Selâm Esma’dandır
Selâm Allah’ın isimlerindendir. Kullarını tehlikelerden sâlim kılan, mahlûkatına esenlik ve selâmet veren Allahü Zülcelâl (cc), Selâm’dır. Cenab-ı Hakkın Kendi Zât-ı Akdes’i her türlü eksikliklerden ve noksanlıklardan sâlim ve münezzehtir. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “O Allah ki, Kendisinden başka İlâh yoktur. Melik’tir, Kuddûs’tür, Selâm’dır.”1
Bizler her namazdan; sağımızdaki ve solumuzdaki insanlara, cinlere ve meleklere selâm vererek çıkarız; selâmdan hemen sonra da Allah’ın Selâm olduğunu dile getiririz, gerçek selâmın, huzurun ve esenliğin Allah’tan geldiğini zikrederiz. Yani “Allahümme ente’s-Selâmü ve minke’s-Selâm…..” deriz ki, bu sünnettir.
Eğer neşemiz varsa
Eğer içimizde bir yaşama neşesi varsa, bu, Allah’ın “Selâm” isminin üzerimizdeki hâkimiyetinden ve tasarrufundandır. Bedîüzzaman’a göre, ölümlü dünyanın hırsından hiçbir şeyini kurtaramayan ve her bir şeyini kaybedip elinden çıkaran insan, bâkî bir esenlik, selâmet ve huzur aramakta; aradığı huzuru da Kur’ân’da bulmaktadır.
Çünkü Kur’ân, malını ve nefsini Allah için harcayan insanın “dârü’s-Selâm” olan ebedî Cennete kavuşacağını müjdeler.2 Kur’ân, Cennete giren insanlara Rabb-i Rahîm’den “selâm” geleceğini ve selâmın onları eşsiz bir huzur ve esenliğe sevk edeceğini bildirir.3 Esasen Cennet, selâm yurdudur.
Dostumuza en güzel duamız
Bir dostumuzla karşılaştığımızda ona en güzel duamız, Allah’ın selâmının, huzur ve esenliğinin üzerine olmasını dilememizdir. Ki bunu “Esselâmü Aleyküm” diyerek yaparız. “Esselâmü Aleyküm” kelimesi bu dilek ve duamızı dört dörtlük karşılamaktadır.
Peygamber Efendimiz (asm) cennettekilerin de, dünyadakilerin de selâmlarının “Esselâmü Aleyküm” ibâresi olduğunu bildirmiştir ki, Allah’ın “Selâm” isminin tasarrufunu üzerimize istemekten daha tabiî ve fıtrî bir dua ve selâmlaşma ifadesi düşünülemez.
Allah Resûlü (asm) selâmı aramızda yaymamız gerektiğini,4 Allah’ın rızasının ve rahmetinin selâmı ilk verenin üzerinde bulunduğunu,5 bineklinin yürüyene, yürüyenin oturana, azın çoğa, küçüğün büyüğe selâm vermekle mükellef olduğunu6 kaydeder. Ashab-ı Kiram hiç işleri olmadığı halde, sırf selâmlaşmak ve Allah’ın rahmetine mazhar olmak için çarşıya çıkarlar ve selâmlaşırlardı.7
Kur’ân’da selâmlaşma
Selâmlaşma, Müslümanlar arası muhabbet ve uhuvvet tesisinde Kur’ân’ın önemli gördüğü adımlardandır. Bazı ayetler şöyledir:
* “Ey iman edenler, kendi ev ve odalarınızdan başka yerlere sahipleriyle birlikte olmadan ve selâm da vermeden girmeyin.”8
* “Evlere girdiğinizde evde bulunanlara Allah tarafından hoş, mübârek ve pek güzel bir sağlık dileği olmak üzere selâm verin.”9
* “Size bir selâmla selâm verildiği zaman, ona ya daha güzel bir selâm ile veya aynısıyla karşılık verin.”10
Müslüman’a selâm vermeyen veya Müslüman’ın verdiği selâmı almayan, şüphesiz mesul duruma düşer. Hangi gerekçeye sığınmış olursa olsun!
Çünkü selâm, “Allah’ın selâmıdır.”; duâ hükmündedir; Müslüman kardeşine Allah’tan bir esenlik ve afiyet dilemektir.
Yani selâm ile Müslüman’ı Allah’ın vereceği huzur ve saadete havale etmiş olmaktayız ki, bir Müslüman hakkında bundan daha büyük “dua” düşünülemez.
Sünnet olarak selâmlaşma şekli, örfümüze de yerleştiği şekliyle “Esselâmü Aleyküm” veya “Selâmün Aleyküm” şeklinde vermek, “Ve aleykümü’s-Selâm” veya “Ve aleykümü’s-Selâmü ve rahmetullahi ve berekâtüh” ibâreleriyle almaktır. Sünnet olan tarz ve biçim budur.
Selâm verdikten sonra, “iyi günler, hayırlı sabahlar, yolun açık olsun” vb gibi diğer yaygın olan esenlik ve iyi dilek ibareleri kullanılabilir.
“Herkese selâm!” diyen bir dostumuzun selâmına taşıyıcı durumda isek; önce “Aleyküm selâm” diyerek herkes adına selâmı kendimiz karşılarız. Ardından, dostumuzu soranlara dostumuzun selâmını iletiriz.
Gayr-ı müslime selâm verelim mi?
Peygamber Efendimiz (asm) kendisinden zarar ummadığı ve hayır beklediği başka din mensuplarına selâm vermiştir. Fakat şer umduğu ve hayır beklemediği başka din mensuplarına ise, nezaketini, hilmini ve yumuşak huyunu kaybetmemekle beraber, selâm vermemiştir.
Mesela Habeş Kralı Necâşî’ye yazdığı mektuba “Selâm üzerinize olsun!” diyerek başlamıştır. Necâşî de, bu mektuptan sonra hidayete ermiştir. Rum Kralı Herakliyüs’e yazdığı mektuba, “Selâm hidayete erenlerin üzerine olsun” diyerek başlamıştır.11 Rum hükümdarı iman etmiş, fakat imanını gizlemiştir. İran hükümdarı Kisrâ b. Hürmüz’e ise yazdığı mektuba: “Selâm, hidayete tâbi olup Allah’a ve O’nun Resûlüne iman eden ve Allah’tan başka ilah bulunmadığına, O’nun şerik ve benzeri olmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet edenlerin üzerine olsun!” diye selâm vererek başlamıştır. Bilindiği gibi İran Kisrâsı iman etmemiş ve Peygamberimizin mektubunu yırtmıştır.
Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: “Resulullah (asm) buyurdular ki: “Hıristiyan ve Yahudilerle karşılaşınca önce siz selâm vermeyin, (onlar size versinler, siz onların selâmını alın).”12
Hz. Aişe anlatıyor: “Yahudilerden bir grup Resulullah’ın (asm) huzuruna girdi ve: “Essâmu Aleyke (ölüm üzerine olsun)” diye tel’in ifadesini selâma benzeterek kullandılar. Peygamber Efendimiz (asm) de nazikçe: “Ve aleyküm.” (Size de olsun!) buyurdu.
Fakat ben bu cevapla yetinmeyip: “Sâm ve lânet size olsun” dedim.
Resulullah Efendimiz (asm) ise:
“Ey Aişe, sâkin ol! Çünkü Allah her işte rıfkla (tatlılıkla ve yumuşaklıkla) hareket etmeyi sever!” buyurdular. Ben:
“Ey Allah’ın Resulü, ne söylediklerini işitmedin mi?” dedim. Resulullah (asm) :
“Ama ben de, “Size de olsun!” dedim.” Cevabını verdiler.13
Demek oluyor ki, Müslüman olmayanlar ile karşılaştığımızda mümkünse onların selâm vermelerini bekleriz. Ve selâmlarını anladıkları dilden ve anladıkları kelimelerle alırız. Eğer biz selâm verme durumunda olursak, onların anladıkları ve algıladıkları dilden selâm vermemiz yeterlidir. Müslümanlar ile karşılaştığımızda ise sünnette olan şekliyle selâm vermeli ve almalıyız.
Dipnotlar:
1. Haşr Sûresi, 59/23.
2. Tevbe Sûresi, 9/111; Yâsin Sûresi, 36/58.
3. Yâsîn Sûresi, 36/58.
4. Rıyâzu’s-Sâlihîn, 845, 846.
5. Rıyâzu’s-Sâlihîn, 855.
6. Rıyâzu’s-Sâlihîn, 854.
7. Rıyâzu’s-Sâlihîn, 847.
8. Nûr Sûresi, 24/27.
9. Nûr Sûresi, 24/61.
10. Nisâ Sûresi, 4/86.
11. El-Bidâye, 7/269.
12. Müslim, Selam 13, (2167); Tirmizî, İsti’zân 12, (2701); Ebû Dâvud, Edeb 149, (5205).
13. Kütüb-ü Sitte, 10/185.