23 ve 24. ayetlerinde “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle. Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. ‘Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster’ diyerek dua et.” diyerek onlara karşı olan görevlerimizi ve yapmamız gereken şeyleri bize hatırlatıyor. Peygamberimizin (asm) hayatına bakacak olursak, yaşlılara gösterilen saygının, Cenab-ı Hakka duyulan saygıdan kaynaklandığını bildirmiştir. Kendisi de bizzat yaşlı kimselere saygı göstermiş, hürmet etmiş, asla kusur etmemiştir. Süt annesi evine geldiği zaman ayağa kalkıp, son derece hürmetkâr davranıp, onun ihtiyaçlarını karşılamıştır. Mekke’nin fethinde Hz. Ebu Bekir (ra) gözleri görmeyen babasını Müslüman olması için Peygamberimizin (asm) huzuruna getirmiştir. Efendimiz (asm) “Ya Ebu Bekir ihtiyar babanı buraya kadar getirip ona sıkıntı verdin. Biz onun yanına gidebilirdik” demiş.
Yine bir gün Peygamberimizin (asm) yanına onu görmek için yaşlı bir kadın gelir. Orada bulunanlar kendi aralarında konuşurken yaşlı kadına yer vermekte biraz ağır davranırlar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurur “Büyüğüne saygı göstermeyen, küçüğüne merhamet etmeyen bizden değildir”. Ayrıca bir hadislerinde de “Bir genç yaşlı bir kimseye, yaşlılığından dolayı hürmet ederse, Allah da ona yaşlılığında kendisine hürmet edecek birilerini halk eder.” müjdesini veriyor. Bunun yanında bakıyoruz ki, Allah Resulü (asm) namazlarda yaşlı olanların ön saflara geçmesini istemiştir, savaşlarda ise yaşlıların ve çocukların öldürülmesini kesinlikle yasaklamıştır. Yaşlılara saygı göstermiş, bizim de yaşlılara saygı göstermemizi istemiştir. Yine bir hadislerinde şöyle bu yurmuştur “Yaşlıları, düşkünleri gözetin onların sayesinde yardım görürsünüz.” Evet İslâm’da yaşlılar hak sahibi, hizmete, hürmete layık olan kimselerdir.
Örneklere devam edecek olursak, bir gün savaş hazırlıklarının yapıldığı esnada bir sahabe heyecanla “Ya Resulullah evimi terk ettim de geldim, sizin hizmetinize geldim, anamı babamı ağlar halde bıraktım” deyince Peygamberimiz (asm) “Evine dön, ağlattığın gibi onları güldür” demiş ve onu saftan geri çekmiş, arkadaşları ile göndermemiştir. Bir sahabe de Peygambere (asm) şöyle bir soru sormuştur “Ya Resulullah ana babanın evlatları üzerindeki hakları nedir?” Allah Resulü ona şu cevabı vermiştir “Onlar senin ya Cennetin ya Cehennemindir.” Yani onlara davranma şeklimize, hareket tarzımıza göre ya bizim Cennetimiz ya da Cehennemimiz. Çünkü Cennet annelerin ayağının altındadır. Çünkü Allah’ın rızası babanın rızasındadır.
Yaşlılar toplumumuzda olması gereken yerde değil!
Yaşlılar toplumumuzda ne yazık ki olması gereken yerde değil. Kendi elleriyle büyüttükleri evlatlarından zülüm gören büyükler, yaşlılar var. Kocaman evlere, koltuklar, koca koca mobilyalar, her türlü alet edevat hatta ve hatta kedi, köpek, kuş bile sığıyor da ne yazık ki o ihtiyarlar, ihtiyareler sığmıyor. Bu utanılacak bir durumdur. Yaşlıların yeri camii avluları, parklar, sokaklar değildir. Sığınma ve huzurevleri hiç değildir. Bizler maalesef İslâm’ın bize verdiği o yüce ahlâkı, insanlığı günden güne kaybediyoruz. Peygamber Efendimiz (asm) bir gün ashabına soruyor “Günahların en büyüğünü size haber vereyim mi?” Oradakiler “Ya Resulallah ver” diyorlar. Allah Resulü (asm) “Allah’a şirk koşmak sonra ana babaya eziyet vermektir “ diyor.
Biz böyle bir millet değildik, neden bu durumlara düştük?
Batılılaşma sevdasından maalesef. Çocuklarımızın karnı obez oluncaya kadar doydu ama beyni, ruhu, aklı aç kaldı. Çocuklarımıza Allah, peygamber, din, ahlâk, edep öğretmekte geri kaldık. Öncelikli olarak dinin emirlerini bilen, edepli, İslâm’la ahlâklanmış bir nesil yetiştirilmelidir. Bizim yetiştiremediğimiz o nesil, telefon, televizyon ve bilgisayarla bizden ne yazık ki çalınmıştır. Ailelerimize göz dikenler, filmlerle, çizgi filmlerle ve dizilerle yuvalarımızı darmadağın etmiş. Maalesef ki bunların bir sonucu olarak, yuvalarımızda sevgi, saygı, acıma, merhamet, edep, haya kalmadı. Evet biz gençlere, çocuklara bir şeyler veremedik, bir ideal aşılayamadık. Biliyorsunuz ki ülkemizde bir döneme kadar din, ahlâk, edep öğretmek suç sayılmıştı. Bunun sonucu olarak da edepten, hayadan yoksun bir nesil yetişti. Bir zamanlar yapmış olduğum programda huzurevinden üç yaşlı amcayı konuk ettik. Ağlaya ağlaya hikâyelerini anlattılar, şimdilerde doktor, mühendisi, öğretmen olan evlatlarından maalesef ki şikayet ettiler. Program sonunda onlara şunu dedim “Sizi evlerine sığdıramayan evlatlarınızı siz büyütüp, yetiştirmediniz mi? Gerçekten onlara ahlâk olarak, eğitim olarak ne verdiniz de onlar alamadı? Nasıl olsun istediniz de onlar olmadı?” Şunu unutmayalım ki her insan ektiğini biçecektir. Biz büyüklerimize yaşlılarımıza nasıl davranıyorsak ilerde bize de aynı şekilde davranılacaktır. Bu hadisle de sabittir.
Son olarak neler söylemek istersiniz Mustafa Bey?
Maalesef öyle olaylar oluyor ki gazetelerde, televizyonlarda sıkça görür olduk. Parası, malı için kendi evlatlarınca ya da akrabası tarafında katledilenler oluyor. Bu ne acı değil mi? İnsanlık açısından, inancımız açısından, kültürümüz açısından da ne kadar yazık değil mi ? Yakışıyor mu bizim gibi bir millete? Artık yaşlı ana babaya Allah rızası için değil, sırası geldiği için bakılıyor, iç acıtıcı değil mi? Maalesef ana babasına ücretle bakan nice insanlar da var. Söylenecek tek söz bunlar insanlığa da Müslümanlığa da yakışmıyor. Bizim yaşlılara karşı görevlerimizi var. Yaşlılar ilgi bekler ve en çok korktukları şey ise yalnızlık, ilgisizliktir. Bu korkuyu onlara tattırmamak lazım. Bakınız yaşlılarımız ölse bile bizim onlara görevlerimiz bitmiyor. Borçlarını ödemek gibi vasiyetleri varsa yerine getirilmeli, arkalarından bol bol dua edip, hayırla yad edilmeliyiz.