Eğer eşya kendi nefislerine isnad edilirse, her bir zerreye bir ulûhiyet lâzımdır. Meselâ, Ayasofya’nın bânisi inkâr edildiği takdirde, her bir taşı bir Mimar Sinan olması lâzım geliyor.1
İslâm âleminin ve dünyanın en büyük mimarlarındandır. Mimarî dehasından ve meydana getirdiği birbirinden güzel eserlerinden dolayı “Koca Sinan” lakabıyla anılmaktadır. Birbirinden güzel üç yüz altmış dört esere imza attığı gibi, başta Ayasofya Camii olmak üzere, birçok eseri restore ederek günümüze kadar gelmesine katkıda bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok yerinde inşa ettirdiği eserler, yükselme döneminin ihtişamını gösteren en önemli eserlerdir. Ömrünün sonuna kadar mimarî faaliyetlerini sürdürmüş, Selimiye Camii gibi bir şaheseri seksenli yaşlardayken yapmıştır. Risale-i Nur’da Mimar Sinan ismi, yaratılışın Cenab-ı Hakka verilmeyip, kendi kendilerine verildiği zaman, her bir taşın, zerrenin Mimar Sinan kadar bir maharete malik olmaları gerektiğine işaret edilmektedir.2
Sinan, 1940 tarihinde Kayseri’ye bağlı Ağırnas köyünde doğdu. Yavuz Sultan Selim zamanında İstanbul’a geldi. Acemi Oğlanlar Kışlası’nda iyi bir eğitimden geçti. Burada verilen eğitimle, temel askerî eğitim değil, bunun yanında inşaatlarda ve gemilerde çalıştırılma yoluyla yetenekleri doğrultusunda, değişik meslekler edinmeleri de sağlanmaktaydı. Böylece bu ocağa gelenler, askerî sıfatlarının yanında bir de meslek öğrenirdi. Sinan da burada marangozluk (neccarlık) mesleğini öğrendi. Sinan’ın buradaki eğitimi dokuz yıl sürdü. Bu arada ordu ile birlikte İran ve Mısır’a gitti.
Sinan, Kanunî’nin 1521 Belgrad Seferi’ne Yeniçeri olarak katıldı. Bir yıl sonra Rodos Seferi ve 1526 yılında Mohaç Meydan Savaşı’na katıldı. Katıldığı sefer ve savaşlarda gösterdiği başarılardan ötürü taltif ve terfilerle çeşitli dereceler aldı. Ustalık ve maharetini ilk olarak 1533 yılında gerçekleştirilen İran Seferi’nde gösterdi. Van Gölü sahiline gelindikten sonra ihtiyaç duyulan üç kadırgayı iki hafta gibi kısa bir sürede yapıp donatması, sadrazamı son derece memnun etti. Gemilerin idaresi de kendisine verildi. Sefer dönüşünde Yeniçeri Ocağı’nda önemli bir makam olan Hasekilik rütbesinin kendisine verilmesi itibarını önemli ölçüde arttırdı.
Sinan, 1538 yılında Kara Buğdan seferine katıldı. Prut Nehri’ni geçmek için köprü yapılması işi, zeminin kayganlığından dolayı bir türlü başarılamıyordu. Bu görevin Sinan’a verilmesinin ardından, ordudaki bütün mimar ve marangozları topladı. On üç gün gibi kısa bir sürede köprü yapıldı ve ordunun karşıya geçmesi sağlandı. Onu bilen ve maharetlerine tanık olan Lütfü Paşa’nın teklifiyle 1538 yılında, 35 yıl boyunca büyük bir başarıyla sürdüreceği, Hassa Başmimarlığı’na getirildi. Bu göreve getirilmeden önce, ordu içindeki yetişme çağında İran, Suriye, Irak ve Mısır’ı gezip gördüğü gibi, tüm Balkanları, Macaristan’ı ve Viyana’ya kadar olan bölgeleri yakından görüp tanıma fırsatını elde etti. Bu dolaşma ve seyahatler, muhtelif yerlerde mimarlık kabiliyetini vücuda getirdiği eserleriyle ortaya koymasında olumlu etki yaptı. Başmimarlığa getirildiğinde yaşı elliye yaklaşmıştı.
Mimarbaşlığa getirildikten sonra Macaristan’daki Budin’den ve Kırım’ın Gözleve’sinden Mekke’ye kadar, imparatorluğun muhtelif beldelerinde, şaşılacak bir sürat ve maharetle sayısız eserlere imza attı. İlk önemli ve –kendi tabiriyle- çıraklık dönemi eseri Şehzadebaşı Camii ve Külliyesidir. Süleymaniye ve Selimiye ile oluşturulan bu üç büyük eseri, aynı zamanda sanatının gelişim dönemlerine de tanıklık etmektedir. İstanbul’daki en muhteşem eseri olan Süleymaniye Camii kalfalık döneminin eseri addedilirken, en muhteşem eseri olan ve Edirne’de bulunan Selimiye Camii de ustalık eseri olarak kabul görmektedir. Bu derecelendirme de kendi ifadelerine dayanmaktadır.
Şehzadebaşı Camii’ne elli dört yaşında başlayan Mimar Sinan, bu eseri dört yılda tamamladı. Mimarbaşı olarak vücuda getirdiği bu eserinden sonra, çok sayıdaki diğer eserleri de arka arkaya gelmeye başladı. Altı ve sekiz köşeli şemalar üzerine oturttuğu kubbelerle orta büyüklükte olan camileri İstanbul’un dört bir yanında inşa etti. Bu imar faaliyetlerinin bulunduğu semtlerde önemli ölçüde bir canlanma meydana geldi. Selçuklu mimarîsiyle beraber, batıdan doğuya birçok yeri görüp, eserleri tanıma imkânına sahip olmasına rağmen körü körüne taklitçiliğe girmedi. Eserlerine kendine özgü süsleme ve motifleri nakşetti. Gösterdiği maharetiyle devletin en parlak dönemine yakışır sanat şaheserleri meydana getirdi. Üzerinden asırlar geçmesine rağmen eserleri dimdik ayaktadır ve görenlerin büyük hayranlığını celbetmektedir.
Yaptığı sayısız eserleriyle ulaşılması zor bir dereceye yükselen Mimar Sinan, 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen, 48 hamam inşa ettirdi. Bu eserleriyle, imparatorluğun zirve döneminde kendisine düşeni en güzel şekilde yerine getirdi. Seksen yaşında yaptığı muhteşem Selimiye Camii, birçok yeniliği ve inceliği de göstermektedir. 31.5 m. çapındaki büyük kubbesi, sekizgen biçimdeki gövdesi ve etrafını saran zarif minareleriyle çok uzaktan kendini belli eden bu eser aynı zamanda sanatkârını, dünyanın gelmiş geçmiş büyük mimarları arasında gösteren mümtaz bir eser hüviyetine büründü.
Mimar Sinan, sadece yeni eserler meydana getirmekle kalmadı. Mimarbaşlığı döneminde muhtelif konulara da el attı. Ayasofya’nın restorasyonu için büyük emek sarf etti. 1573 yılında kubbesini onardığı gibi, yaptığı takviyelerle eserin günümüze kadar gelmesinde etkili oldu. Diğer taraftan şaheserlerinin yakınında ve etrafında inşa edilerek görüntünün bozulmasına sebep olan yapılaşmayı engellemek ve onları yıkmakla da uğraştı. Diğer taraftan İstanbul’un dar cadde ve sokaklarının genişletilmesi için çaba harcadı. Dar sokakların, yangınlara müdahaleyi güçleştirdiğini ve bunun büyük tehlikelere sebep olacağına dair bir ferman yayınlanmasını sağladı. Kaldırımlarla ilgilendiği gibi bunlara harcanmak üzere vakfiyesinden de para ayırdı. Ömrünün son demlerine kadar çalışan, ulaşılması zor eserler silsilesi vücuda getiren, seksen yaşında Selimiye Camii gibi bir şaheseri inşa eden Mimar Sinan, 17 Temmuz 1588 yılında Hakkın rahmetine kavuştu. Süleymaniye Camii’nin yanında bulunan türbeye defnedildi. Görkemli türbelerin inşasına imza atmasına rağmen, kendisi için son derece mütevâzı ve sade bir türbe yapmıştır. Mezarlıkta fark edilmeyen Koca Sinan, her eseriyle dimdik ayakta durmaya devam etmektedir.
Dipnot: 1. Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye. 2. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler. Kaynak: Yeni Asya Neşriyat/ Portreler