Öyle bir kadim şehirdir ki Kudüs; dünya yüzünde Kabe’den sonra ikinci olarak inşa edilmiş mukaddes yapıyı barındıran ve birçok peygamberin ayak izlerini şuan bile takip edip, hissedebileceğiniz taşlarıyla, mabetleriyle ve insanlarıyla adeta konuşan, yaşayan bir şehir.
Adına Darüsselam ya da Jerusalem de dense selamın ve selametin olduğu ya da olması gerektiğine inanılan şehrin adıdır Kudüs. Şimdi gelin her birlikte Bismillah diyerek Beytü’l-Makdis’e gidelim.
Mescid-i Aksa ya da Beytü’l-Makdis İslâm’ın Harem diye adlandırdığı Mekke, Medine’den sonra üçüncü şehirdir. Doğu Kudüs’e ilk geldiğimizde rahmetli ecdadımız Kanuni Sultan Süleyman’ın inşa ettirdiği ve tüm şehri kuşatan surlarla karşılaşıyoruz. Surların kapısından içeri girince halet-i ruhîyenizi derinden etkileyecek bambaşka bir boyuta dalıveriyor adeta insan. Daracık sokaklarını hilal şeklindeki kemerlerin ve kim bilir kaç bin yıllık kadim taşların üzerinden yürüyerek Mescid-i Aksa’ya doğru ilerliyoruz. Sur içindeki şehir Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman mahalleleriyle iç içe. Sinangoglar, Kiliseler ve mescidlerle bezenmiş muhteşem bir mimari.
Adım adım yaklaştık ve Beytü’l Makdis’in kapısındayız artık. Kapıda tam teçhizatlı İsrail askerleri, “Müslüman mısınız?” sorusunu yöneltiyorlar. Harem bölgesi olduğu için içeriye sadece Müslümanların girişine izin veriliyor. Fakat ne acıdır ki, yaşanan son hadiselerden sonra ağlama duvarı tarafındaki kapıdan öğleden sonra bir saat kadar içeriye girebiliyorlar.
Mescid-i Aksa yani harem bölgesi sadece bir mescidlik bir yer değil 144 dönümlük arazinin hepsi mübarek ve haremdir. İçerisinde büyük zeytin ve çam ağaçlarının olduğu çok müferrah bir bahçeyle karşılaşıyoruz. İrili ufaklı kubbelerle bezenmiş, büyüklü küçüklü mescidlerle renklenmiş bir mabedler manzumesi. Öncelikle bizi kubbesi altın olan Kubbet-üs Sahra karşılıyor. Kubbet-üs Sahra’nın içinde Peygamber Efendimiz (asm) miraca yükselirken “Ben de geleyim ya Rasulullah” diyen bir kaya parçasının yerden bir miktar yükselerek havada asılı duran “Muallak taşı”nı ve Peygamber Efendimizin (asm) mübarek ayak izini görüyoruz. Peygamber Efendimiz (asm) Mirac Gecesi’nde burada yüz yirmi dört bin peygambere imam olup namaza kıldırmış. Muallak taşının altında on bir basamakla inilen küçük bir yer daha var ki burada eazım peygamberlere de ayrıca imam olup namaz kıldırdığı anlatılır. Burası ne huzur dolu müthiş bir mekan. Hz. Muhammed (asm), Hz. İbrahim (as), Hz. İshak (as), Hz. Yakup (as), Hz. İsa (as), Hz. Davut (as) adeta her adımda burada izini sürdüğümüz peygamberlerle berabermişiz gibi hissediyor insan. Tabi burada Beytü’l Makdis’e hizmet için adanan Hz. Meryem’i de hatırlayalım ki; bir hanım seyyah olarak Hz. Meryem’in hayat serüveni bambaşka izler bıraktı alemimde. Babasının Hz Meryem’i Beytü’l Makdis’e adaması. Zekeriya peygamberin onu yetiştirmesi, Hz. İsa’ya hamile kalması, doğumu ve o hayattayken oğlunun çarmıha gerilmesi kararı ve vakur duruşu…
Kubbet-üs Sahra’nın hemen karşısında Mescid- i Aksa Camisi var. Hemen yanında Kadim Aksa Mescidi ve biraz ilerisinde Mervan Mescidi bulunmakta. Kadim Aksa Camisi içerisinde büyük bir üniversite kütüphanesi ve derslikler de bulunuyor. Bu arada Filistin halkının eğitim seviyesi oldukça yüksek. Dünyanın en iyi mühendislerinin Filistinlilerden çıktığını duymak mutlu ediyor bizi. Yanımıza aldığımız Arapça-Türkçe Hutbe-i Şamiyeleri de kütüphaneye bağışlıyoruz müstehaklara ulaşması duasıyla…
Bizlerin misafir oluşu her halimizden belli olsa gerek ki; zamanın Meryemleri bizleri hasretle kucaklıyorlar. Uhuvvet ve Allah için olan muhabbeti öyle hissediyor ki insan, sanki yıllarca yolları beklenen sevdikleri gibi hissettiriyorlar bize. Sohbet sırasında birçoğunun eşinin şehit olduğunu ve oğullarının bilinmedik yerlerde hapiste tutulduklarını öğreniyor ve hüzünleniyoruz. Fakat onlardaki vakur duruş ve ne olursa olsun emaneti koruma bilincindeki ciddiyet gözümüzden kaçmıyor. Ayrıca misafirperverlikleri ile iftar sofralarına buyur ediliyoruz ısrarla. Hayat çok pahalı Kudüs’te. Bir bardak çay içseniz ki o da bir bardak poşet çay oluyor 7 TL ödeyip çıkıyorsunuz. Orada en pahalı içecek ise su. Bizler turist olarak tedbirliydik belki ama cidden ellerindeki toprakların, mahsulatlarının ve mal varlıklarının her gün ellerinden alınması hasebiyle Müslüman halk için geçim derdi cidden çok zor.
Beytü’l Makdis’in bahçesinde Burak Mescidindeyiz. Peygamber Efendimizin (asm) miraca çıktığı ve burağını bağladığı yere bir mescid inşa etmiş ki ecdat ki, burada namaza kılmak da nasip oldu Elhamdülillah. Burak mescidine her daim giremiyorsunuz. Kapısında bekleyen İsrail askerleri var. Burası Yahudiler için özellikle önemli çünkü Burak Mescidi’nin dış duvarı Yahudilerin Ağlama Duvarı dedikleri özel mekanları. Süleyman mabedinden kaldığına inandıkları bu duvarın önünde Yahudiler ağlamaklı bir sesle kendince ibadetlerini yapıyorlar.
Kudüs, sırlı ve gizemli bir şehir. Çok sesli bir tevhid şehri. Semalarında Davud’un borusunun çana karıştığı, çan sesinin ezana karıştığı ve nihayetinde bütün mabedlerin Rabbe ibadet vaktinin geldiğinin ilan edildiği muazzam bir şehir.
Bir sonraki durağımız Hıristiyanların hacı olabilmesi için çok özel mekanı olan Dolorosa yani Çile Yolu. Hıristiyan inancına göre Hz. İsa on bir havarisiyle Romalılar tarafından Zeytin Dağı’nda yakalanıp, çarmıhı sırtına yüklenip Kıyamet Kilisesi’ne kadar yürütüldüğü yoldur.
Hıristiyan hacılar yılın bazı günlerinde sırtlarında haç ile bu yolu yürüyorlarmış. Yolun sonunda Kıyamet Kilisesi var ki Hıristiyanlar için çok değerli. İnançlarına göre Hz. İsa çarmıha gerilmesinden üç gün sonra, naşını bugünkü Kıyamet Kilisesi’ne getirdiler ve buraya defnettiler. Sabahında, mezarın açıldığını, Hz. İsa’nın göğe yükseldiğini ve kıyamete yakın bir zamanda tekrar buraya geleceğine inanıyorlar. Hıristiyan mezhepleri arasında oluşan anlaşmazlıklar neticesinde Kıyamet Kilisesi’nin anahtarını ve her gün açılıp-kapanma işini Müslüman bir aileye verirler. Hz. Ömer (ra) zamanından beri bu görev iki Müslüman aile üzerindedir.
Şimdi de Zeytin Dağı’na çıkalım. Burası Beytü’l-Makdis’in tam karşısına düşen ve üç semavî dinin çok kıymet verdiği yerlerden birisidir. Hıristiyanlar için Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği yer burası. Yahudiler Mescid-i Aksa’ya çok yakın bir yer olduğu için burayı kutsal bilirler. Onlara göre kıyamet koptuktan sonra cennete ilk zeytin dağında defnedilenler girecek. Fiyatı dudak uçuklatacak derecede yüksek olan bu mezarların bir tarafı deliktir. Sebebi ise kıyamette onların mesihi ilk uyanacak ve anahtarla kabirlerini tek tek bu deliklerden açacak. Müslümanlar için anlamı ise “Vettiyni vezzeytuni, Ve turi siyniyne, Ve hazelbeledil’emiyni” deki incire, zeytine, Sina Dağı’na ve emin beldeye yemin olsun ki, ayetlerindeki zeytin, bir manasıyla buradaki zeytin dağına işaret etmektedir. Binler yıllık zeytin ağaçlarının bulunduğu bu dağa Kudüs’ün fethi için gelen yüzlerce sahabenin çadırlarının kurulduğu yerdir. Sahabelerden ve Eyyuûbilerden bir çok şehit vardır bu tepede. Hz.Selman-ı Farisi’nin makamı ve Hz. Rabia-tül Adeviyye’nin kabri de bu dağın eteklerinde bulunmaktadır. Zeytin dağı ziyaretimiz esnasında Selahattin Eyyübi ve ordusunun bu şehri tekrar haçlılardan geri alması ve bu şehre yaptığı hizmetleri de hayırla yad ediyoruz.
Ve El Halil. Açıkçası Kudüs’e giderken az çok Kudüs hakkında malumat sahibi olmuştum. Fakat bizi Kudüs’e 32 km uzaklıkta öyle bir şehre götürdüler ki mahzun, mağdur, mazlum ve gözü yaşlı bir mabedmiş durağımız. İçinizin burkulduğu, kalbinizin inceden inceye bir sızı ve mana veremediğiniz bir hüzünle gidersiniz buradaki El-Halil Camisi’ne. Çünkü bugün bu cami enteresan bir abluka altına alınmış. İsrail turnikelerinden, ciddi güvenlik kontrollerinden geçilmekte. Girişte turnikelere takıldığınız gibi çıkışta da turnikelerle sizi mecburi istikamet tayin ettikleri yoldan geçiriyorlar. Her taraf tellerle çevrilmiş tepelerinde eli silahlı asker müstebidlerinin önünden başı önünde sanki utançla çıkıyor insan.
Girişte Hz. İbrahim’in (as) eşi Hz. Sare validemiz karşılıyor bizi adeta anne şefkatiyle. Mahzunca sokuluyoruz yanına, dilimizden Fatihalar dökülürken gönlümüzün taştığını sanki hissediyorcasına nazlanıyoruz. Sonra devam ediyoruz biraz ileride Hz. İshak (as) ve eşi Hz. Rıfka. Allahım peygamberler huzurunda olmak ürpertiyor bizleri. Bir Filistinli camide bulunan kuyuyu açıyor ve bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Kandil yağlarını alıp kuyunun içerisine sarkıtıp diyor ki Hz. Yusuf’un (as) kabri orada. Hz. Yakup (as) ve eşi Lia da burada medfun. Önce taaccüb ediyoruz. Ey Yusuf (as) peygamberim hayatın zindanlarda ve kuyularda geçti. Vefatın sonrasında da kuyulardasın. Fakat sonradan öğreniyoruz ki bu cami aslında bir mağara imiş ve tüm peygamberlerin kabirleri mağaranın içerisindeymiş. Cami inşaatı sonrasında sandukalar konulmuş.
Evet ziyaretlerimiz sırasında gözlerimiz atamız Hz. İbrahim’i (as) arıyor ve bir kapıdan daha içeriye giriyoruz. Ve karşımızda “İbrahim Halil” yazısını okuyoruz. Ey Eazım Peygamber, ey Allah’ın Halili, ey küçükken Rabbini arayan, ey putları yıkan, ey ateşe atılan, ey evladını kurban eden, ey Hz. İshak ve Hz. İsmail’in babası, İshak ve İsmail’in torunlarının paylaşamadığı, Ey Resulullah’ın dedesi.. Ve gözyaşları sel olur, dualarda kelimeler kifayetsiz kalır ve sadece gönülden gönüle bir bağ kurulur da onunla konuşur insan.
Ve bir peygamberî koku dolar mekana, aman Ya Rabbi. Çektikçe çekersin bu mis kokuyu. Evet oradadır ve haberdardırlar ve bize hoş geldin derler belki de. Hiç bitmesin istediğimiz anlar oldu orada yaşadıklarımız. Hz. Meryem’in kabrini ziyaret için bir kiliseye, Hz. Davut peygamberin kabrini ziyaret için bir sinagoga girip orada Cevşen okumak da ayrı bir tecrübeydi bizim için. Rabbim tekrar ziyaretlerine gidebilmeyi nasip eylesin.
Hasıl-ı kelam, Hz. Peygamber Efendimiz (asm) buyurdular ki; “İmkanı olan Kudüs’e gitsin ve namaz kılsın, gidemeyense oranın kandiline yağ göndersin.” Rabbim bu peygamberler hürmetine bizleri ve ümmetini sahil-i selamete çıkarsın…
*Halide Keçeli