Bir kadının hayat yolculuğunda, eş olmadan sonra gelecek en önemli rollerinden biri anneliktir. Bu annelik vasfı, sadece anneyi değil, bütün aileyi hatta toplumu etkileyecek bir hususiyettedir. Bundan sebep; ‘Bir toplumu değiştirmek istiyorsanız, anneyi değiştirin’ temel anlayış olmuştur. Anne değişirse, çocuk değişecek, çocuk değişirse de toplum değişecektir. Hâl böyle olunca bu çalışmada annelik hakikatini, Risale-i Nur’da aramaya çalışacağız.
Mukaddes olan annelik vazifesini, terbiye-i İslâmiye ve imaniye ile usulünce yapmamız gerekirken, medeniyet fantezileriyle anneliğimizi süsler olduk. Sürekli aktiviteler yapan, etkinlikler düşünen ve çocuğunu sosyalleştirmeye çalışan ebeveynler haline geldik. Bu etkinlikleri yapmak veya yapamamak, mükemmel anne ya da yetersiz anne kavramlarını gündemimize getirdi.
O halde esas annelik neydi? Bunu anlamak için öncelikle insanı anlayarak yola çıkalım.
“İnsan ise, dünyaya gelişinde, her şeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına câhil. Hattâ yirmi senede tamamen şerâit-i hayatı öğrenemiyor. Belki, âhir-i ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç. Hem gayet âciz ve zayıf bir sûrette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaati fark eder; hayat-ı beşeriyenin muâvenetiyle ancak menfaatlerini celb ve zararlardan sakınabilir.”1
Bu hakikatin neticesi olarak tesirli bir muallime ihtiyaç vardır. Peki bu muallim kim olacaktır? Bediüzzaman Hanımlar Rehberi’nde “Evet insanın en birinci üstadı ve en tesirli muallimi onun validesidir” der.
Peki bu birinci üstadı tesirli kılan sır nedir? Bediüzzaman kendi hayatına baktığında bu sırrı şöyle tarif ediyor; “Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve manevi derslerdir ki, o dersler fıtratımda adeta maddi vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinatını şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.”2
Peki bu telkinat ve manevî dersler çocuğun dünyasında neden bu kadar önemli? Bediüzzaman Mektubat’ta şöyle der “Çocuklar hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da, zaaf ve acz ve iktidarsızlık noktasında, merhametkâr, kudretli bir Hâlıkı bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidatları mesudâne inkişaf edebilir.”3 İşte ilk muhatap anne olduğundan bu vazifenin temelini anne atar. Çünkü “Çocuk, ileride dünyadaki müthiş ehval ve ahvale karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imani ve teslim-i İslâmi telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler.”4
“Bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer.”5
Telkinatın çocuğun hangi duygusunu aktive ettiğini ve mecrasını bilmek çok önemli. Risale-i Nur’da telkinat-ı nefsaniye, telkinat-ı şeytaniye, telkinat-ı İslâmiye gibi telkinat çeşitlerini okuyoruz. Demek anne, hangi hisle telkinatını söylüyorsa, çocuğun da o duygusu aktive olacak. Peygamber Efendimizin (asm) “Söz sihirdir” hadis-i şerifi de bize telkinin ehemmiyetini ve bu telkinde sarf edeceğimiz sözcüklerin dikkatli seçilmesini öğretiyor.
Peki bu telkinat nasıl olmalı? Normal bir şartlarda bizi yöneten duygularımıza, fikirlerimize ve hayatımıza yön veren çoğunlukla bilinçaltı olduğunu bugünkü ilimlerle biliyoruz. Bilinçaltına hitap etmek isterseniz muhatabınıza vermek istediğinizi, müsbet cümlelerle, tekrar ederek, beş duyusuna ve duygusuna hitap ederek verebilirsiniz.
Konunun başında telkinatın yanında manevi dersten de bahsetmiştik. Emirdağ Lahikası’nda yağmur namazına götürülmüş bir çocuğun aldığı manevî ders şöyle anlatılır. “Hatta en küçücük bir çocuk da, daima aç olduğu vakit validesine yalvarmaya alışmışken, o yağmur duasında, küçücük fikrinde büyük ve geniş bu manâyı anlar ki: Bu dünyayı bir hane gibi idare eden bir Zat, hem beni, hem bu çocukları, hem validelerimizi besliyor, rızıklarını veriyor. O vermese, başkalarının faydası olmaz. Öyleyse Ona yalvarmalıyız der, tam imanlı bir çocuk olur.” Buradan anlıyoruz ki; sünnet namaz olan yağmur namazına giden çocuğun ruhunda bu manâlar inkişaf ediyorsa, ebeveynin çocuklarını dahil ederek sünnet-i seniyyeye ittibaları ve yaptıkları ubudiyetler manevî ders hükmündedir.
Şefkat biz anneleri Cenab-ı Hakk’ın esmasına güzel bir ayine yapmaktadır ki, “Bütün validelerin şefkatleri ancak bir lem’a-i tecelli-i rahmettir” hakikati hatıra geliyor. Risale-i Nur hizmetinin bir esası da şefkat etmektir. Bu sır üstadımıza bu kadar manevi evlat kazandırmışken, evladı olmayan Nur Talebeleri de bu sırra mazhardır. Yine Risale-i Nur’un en mühim bir esası olan şefkat, biz anneleri Risale-i Nur’la fıtraten alâkadar yapıyor. Bu alâkadarlık çok yerlerde hissediliyor. Sonuç olarak; Bir kadını anne yapan onun evladıdır. Sevmelere doyamadığımız evlatlarımızı nasıl sevmemiz gerektiğinin ölçüsü de yine nurlarda verilmiş. “Evladı Zat-ı Rahim-i Kerim’in hediyeleri olduğu için kemal-i şefkat ve merhamet ile onları sevmek ve muhafaza etmek.” Onları Allah için sevdiğimizin göstergesi ise vefatlarında sabır ile şükürdür, meyusane feryat etmemektir. “Elhükmüalellah” deyip teslim olmaktır.
Dipnotlar: 1. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler 2. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar 3. Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat 4. Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat 5. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar
Iyi gunler. Konuyu anlatan. Bir fotoğraf koymussunuz ama mahremiyete uygun bir fotoğraf olsaydi cok guzel olur du.