“Bir çay daha doldur” dedi. “Anlatacaklarım var.” Genç kız hızlı adımlarla mutfağa gitti. Babasının çayını tazelerken çaydanlıkta suyun azaldığını fark etti. “Bu sohbet için bir demlik daha çay ister aslında. Ben iyisi mi yeni bir çay demleyeyim” diyerek dolaptan bir çaydanlık daha çıkardı. Suyu doldurup ocağa koydu. Sonra babasının dolu çay bardağını alıp yanına gitti. Derin düşüncelere dalmıştı yaşlı adam. Kızının yanına geldiğini, çay bardağını ona uzattığını bile fark etmedi. Genç kız çay bardağını usulca sehpaya koydu. Babasının yanına oturup “Sonra” dedi. “Sonra ne oldu baba? Anlatacaklarım var demiştin. Çayını da getirdim. Hadi devam etsene.” Yaşlı adam yeni fark etmiş gibi kızına baktı. Sonra da sehpadaki çaya. “Ah şu mâzi… Ah.. İnsan hatırladı mı bugünü unutuyor.” dedi tebessümle. Çayından bir yudum alıp konuşmasına devam etti. “O günler çok karanlık günlerdi. Kocaman karanlık bir bulut kaplamıştı sanki memleketi. Açlık, kıtlık, yokluk aklına ne gelirse. Gülen insan bir elin parmağını geçmezdi. Herkes korku doluydu. Öyle ki bazen neyden korktuğumuzu unuturduk.”
“Hiç korkmayan var mıydı?” dedi genç kız. “Hani cesaretli kimler vardı?” Yaşlı adam kızına şöyle bir bakıp “Vardı ya.. Tabi vardı. Ama onlar da çok azdı. En azından ben öyle bilirdim.”
“Kimlerdi peki o korkusuzlar baba? Nasıl insanlardı?” diye sordu genç kız. Yaşlı adam daha da ciddileşti. Elindeki bardağı sehpaya koydu. Gözlerini bir noktaya dikip bir süre öylece kaldı. “Onlar” dedi. “O korkusuzlar, en çok Allah’tan korkanlardı. Memleketi karanlık kaplamıştı demiştim ya. Sanki onlar ayrı bir yerden ışık alıyorlar gibiydiler. İlginç olan, onlara yaklaşan da aydınlanmaya, karanlıktan kurtulmaya başlardı. Adları gibi nur saçarlardı, Nurcular…”
Yaşlı adam sustu. Odayı tatlı bir sessizlik bürüdü. Genç kız o zamanları hayal etmeye çalışıyor gibi gözlerini kısıp, elini çenesine dayamıştı. Babası ise oturduğu yerden kalkıp uyuşan ayağını açmak için bir iki adım attı. Sonra tekrar oturdu. Yeni bir şeyler hatırlamışçasına konuşmaya devam etti. “Aç kalmaya korkardık biz. Ama onlar zaten yemeği yaşamak için bir vesile görürlerdi. Yaşayacak kadar olan rızık Allah’ın taahhüdünde, ‘Rızık Allah’tan.’ derlerdi. Kıtlık, yokluk herkesi korkuturken onlar ‘Tevekkeltüalallah’ derler ve çalışmalarını devam ettirirlerdi. Şikayet etmez, daha çok çalışırlardı. Hatta onlar pek uyku da uyumazlardı. Gündüz tarlada, gece masa başında çalışırlardı. Tarlada orak tutan elleri gece de kalem tutardı. Canla başla yazarlardı. Ve hiç korkmazlardı. Ve ne olurdu kızım biliyor musun? Evleri, sofraları bereketle dolardı. Sayıca az olurdu yiyecekleri, paraları belki. Ama öyle bereketli olurdu ki… ‘İktisad sebeb-i bereket’ derlerdi. Demekle kalmaz yaşarlardı.”
“Peki, yazmaktan korkmadıklarını söyledin baba. Onlar ne yazıyordu?”
Yaşlı adam usulca kalktı, sakin adımlarla kitapların olduğu dolaba yaklaştı. İçinden kalınca bir kitabı alıp kızının yanına geldi. “İşte” dedi. “İşte bu kitapları yazıyorlardı.”
Genç kız hürmet ve muhabbetle aldı kitabı eline. Kitap üzerindeki yazıları okudu hafif sesli. “Risâle-i Nur Külliyatı… Sözler…” Gözleri hafif nemlendi, iç dünyası dalgalandı. Aslında uzak değildi bu kitaplara. Hatta arada bu kitapların okuduğu ortamlara da gidiyordu. Ama zorlu yazılış serencamını bu kadar iyi bilmiyordu. Merakla sordu babasına;
“Baba, bu kitapları yazanlar neyden korkmaları gerekirken, korkmuyorlardı?”
Acı acı güldü babası. “Karanlık ruhlu insanlardan korkmaları gerekirken, onlar korkmuyorlardı. Zira o karanlık ruhlar nur ve ışığa tahammül edemiyorlardı. Birinde iman nuruna dair bir yansıma görseler hemen hücum edip söndürmeye çalışıyorlardı. Bebeklerin kulaklarına okunan ezandan, minaredeki ezana kadar yasak koyuyor, Kur’ân öğreten hocalara da Allah diyene de türlü eziyet ediyorlardı. İnsanlar ne yapacaklarını şaşmış kalmıştı. Ama onlar bu durumda dahi, işte bu Kur’ân tefsirini yazarak çoğaltmaktan korkmuyorlardı. Başlarına gelen türlü türlü eziyetlere rağmen de büyük bir sadakatle devam ediyorlar, asla yılmıyorlardı. Karanlık ruhlara rağmen memlekete ışık saçıyorlardı. Tıpkı isimleri gibi… “
Babası sözünü bitirmeden genç kız hemen atıldı; “Nurcular…”
Baba kız tebessümle baktılar birbirlerine… Neden sonra genç kız “Eyvaah!” diye bir çığlık atarak mutfağa koştu. “Çaydanlığı ocakta unuttum.” Endişe ile yaklaştı ocağa. Çaydanlıktaki suyun miktarına bakmak için elini attı ki, çaydanlık buz gibiydi! Hayretle ocağın düğmelerine baktı. Ocağı yakmamış olduğunu fark edince, kendine gülmeye başladı. Sonra da “Bismillah” deyip yaktı ocağı. “Nur okumak, Risâle-i Nur okumak için demleyeceğim bu çayı.”
Artık genç kızın bir hedefi vardı. Risâle-i Nur’u anlamaya ve yaşamaya çalışmak. Nurcular gibi…