İlham

Sevmeyi bilmek!

Bir küçük kız. Şirin mi şirin. Çok güzel bir bebeği var. Küçük küçük çay takımları, tabak takımları, be­beğinin yorganı, yatağı, daha başka bir sürü oyun­cakları var. Kendi âlemine dalmış oyun oynuyor. Bebeğiyle konuşuyor, ona çay yapıyor, yemek yapı­yor, küçücük oyuncak kaşıklarıyla yemek yedirmeye çalışıyor. Onun naz ettiğini düşünerek, ikna etmeye çalışıyor. Kendi âlemine dalmış ve çok mutlu görü­nüyor.

Onun da hayalleri var. Kendi dünyasını şekil­lendiren renkli, ferah, mutlu sebepleri var. Bir kere çok güzel bir odası var. Her şeyi ile tamam, hiçbir eksiği yok. Burada özel bir âlem kurmuş kendisine. Bazen de bir arkadaşını çağırıyor, beraber oynuyor­lar. Renkli, çok güzel resimlerle bezenmiş kitapları var. Ne var ki, bütün bu bolluğa, güzelliğe rağmen içinde anlayamadığı ve doyurulmamış bir eksikliği hissediyor. Küçük olduğu için, bunun ne olduğunu anlayamadan yine oyunlarına dalıyor. Oyun, onun için her şey, onun dünyasını oyunları şenlendiriyor.

Bebeğini uyutmak için ninni söylüyor şu anda. Annesinin onu uyutmak için söylediği ninniyi. Ha­fızasında tümüyle yer tutmuş. Onu söylediğinde bebeğinin huzura kavuşacağını ve mutlaka uyuya­cağını düşünüyor. Zira kendisi de bu ninniye da­yanamayıp uykuya teslim oluyordu. Uyku, yeni bir dünyaya, yeni bir mutluluğa uyanmak için bir bebe­ğin en lüzumlu gıdası!

Birden, anne ve babasının odasından şiddetli sesler duydu. Müthiş bir kavgaya girişmişlerdi ve sesleri gittikçe yükseliyordu. Bu gürültüde bebe­ğinin uyumasına imkan yoktu. Bir duvarın yavaş yavaş yıkılıp gitmesi gibi, içinde bir şeyler kırılıp dö­külmeye başladı akabinde. Umutla ve sıkıca sarıldı­ğı huzurlu mutluluğu, o kırılıp dökülen yıkıntıların altında kalıp, yetim bir çocuk gibi, derin bir yalnızlık hissetti birden. Onu seven kişilerin sevgi kucağına koşabilecek miydi acaba, bundan sonra?

Elleri gevşedi ve uyutmaya çalıştığı bebeği yere düştü. Onu yerden kaldırmak için takati yoktu. Zira o da yere düşmüş bir bebekti artık. Onu ne zaman akıl edip yerden kaldıracaklardı acaba? Yere düşüp, feci bir şekilde yaralandığından haberleri olacak mıydı? Yoksa onu tamamen unutup, bu yıkıntıların içinde, mutsuzluğun en derin girdaplarında unuta­caklar mıydı?

Elinden hiç bir şey gelmiyordu. Onlara ne diye­bilir, halinden nasıl haberdar edebilirdi ki? Kimse­yi duymak niyetinde değilmiş gibi görünüyorlardı.Gözleri yaş doldu ve birden ağlamaya başladı. Ağ­ladığını duysunlar istemiyordu. Zira onlara çok kı­rılmıştı. Bu kavganın sebebinin kendisi olduğunu düşündü bir an. İyi de, o, onlara ne yapmıştı ki? Çok uslu, sessiz bir çocuktu o. Onları üzmemek için elinden geleni yapıyordu.Ne kadar zaman ağladığı­nı bilmiyordu. Oturduğu yerde donmuş bir vaziyette kalakalmıştı.

Neden sonra sesler kesildi ama onun gözyaşları kesilmedi. Birazdan annesinin odaya sessizce gir­diğini hissetti. Onun yanına yaklaştı, kucakladı ve şiddetlice sıktı. Bu onun kırgınlığını almaya yetme­mişti. Gözyaşları akmaya devam ediyordu. Annesi yanındaydı ama sanki annesiz kalmış gibiydi. Onun dünyaları bütünüyle yıkılana kadar neden beklemiş­ti? Nerede kalmıştı? Anne her ihtiyaç duyduğunda yanında olan varlık değil miydi? Neden? Neden? diye yinelenen bir sorular yumağı vardı ki içinde, asla cevap bulacağa benzemiyordu. Bu büyükler en evvel bebeklerini hatırlaması gerekirken, onları en arkaya bırakıyorlardı.

“Siz beni sevmiyorsunuz!” dedi içini çekerek. “Beni sevseydiniz, ben bu kadar üzülüyorken yalnız bırakmazdınız. Ben size koşup, sarılmak isterken, siz kavga ediyordunuz. Ben sizin aranıza nasıl gire­bilirim ki? Belki de benim yüzümden kavga ediyor­dunuz” “Hiç öyle şey olur mu bebeğim. Sen bizim bir tanemizsin. Evimizin neşesisin.”

“Bir tanenizsem neden beni hiç düşünmüyor­sunuz? Ben burada yapayalnızım, kimsesizim. Siz beni unuttunuz. Neden kavga ediyorsunuz?”

“Seninle ilgili değil bir tanem. Bazen büyüklerin arasında problemler olabiliyor işte.”

“Mutsuzsanız ben size yardım edebilirim belki.”

“Canım benim, senin anlayacağın meseleler de­ğil bunlar.”

“O zaman neden anlayana sormuyorsunuz? Ben sizin üzülmenizi istemiyorum.”

“Bu çocuk da amma akıllı ha!” diye düşündü an­nesi. Onun üzüntüsüyle dağlanmış olarak odadan çıktı. Babasına gidip çocuğun durumunu ve derin bir üzüntü geçirmekte olduğunu anlattı. Babası da yavrusu için, her şeyini feda edecek kadar, onu çok seviyordu. Hemen onun odasına koşturdu, kucak­ladı minik kızını. Bunun üzerine kız daha çok ağla­maya başladı ve dedi ki;

“Siz kavga ettiğiniz zaman ben çok üzülüyo­rum. Kendimi, anne babasız hissediyorum. ya­payalnız hissediyorum. Beni sevmediğinizi dü­şünüyorum. Benim için hazırladığınız bu odayı da sevmiyorum. Oyuncaklarımı da sevmiyorum. Bebeğimi seviyorum ama onu da nasıl seveceği­mi bilmiyorum.” Sonra sordu,”Siz sevmeyi biliyor musunuz?”

Şaşırdı anne, baba. Sevmeyi bilmek? Bu nasıl soru böyle? Şok olmuşlardı. Bir yandan düşünür­ken, önce annesi sonra babası kucakladı, küçük kızı. “Olmadıııı” dedi küçük kız. İkiniz birlikte ku­caklamalısınız. Ben sizin bir ve beraber olduğu­nuzu ve benim de aranızda güvende olduğumu hissetmek istiyorum. Ben sizin kavganızı dinler­ken, oyuncak bebeğim üzüntüyle elimden düştü ve onu ne yapacağımı bilemedim. Siz de beni yere atmak mı istiyorsunuz? Sonra ben nasıl kalkarım yerden?”

“Biz seni nasıl yere atarız yavrum?” dedi, anne baba birlikte. “Ama attınız!” dedi küçük kız.

“Olur mu yavrum. Biz bir tanemizi yere atar mı­yız hiç? Seni yalnız bırakır mıyız?”

“O zaman bir daha kavga etmek yok tamam mı?”

“Tamam canım. Tamam yavrum.”

“Size güvenebilir miyim?

“ Elbette…”

Küçük kız kuşku ile baktı onlara. Güven vermek için tekrar tekrar kucakladılar. Nihayet tatmin ol­muş ki, yerden bebeğini aldı ve kucakladı. “Seni asla yere atmayacağım. Seni üzmeyeceğim.” diye güvence verdi, ona. “Şimdi çıkabilirsiniz…” dedi anne babasına. “Bebeğimi uyutacağım. Çok üzül­dü. Uykusuz kaldı da. Şimdi onun bana çok ihtiyacı var.” Sessizce çıktı ana baba. Çok büyük bir ders almışlardı ve bu dersi veren de minik kızlarıydı. Bu akıllı minik kızları ile ne kadar iftihar etseler azdı…

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*