Birleşmiş Milletler 21 Mart’ı resmi “Dünya Down Sendromu Günü” olarak tanıdı. Üçüncü ayın, yirmi birinci günü olması ise, Down sendromlu insanlarda yirmi birinci kromozomun üç tane oluşunu simgeliyor. Bizler de bu bağlamda Down Sendromu Derneği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Fulya Ekmen’le Down sendromu çeşitleri, eğitim süreçleri, hedefleri hakkında konuştuk.
Öncelikle Down sendromu hakkında sizlerden kısa bir bilgi alalım.
Öncelikli olarak Down sendromu bir hastalık değil, genetik bir farklılıktır. Down sendromlu kişiler bir fazla kromozomla dünyaya geliyorlar, yirmi birinci kromozomları üç tane oluyor. Genetik bir farklılık olduğu için herhangi bir tedavisi yoktur. Ama Down sendromunun oluşturduğu zihinsel ve fiziksel gelişim geriliğine destek, etkilerini azaltacak yöntemler mevcut. En önemlisi, eğitim. Biz Down sendromlu bebeklerimizin çok erken yaşta, genelde bir aylık olduktan sonra eğitime başlanmasını istiyoruz ve ailelere de bunu tavsiye ediyoruz. İlk olarak Uzman fizyoterapistler tarafından bebeğin durumuna, kapasitesine göre çalışmalar yapılıyor. Genelde ‘bobath’ denilen bir terapi kullanılıyor. Çocukların, bebeklerin; başını tutabilmesi, dönebilmesi, zaman içerisinde bağımsız olabilmesi, düzgün bir şekilde yürüyebilmesi için gerekli olan çalışmaları yapıyorlar. Burada önemli olan şey, Down sendromlu bebekler diğer bebeklere göre daha hipoton, yani kasları daha zayıf, eklemleri daha esnek oluyor. Eklem esnekliği demek, mesela bir balerin gibi bacağını çok rahat açabilir ya da bir jimnastikçi gibi. Bu yüzden de bazı hareketleri yaparken örneğin oturmadan emeklemeye ya da emeklemeden yürümeye geçişte farklı yöntemler geliştirebiliyorlar. İşte bunların düzgün bir şekilde olması ve büyüdüklerinde vücutlarının, duruşlarının, postürlerinin düzgün olabilmesi için biz tüm bebeklerimizin birinci aydan itibaren fizyoterapi eğitimini almalarını istiyoruz. Daha sonra bu eğitimlere altı aydan sonra bireysel eğitim, bir yaşından sonra dil terapisi gibi destek eğitimlerin eklenmesi gerekiyor.
Üç tip Down sendromu vardır:
Trisomy 21: Down sendromlu nüfusunun yüzde doksan-doksan beşini oluşturan standart tiptir. Bu tipte fazladan bir adet 21. kromozom yumurta veya sperm hücresinden gelmekte veya döllenmenin daha ilk aşamalarındaki bir noktada yanlış bölünme nedeniyle (yani kromozomlar bölünürken birbirine yapışık kalması ve bu yapışıklığın bir taraftan 2 diğer taraftan da 1 kromozom gelmesine yol açması nedeniyle) yeni hücreler 3’er adet kromozom ile toplam 47 kromozom olarak oluşurlar.
Translokasyon: Down sendromlu nüfusunun yüzde üç-beşini oluşturan tiptir. Bu tipte 21. kromozomun bir parçası koparak başka bir kromozoma (örn. 14. kromozom gibi) yapışmaktadır. Birey adet olarak 46 kromozoma sahiptir ama genetik bilgi olarak 47 kromozom bilgisi vardır. Burada da 21. kromozom 3 adet olduğundan birey standart tipteki aynı özellikleri gösterir. Down sendromunun diğer tipleri kalıtımsal değildir. Yalnız translokasyon tipte ebeveynlerden bir tanesinin taşıyıcı olması durumunda Down sendromu kalıtımsal olmaktadır. Bu oran yüzde otuz üçtür. Eğer taşıyıcı anne ise translokasyon Down sendromlu çocuk doğurma ihtimali yüzde yirmi, taşıyıcı baba ise yüzde iki- beş arasındadır. Translokasyon tipte ileriki doğumlardaki risklerin bilinmesi açısından genetik danışmanlık daha önemli olmaktadır.
Mozaik: Down sendromlu nüfusun yüzde iki-beşini oluşturan tiptir. Bu tipte bazı hücreler 46 kromozom taşırken bazıları 47 kromozom taşımaktadır. Yanlış bölünme döllenmenin ileri aşamalarında gerçekleştiğinde bir hat 46 kromozom diğer hat ise 47 kromozom olarak devam eder ve mozaik bir yapı oluşturur.
Hangi grupta olursa olsun sonuçta bir gelişimsel gerilik yaşıyor bu çocuklar. Bunun da çözüm yöntemi erken dönemde eğitimden geçiyor. Burada ailelerin dikkat etmesi gereken şey, bebeklerinde translokasyon tip çıkarsa, yani anne ya da babada bir taşıyıcılık varsa diğer çocuklarda da yani sonradan doğacak çocuklarda da Down sendromlu olma riski yükseliyor. O yüzden bu anne babalara genetik danışmanlık daha fazla tavsiye edilir.
Bu durum bebek anne rahmindeyken tespit edilebiliyor değil mi?
Annelere hamilelik esnasında birtakım testler yaptırıyoruz. İkili testler, üçlü testler, dörtlü testler deniliyor. Anneden kan alınıyor ve belli birtakım farklılıkların oranlarına, yüzdelerine bakılıyor. Yalnız bunlar kesin sonuç veren testler değil, sadece riski belirtiyor. Mesela size istatistiksel verilere göre binde bir ya da on binde bir Down sendromu olma ihtimali var diyebiliyor. Ama bu kesinlikle olacak anlamına gelmiyor. Böyle bir ihtimal çıktığı zaman bebeğin ültrason görüntülerine, ense kalınlığı, kol bacak boyları, parmak yapısı, kalpte ya da organlarda bir anomali var mı diye bakıyorlar. Bunlarla beraber doktorlar genelde hepsini bir arada değerlendiriyor ve aileye bir risk haritası çıkarıyorlar.
Riski yüksek çıkanlara kesin sonuç için amniyosenteze yönlendirilir. Yani anne karnından sıvı alınmasıyla bebeğin kromozom sayısına bakılır. Son senelerde başka bir test daha çıktı. Annenin kanı alınarak, bebeğin kromozom yapısına bakılıyor. Amniyonsentezde bazen düşük riski olabiliyor o yüzden anne kanından yapılan bu test daha çok tavsiye ediliyor. Ama bu test henüz sigorta tarafından karşılanmıyor.
Eğitim takvimleri bir aylıkken başlıyor demiştiniz, şöyle genel hatlarıyla o takvimi verebilir misiniz, neler yapılıyor?
Doğan her çocuk kendine özel ve eşsizdir. Hepimizin zayıf ve güçlü yönleri, farklı bir öğrenme yöntemi var. Hepimizin zeka kapasitesi, duygusal zeka kapasitesi birbirinden farklı. Aslında hepimizin çocuğu bunlar göz önünde bulundurularak daha bireyselleştirilmiş eğitim programlarıyla büyütülüyor. Okul zamanında da okul öncesinde de bu böyle. Down sendromlu bebekler için ilk olarak bir aylıkken fizyoterapiye başlamalarını tavsiye ediyoruz ve fizyoterapide öğrenilen şeyleri her gün ailelerin evde tekrar etmesini, günlük yaşam içerisinde bebeklerini taşırken, beslerken, giydirirken onları nasıl destekleyeceğini, nasıl gelişimine faydalı olabileceğini öğrenmeleri gerektiğini söylüyoruz. Bu eğitimler bunları kapsıyor. Fizyoterapide ‘bobath’ terapisi dediğimiz bebekle oynayarak onun kendi kendine hareket etmesini teşvik ederek, bir şeyler öğretiliyor. Bu düştüğümüzde ya da bacağımızı kırdığımızda gittiğimiz fizik tedavi gibi bir şey değil. Çeşitli oyunlarla bebeklerin kendi kapasitelerini kullanabilmesi, onları motive ederek, hareketi kendilerinin yapmasıyla alakalı bir şey. Bundan sonra bebeğin gelişimine göre bu tarihler ve eğitimler tabi ki değişiyor. Özel eğitimciler, uzmanlar bebeğin gelişimine bakarak aileleri daha iyi yönlendirecektir ama altı aydan sonra artık yavaş yavaş bireysel yani birebir eğitim dediğimiz hayvanları tanıma, eşleme gibi gelişim basamaklarına göre çalışmalara başlıyorlar.
Biz bir yaşına gelindiğinde dil terapisine başlanmasını tavsiye ediyoruz. Ülkemizde her bölgede bu konuda uzman dil terapisti bulmak mümkün değil. Aileler bu konuda zorlanıyorlar. Çoğu çocuğumuz geç yaşta dil terapisine başlıyor. Dil gelişimi bizim çocuklarımızı zorlayan bir gelişim basamağı ve tecrübelerimizden görüyoruz ki, dil terapisi alan ile almayan arasında konuşma aşamasında çok fark var. Yaklaşık otuz bine yakın aileye danışmanlık yapıyoruz ve bu terapiye ulaşmalarını tavsiye ediyoruz. Bizi arayan ailelere, nasıl bir yöntem geliştirebilirler, hangi kaynaklara ulaşabilirler konusunda bilgi veriyoruz.
Otuz bin danışan aile çok yüksek bir sayı değil mi?
Evet, sadece aile demeyelim aslında. İçinde uzmanlar, bu konuyla ilgilenen öğrenciler de oluyor. Özellikle sosyal medyanın gelişmesiyle birlikte artık daha fazla kişiye ulaşabiliyoruz.
Ama birebir adresine ve çocuğunun sağlık durumuna kadar çok yakından takip ettiğimiz üç bin üzerinde ailemiz var. Sosyal hizmet uzmanlarımızla hem bilgilendirme yapıyoruz, hem de psikologlarımızla destek veriyoruz. Çok farklı programlar yürütüyoruz. Derneğimizde yoğun olarak özellikle yetişkin Down sendromlulara yönelik, istihdam ve bağımsız yaşam çalışmaları yapılıyor. Çünkü Türkiye’de bu alanda çok boşluk var.
Hedefiniz doğumla birlikte birinci aydan başlayıp, eğitimlerle onları kendi hayatlarını tek başına idame ettirebilecek bir seviyeyi taşımak öyle değil mi?
Tabi ki şöyle söyleyeyim, benim de dokuz yaşında Down sendromlu bir kızım var. Özel gelişim gösteren bir çocuğunuz varsa, çocuğunuza verdiğiniz maddi-manevi destek ve yatırım çok büyük oluyor. Eğer ki biz bunun sonucunda çocuklarımızın tamamen olmasa da olabildiğince bağımsız yaşamasını, bir işte çalışıp verimli olabilmesini hedeflemezsek şayet, bu eğitimleri vermemizin çok bir anlamı kalmıyor. O zaman bu kadar yatırım niye diye düşünüyorum. Biz anne-babaları öldükten sonra çocuklarımız kimseye muhtaç kalmadan kendi bakımlarını yapabilsinler, işlerine gitsinler, bizler gibi mutlu verimli bir hayat yaşasınlar, onların da kendi çevrelerinde bir sosyal yaşantıları olsun, saygı görsünler, insanlık onuruna yakışır şekilde yaşasınlar, tüm bu eğitimlerin hedefi bu. Şuana kadar kırk üç gencimizi farklı şirketlerde işe yerleştirdik. Sadece İstanbul’da da yürümüyor bu projeler. En son Zonguldak’ta bir yerleştirme yaptık, şimdi Tokat’ta yapacağız. Yani Türkiye’nin farklı şehirlerinde çalışmak isteyen gençlerimizi işlere yerleştiriyoruz ve çalıştıkları sürece takip edip onların gelişimini desteklemeye çalışıyoruz. Eğer hedefimiz bu olmazsa büyük samimiyetle söylüyorum ki, ne devletin verdiği hizmet, ne ailelerin verdiği emek yerine ulaşmaz, sonuca odaklanıp ona yönelik çalışmalıyız. Yoksa çocuklarımız okul bittikten sonra eve kapanıyorlar. Bütün kazanımlarını unutuyorlar. Kullanmadıkları için, okuma yazmayı, dört işlemi unutabiliyorlar. Arkadaşları olmadığı için depresyona giriyorlar, içlerine kapanıyorlar. O zaman aileler şunu soruyor ben bunun için mi bu kadar sene emek verdim. Bu hem aileler, hem gencimiz, hem de toplum için büyük bir yıkım. Bence bunun yolu da Down sendromlu gençlerin istihdamı ve bağımsız yaşamaları sonucunu hedeflemekten geçiyor. Bu konuda devletin çok ciddi politikalar üretmesi gerek. Biz çalışmaya devam ediyoruz. Hedefimiz devlet nezdinde bunun bir zihinsel engelli istihdam politikasına dönüşmesi, inşallah bu da olacak, çok güzel çalışmalar yapılıyor devamı da gelecektir.