Elini uzatıp dokunmak… Cildinin kalınlığını yoklayıp, ağırlığını tartmak. Kapağını usulca açıp, sayfalarını yavaş yavaş çevirmek. Kelimelerin üzerine dokunmak. Yüzüne iyice yaklaştırıp yakından bakmak. Kokusunu içine taa içine çekmek… Ve muhabbetin tezâhürü ile bir bûse kondurmak ve dostuna sarılırcasına sıkıca sarılmak. Kalbinin atışlarına mâkes bulurcasına öylece kalmak… Neden sonra usulca oturup, tekrar açmak…
Duygu silsilesine akıl melekesini de ekleyerek okumaya başlamak… Tane tane… Kelimeleri içercesine, içine sindirerek okumak. Okuduklarıyla hâllenmek isteyen ruhunun çırpınışına kulak vererek sesli sesli okumak. Kâinata yayılmasını istercesine haykırmak. Fakat okuduğu hakikatlerin mânâ itibâriyle haykırdığını fark edip sesini yumuşatmak… Latif bir ses tonuna bürünüp hoş bir sedâ ile kubbeyi doldurmak… Engin bir deryada yüzercesine, kuş sesleriyle coşarcasına, en leziz meyveyi tadarcasına, şemsin şuâlarıyla aydınlanırcasına okumak okumak… Ve son sayfa… Hüve’l – Bâkî…
Kitabın arka kapağını kapatmaya kıyamadan öylece düşüncelere dalmak… Öyle güzel ki hissedilenler, öyle tatminkâr ki içindeki fikirler… Ya diğer insanlar… Kendisinden mekanca uzakta olanlar. Keşke onlarda aynı hissiyât ve fikriyâta bürünebilseler. Keşke onlar da bu kitaba ulaşabilseler.
O hâlde gitmek ve taşımak gerek. Dostlara gitmek, kitabı ise taşımak.
Taşımak için önce bu nadide kitabı sarıp sarmalamak gerek. Temiz kağıt yahut bezlere iyice sarıp, sağlam iplerle güzelce bağlamak. Yol uzunsa, dağlar ve tepeler aşılacaksa çok daha dikkat gerek. Duyguları menhus, fikirleri şerre çalışanlardan muhafaza gerek.
Ve tüm tedbirleri alıp yola çıkmak… Yürümek… Yürümek… Ağır bir eşya taşınırken; vakit geçtikçe, yol aştıkça ağırlık artar. Yolun başındaki ağırlığı kolayca taşıyan kol, yolun sonunda tâkâtten düşer. Tabi bu hâl maddiyat için geçerlidir. Oysa neşr-i envârı Kur’âniye için taşına bir kitap nur doludur. Nur, maddeden tecerrüd etmiştir. Bundan dolayı taşıyana da yük değildir. Hatta taşıyanda maddiyattan uzaklaşarak ulvî bir hâlete bürünür. Sıcak, soğuk, tazyikât, hastalık, yorgunluk, gecenin karanlığına rağmen menzil-i maksuda varılır. Ve teslim edilir dosta kitap…
Sevinç ve şükür hisleriyle alınıp itina ile açılır. Üzerindeki kağıt yahut bez özenle katlanır, başka taşımalar için saklanır. Ve kitapla karşı karşıyadırlar. Ruhu okşayan, kalbe ferah veren o ismi gözleri okur, dilleri terennüm eder. “Risâle-i Nur”
Ve yine yeniden büyük bir heyecanla ve iştiyakla tatlı tatlı okunur.
Okundukça taşınır, taşındıkça okunur.
Taşımaya niyet edip yola çıkanlar hep ilk taşıyanları hatırlarlar.
Sıddık, Nurun İskele Memuru, Santral Sabriyi, Abdullah Çavuşu ve daha niceleri…
Tıpkı onlar gibi olmak duası, heyecanı ve şevkiyle sarılırlar neşr-i envârı Kur’âniyeye…