Kadim tarihimizde Mayıs ayı gelince konuşulan; daima İstanbul’un, Konstantiniyye’nin fethi ve Sultan Mehmed Fatih olmuştur…
Tarihi seyri içerisinde Konstantiniyye kendisine gelene kadar yirmi yedi defa kuşatılmış ve alınamamış. Son olarak ise Sultan Mehmed tarafından 1453 tarihinde kuşatılmış ve fethedilerek alınmıştır… Ve kendisi de Fatih unvanına haklı olarak kavuşmuştur…
Çocukluğundan itibaren yalnızca dinî değil ilmî terbiye de alan Sultan Mehmed Fatih, Molla Hüsrev’in, Molla Gürani’nin ve Akşemseddin’in mayaladıkları ve yoğurdukları bir din-ilim hamurunun neticesi olmuştur…
Şehzadeliğinden itibaren bir peygamber müjdesine mazhar olabilmek için çalışması ve bunda muvaffak olabilmeyi kendisine gaye edinmesi kendisinin en büyük güç kaynağı olmuştur… “La’tüftehanne’l-Konstantiniyye, Vele ni’mel emiru emiruna vele ni’mel-ceyşu zalikel’l-ceyş” yani “Konstantiniyye muhakkak feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır. Ve onu fetheden ordu ne güzel ordudur…” Hadis-i Şerifindeki müjdeli istek Sultan Mehmed’in hareket noktasını, güç kaynağını ve mukaddes hedefini teşkil eder…
Bu konuda asırlar sonra Rene Grousset ise: “Sonunda Roma İmparatorluğunun fetih misyonunu, Osmanlı Türkleri başardılar. Çünkü birbirini izleyen çok büyük hükümdarlara sahip olmak şansına erdiler. Osmanoğulları, düşmanlarıyla kıyas kabul edilmez askerlik dehası taşıyorlardı. Ne istediklerini biliyorlardı. Fetihten gayri hiçbir ülkü taşımıyorlardı. Sonunda müstesna bir hanedan olan Osmanoğulları, Peygamberin hadisindeki kutsal amacı, asırlar sonra canlandırdılar ve gerçekleştirdiler” diyor… Bu gerçekleştirme ise Sultan Mehmed Fatih’e nasip olmuştur…
Hayat her zaman gül-gülistan geçmiyor… İki dünyaya da hayat ve canlılık katan Doğunun nazlı gülistanı Bağdat ve Batının nazenin gülistanı Gırnata bütün dünyaya, bütün beşere bâki medeniyet ve insaniyet meyveleri verdikten sonra yıkılırken, bütün İslâm âlemi ve insanlık ağlıyordu…
Bu iki ağlamanın orta yerinde Sultan Mehmed Fatih’in tâ Asr-ı Saadetten aldığı nurlu müjdeyi tahakkuk ettirmesi, İstanbul gibi bir dünya cenneti güzeller güzelini ve sonrasında insanlığın en yüksek noktasında olacak muhteşem Osmanlı Medeniyetini Müslümanlara hediye etmesi, Müslümanların iki dünyada da yüzlerini güldüren tartışılmaz bir tarihî hakikat olmuştur….
İstanbul’un fethi çağlar açıp kapamak noktasında, insanlık tarihi açısından ve değerlendirilmeleri noktasından, gerçekten haklı bir; iman, inanç, gayret ve çalışma neticesiyle Sultan Mehmed Fatih hakkında haklı olarak takdirleri tahsinleri toplamaya vesile olmuştur… Demek ki İstanbul’a bakarken illâ ki Sultan Mehmed Fatih gibi bakmak ve değerlendirmek çok yerinde ve isabetli olacaktır…
Sultan Mehmed Fatih’deki gayret bütün bir insanlığa hayret şevkinin, imanının kendisine kazandırdığı özgüven ve desteğin; başarılar karşısında şükretmesini bilen bir kul ve Sultan olarak çevresindekilerin, bütün milletinin âdeta taklit ettiği ve özendiği bir şahsiyet olmuştur…
Hakperestliği ve kuvvetli imanı Sultan Mehmed Fatih’e mütevaziliğinden ve samimi olarak bütün insanlık için faydalı düşüncelerinden hiçbir zaman taviz verdirmemiştir…
Sultan Mehmed Fatih’in en sevmediği işlerden birisi; ilim ehli, komutanlar, idareciler ve diğer devlet erkânından kişilerin riyakârlıkta, dalkavuklukta ve menfaat üzerine dönen işlerde bulunmasıdır…
Daima İ’lâ-yı Kelimatullah’ı, Allah’ın emir ve yasaklarını tam olarak yerine getirmek ve yerleştirmek ve yaymak kendi hayatının hedefleri içinde yer aldığı için Sultan Mehmed’in dünyaya muhabbeti olmamış, menfaat ve şahsî gayelerin peşinden koşmamıştır… Böyle bir hale sahip olmadığı gibi, birçok dünyevî imkâna ve kuvvete sahip olmasına rağmen zevk-i sefaya, eğlenceye, dünya lezzetlerine dönüp bakmamış ve asla zulüm yapmamıştır…
Çağatay lehçesi, Farsça, Arapça, Yunanca, Latince, Sırpça, İtalyanca, İbranice tahsilinde bulunarak zamanının en geçerli ve konuşulan dillerini öğrenen Şehzade Mehmed, bu dillerle ilim tahsilinde bulunmuş ve deha derecesinde zamanın mühim bir alimi olmuştur… Padişahlığında da bu ilim merakı devam etmiştir. Hiçbir zaman ilim meclislerine ve ilmî münazaralara katılmaktan geri kalmamıştır. İlim adamları onun padişahlığı döneminde baş tacı olmuşlardır. Padişah olduktan sonra da hocası Molla Gürani’nin elini öpmeye devam etmiş, hep ondan bir şeyler öğrenme gayreti içerisinde olmuştur. Sultan Mehmed’in: “Bu zamanın İmam-ı Azamı” dediği; “Mir’atü-l Usul’ün” müellifi hocası olan Molla Hüsrev’e camide bile rast gelse ayağa kalkar ve hürmet ederdi…
Münevver insanlar; ilim, irfan sahipleriyle bir arada olmayı onlarla bilgiyi ve hayatı paylaşmayı kendilerine düstur edinmiştirler. Onların arasında olmak, oturmak, birlikte yemek yemek, onlar gibi giyinmek Sultan Mehmed Fatih’in tercih ettiği bir hayat tarzı idi. Adil, vakur, cesur ve gayretli olup, mütevazi bir şekilde ulemanın arasında olmak ve daima öğrenmeye çalışmak onun en büyük özelliği idi…
“En güzel askerleri’nin” önünde beyaz atının üstünde İstanbul’a Topkapı’dan girerken Sultan Mehmed Fatih’in yanında onu ilim, irfan, iman ve insaniyet noktalarından zirveye taşıyan Molla Gürani, Molla Hüsrev, Akşemseddin ve Akbıyık Sultan ve diğer ilim adamları, maneviyat büyükleri ve nihayet askerleri yer alıyorlardı…
Sultan Mehmed Fatih gerçek anlamda bir “Fatih”’tir. O kuru bir toprak kavgası ve cihangirlik davasında hiçbir zaman olmamıştır… Onda Allah için cihad aşkı, din-i mübini yaymak ve sevgili Peygamberi Muhammed Mustafa’nın (asm) müjdesine mazhar olmak azmi, cehdi ve imanı vardı. Ve onu Allah Konstantiniyye’yi fethettirmekle mükafatlandırmıştı…
Sultan Mehmed’in gittiği yolda şimdi geldiğimiz nokta ise İstanbul’un fethinin sembolü olan Ayasofya’nın açılışını; boynu bükük ve çaresiz bekler durumda olmamızdır.
Mayıs ayları coşku ve sevinç değil, hüzün ve üzüntü ayları olmaya devam ediyor…