Saatler hep bu ezgi ile zamanlarını doldururlar. Saniye olur önce, daha sonra dakika olur, ilerler saat olur ve yirmi dört saat ile bir gün olup, ömrünü bu tik taklarla doldur. İnsan olarak bu nazarla baktığımızda Rabbimiz bize her gün için yirmi dört saat vermiş. Sadece bize değil kainatta olan her şeye, bütün mevcudata bu zamanı bahşetmiş.
Birazcık düşünelim mi?
Güneş, Hz. Adem’den (asm) beri her gün, hiç aksamadan, bir saniye bile kendisine verilen zamanını şaşırmadan Cenab-ı Hakkın “Kün” emrine uyup, doğar ve batar.
Karanlık da keza her gün hiç şaşmadan, vazifesini aksatmadan, gecesiyle mevcudata dinlenme, yenilenme/tazelenme ve ertesi güne hazır olmaları için Cenab-ı Hakkın “Kün” emrine itaat edercesine vazifesini yerine getiriyor.
Elhasıl: Her gün güneş doğar ve batar, vazifesini o gün için tamamlar; aydınlık vazifesini bitirir yerini karanlığa verir, karanlık vazifesini yapar, doğacak güneşi bekler… Ve bu her gün, her gün hiç şaşmadan olur.
Kâinatta şuursuz olan bunun gibi sayamayacağımız daha nice mevcudât, hiçbir şekilde vazifesini aksatmadan “Kün” emrini yerine getirir.
Bu kadar vazifedar, görevli, emirber mevcudât insanlığın hizmetine verilmişken; insanlığın hayatını kolaylaştırıp, onları imkân dairesinde tutmuşken; nasıl olur da şuurlu olan insan, Rabbine karşı olan bu şükrü iman vazifesi olarak yerine getirmesin? Kâinatın bu tesbihine gözünü kapatıp, yalnız kendisine gece yapsın.
Evet tik tak, tik tak, tik tak dedik yazımızın en başında…
Her günümüz bu ezgi ile ilerler. Tik taklar yirmi dört saatini dolduruyor her bir günü içinde hayatın… Ömür geçiyor. İnsan ise hiç ölmeyecekmiş gibi hayatını sürdürüyor. Yirmi Birinci Söz’ü okumaya başlarken bir ayet gözümüze ilişiyor: “Şüphesiz namaz, müminler üzerine belli vakitler için farz olarak yazılmıştır.”1
Gelin biraz tefekkür edelim. Resûl-i Ekrem (asm) Mîraç gecesinde birçok İlâhî tecelliye, hitâp ve iltifata mazhar kılınmış. Bunlardan biri de şüphesiz namazdır. Namaz, esasen insanlık için elli vakit olması gerekirken, beş vakit olarak indirilmiştir. Cenab-ı Hak ilk önce her gün için elli vakit namazı farz kılmış. Peygamber Efendimiz (asm), dönüşünde Hz. Musa’ya (as) uğramış ve aralarında bir muhavere geçmiştir.
Hz. Musa: “Allah Teâlâ, ümmetine neyi farz kıldı?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz (asm) “Elli vakit namazı farz kıldı.” dedi.
Bunun üzerine Hz. Musa, “Rabbine dön ve eksiltilmesi için niyazda bulun. Ümmetin buna takat getiremez.”dedi.2
Peygamberimiz (asm) dönüp, Cenab-ı Hakka namaz beş vakit olana kadar niyazda bulundu. Böylece beş vakit namaz müminler üzerine farz kılındı. Tekrar konuya dönecek olursak, acaba her gün elli vakit namaz kılacaksın denilseydi, kılabilir miydik?
Rabbimiz bize rahmetinin bir tecellisi olarak namazı elli vakitten beş vakte indirdi. Biz ise hâlâ namaz kılıp-kılmamakta, kazaya bırakmakta, her ezan okunduğunda kalkıp abdest almakta zorlanıyoruz. “İnsan çok zalim, çok cahildir.”3 İnsan hiç ölmeyecekmiş gibi ömür tik taklarını, saatlerini; dünyanın geçici hevesleri için ebedi bir ahirete tercih ediyor.
Yine Yirmi Birinci Söz’de: “Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat’î senedin var mı ki gelecek seneye belki yarına kadar kalacaksın? Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyif için ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasa idin ki ömrün azdır hem faydasız gidiyor. Elbette onun yirmi dörtten birisini, hakiki bir hayat-ı ebediyenin saadetine medar olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek; usanmak şöyle dursun, belki ciddi bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.”
Üstadımız formülü vermiş aslında… Burada sonsuz yaşayacağını zannetme, sen misafirsin. Yirmi dört saatten, bir saatini ahiretin için yararlı olan beş vakit namaza ver ki kurtuluşa erenlerden olasın demek isteniyor.
Oysa her gün ekmek yeriz, su içeriz, havayı teneffüs ederiz. Bunlar bize usanç verir mi? Vermez tabii ki… dediğinizi, duyar gibiyim. Madem usanç vermiyor, çünkü ihtiyacımız olduğu için lezzet bile alıyoruz. Aynı şekilde bedenimizi hayatımızı idame etmek için ekmek, su, hava teneffüs ediyorsak; bizim hane-i cismimiz olan ruhumuz, kalbimiz ve diğer sair duygularımızın, latifelerimizin de manevi lezzete ihtiyacı var. Bunun için farz olan beş vakit namazı kılmalıyız ki kalbimiz gıdasını alsın, ruhumuz hayatlansın, duygularımız nurlansın.
Tik tak, tik tak, tik tak… Bu mecazi tik taklar, bize Cenab-ı Hakkın emaneti. Eğer ki biz yirmi dört saatten bir saatimizi Cenab-ı Hakka satsak, Cennet gibi bir fiyat veriliyor. Daha ne olsun.
Sevdiğimiz bir arkadaşımızdan bize bir hediye gelse seviniriz, ona teşekkür ederiz. Peki bizi yokluktan varlık alemine çıkaran, dünyaya gönderen, dünyada bizi misafir edip, sayısız nimetli sofralarını önümüze seren, bize anne, baba, kardeş, eş ve dost veren, bizi arzın halifesi kılan Rabbimiz’e, bütün bu nimetleri için nasıl teşekkür ederiz? Bu şükür ancak beş vakit namazla, sürekli O’nu tesbihle olur. Vesselam!
Dipnotlar:
1. Nisa sûresi.
2. Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı/ Salih Suruç
3. Ahzab Sûresi