– Gitsene kardeşiim… Yeşil yandı hâlâ duruyor ya yolun ortasında…
– Akşam trafiği değil mi? İşte yine kilit yollar…
– Bitmez bitmez. Bu şehirde bu trafik bitmez.
– Bitmiyor da çekilmiyor da… Açılmadı mı hâlâ yol?
Akşam üzeri bir minibüste yolcuların söylenmeleri bunlar. Kızgın, öfkeli, tahammülsüz, bitkin, umutsuz haldeler. Ayakta duranlar oturanlara kızgın bakarken, oturanlar ise umursamaz tavırla camdan dışarı bakıyorlar. Ayakta olanlar ellerindeki çanta ve market poşetlerini oflayarak taşıyor. Arada bir poşeti öteki eline aktarıp diğer eliyle tekrar hızla minibüs içindeki direğe tutunuyorlar. Ve tabî burunlarından soluyarak.
Minibüsün en arka koltuğunda beyaz sakallı, krem takkeli, hafif tonton bir dede oturuyor. Her hâliyle tam bir dede. Ahşap bastonunu minibüs camına dayamış, gözlerini hafif kısmış, dili bir şeyler mırıldanıyor. Yüzü nur gibi… Nurundan olsa gerek, gülmese bile gülüyor sanki… Fıtri bir tebessüm hâlinde. Kucağında ise beş altı yaşlarında bir kız çocuğu. Dedesinin kucağında olmaktan mutlu olduğu her hâlinden belli. Annesinin özenle toplayıp, kurdele taktığı saçları biraz dağılmış. Yanakları minibüsün sıcak olan havasından pembeleşmiş. Boncuk boncuk gözleri ile herkesi ve her şeyi inceliyor. Bir elinde kırmızı beresini tutarken bir elinde ise sımsıkı tuttuğu bir poşet var. Arada bir poşetin içini eliyle yoklayıp tebessüm ediyor. Sonra da başını dedesine dayayıp kendi kendine mırıldanıyor.
-Baş parmağım baş parmağım nerdesiiinn? Sonra da bere tutan elinin baş parmağını kaldırıp kendi kendine cevap veriyor.
– Burdayııımmm…
– Nasılsınız efendim..
– Minibüste sıkıştım kaldım efendim… Kendi verdiği cevaba kendi gülüyor sonra. Dedesi de onun gülmesine başını sallayıp, tebessümle eşlik ediyor.
– Dede… Sen ne okuyorsun öyle diye soruyor minik kız merakla.
-Duâ okuyorum canım kızım..
– Hangi duâyı okuyorsun ki?
– Peygamberimiz bir bineğe bindiğinde okuduğu duâyı okuyorum.
Minik kız şaşkınlıkla,
-Peygamberimiz duâ mı okurmuş bineğe binince… Ama onun zamanında da minibüs var mıymış kiii?
Dedesi gülerek,
-Tabi ki minibüs yokmuş o zamanlar. Ama onlar da binek olarak at ve deveyi kullanırlarmış.
-Anladıımm.. diye dedesinin kulağına fısıldayarak;
– O zaman bizim devemiz de bu minibüs… Peki ne dermiş Peygamberimiz bineğe binince dede?
– Zuhruf Sûresi 13.ayeti okurmuş. Mânâsı da: “Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah ki, bunu bizim hizmetimize verdi. Yoksa biz buna güç yetiremezdik.”
-Ne kadar güzel bir duâymış… Ben de bunu ezberleyeceğim dede. Peki sen sürekli bu duâyı mı okuyorsun minibüse binince?
-Yok kızım. Sürekli değil. İlk binince bu âyeti okuyorum. Sonra da “Selâmen Fettahen” Yani yolların açılıp, selâmetle gitmemiz için Allah’ın bu isimlerini okuyorum.
– Ama dede niye açılmadı ki hâlâ yol?
– Canım kızım biz duâları neticeyi hemen almak için değil, vakti geldiği için okuruz. Neticeyi yaratacak olan Allah. Zamanını en iyi bilen de O.
-Anladıımm dedecim. Bugün ne çok şey anladım. Minibüs yolculuğu ne öğretici oldu. Dede keşke bunları minibüsteki herkese anlatsaydın. Bak hepsi ne kadar da canı sıkkın duruyor. Onlar da senin gibi duâ etseler eminim hiç canları sıkılmaz. Hele özellikle şoför amcaya anlatmak lazım. En çok onun canı sıkkın. Duâ okusa kimseye bağıramaz… Di mi dedee?
Minik kız bunları söylerken dedesi duâ okumaya başlamış olduğundan gözleriyle “evet” dercesine gülümsüyor. Sıkıca sarılıyor torununa.
Minik kız elindeki poşeti yine yokluyor ve kendi kendine;
-Kardeşime bu poşetteki arabayı hediye ettikten sonra ona da öğreteyim bu duâları. O da bu küçük arabayı sürerken küçük bir şoför olacak nasılsa. Şimdiden öğrensin. Hem belki büyüyünce minibüs şoförü olur. O zaman daha çok okur bu duâyı. Trafikte canı sıkılmaz. Şoförün canı sıkılmayınca yolcuların da sıkılmaz belki… Sevdim bu fikri.
Boncuk gözlerinin içi gülerek mırıldanmaya başlıyor minik kız… “Selâmen fettahen”
Bir akşam vakti, bir minibüsün en arka cam kenarındaki koltuğundan dualar ve huzur yayılıyor trafiğe.