Aykırılık çekilmez biri yapar mı insanı? Katlanılmaz, sıkıcı belki de. Aynı paragraftaki cümlelerin içinde ya üstünüzü çizip geçer ya da silmeye uğraşılır böylesi. Görünüşteki ahengi(?) bozan kısım olmayı bırakmanız için sizi önce ikaza, ardından da ikna etmeye gönüllüdür herkes. Katmerli bir çabaya dönüşür mugayir varlığınız. Dış görünüş, kılık-kıyafetten bahsetmiyorum. Sizi diğerlerinden ayrı durumuna düşüren, ister bir düşünce, ister bir iş, isterse sıradan bir konu olsun. Benimsediğiniz yolda yolunda gitmeyen bir engele takılmak gibi bir şey bu. Oysa ortalıkta hiçbir aksilik yoktur! İç dünyanızın düzenini soğukkanlılıkla muhafaza etmek, hem de dışarıdaki olumsuzluğa tahammül etmek sizin sorumluluğunuzken, problem sizde, sıkıntı sizdedir. İçinizdeki dünyayı dışarıdaki baskıdan korumak da size düşmüştür. Yerine göre aynı duyguyu paylaşmamak bile bir aykırılık değil midir? Aynı hassasiyeti, aynı özeni, aynı itinayı ya da aynı çekimserliği… Her hangi bir konuda çok hassas davranmakla, farkındalıkla karıştırılır çoğu kez… Tekdüze toplumda sivri bir çıkıntı olarak görülüp derhal törpülenmeye maruz kalmak kaderiniz olmuştur artık.
Aykırı mı? Karşı yani. Peki, neye, kime? Hem hangisi düzende olan, hangisi düzeni bozan, hangisi doğru, hangisi hatalı? Buna kim, nasıl hüküm verip, kimler karar kılabilir hakikat olanları? Unutmadan, arada bir de kendinizi sorgulamadan edemezsiniz. Durmadan “Kim doğru yolda, herkesin doğrusu bana yanlış mı?” diye sorularla kendinizi yorarsınız. Nafile. Beyninizi kemirir çelişkiler yumağı. Vicdan-ı beşer denilen fıtrat-ı zîşuur asla yanıltmaz sizi. Nihayetinde en doğru olanı yaptığınızdan emin olduğunuza hüküm vererek devam edersiniz kaldığınız yerden hayatınıza.
Görmek istemedikten sonra gözünü kapamak öyle kolaydır ki… Neye karşı olduğunuz hep karıştırılır, neyi sorguladığınız göz ardı edilmiştir baştan. Bırakın tahammülü/saygıyı, görgüsüzce, kabaca ithamlara maruz kalmayı hepten kabul etmiş olmalısınız. Kişiliğiniz sorgulanır, hayat prensipleriniz hakir görülür, çizdiğiniz sınırlar zorlanır, belki de iman kalenize hücuma kalkışılır. Tepetaklak duygularınızı saymıyorum. Nihayetinde olan bitenden kırılıp üzülmüş olsak bile zamanla geçer, unutulur. Ama hayatımızı düzene koyma yolunda, hatalar, ihmaller, ertelemeler kartopu misali büyür ve büyüdükçe gaflet olup sarar yüreğimizi, esir alır imanımızı… Korktuğunuz, üzerine titrediğiniz, çekindiğiniz tam da budur işte. Toplumda dışlanmamak adına çoğunluk gibi olmak. Yanlışlığını bile bile çokluğa uyarak hataya düşmek!
Etrafınız ne kadar kalabalık olsa da, genellikle yalnızsınızdır. Günün getirdikleriyle, ortalığın modasıyla, medeniyetin sefahatleriyle hemhal olmayı reddettiğiniz için. Aynı düşünmeyip, aynı hissetmediğiniz için. Bâtıl olanı yüreğinize, yaşantınıza almamak için geri durmanız abartıdır. En elim olanı da abdiyyet zıddiyet imiş gibi algılanırsa. Bulunduğumuz konuma, yaşadığımız zamana, karşılaştığımız kişilere göre mi tasarruf etmeli kişiliğimizi? Hangi demde isek o renkle mi mülevven olmalıyız? Hayat yolunda karşılaştığımız sayısız macerada içine düştüğümüz ikilemlerden bizi kim kurtaracak peki? Kim rehberimiz olacak? Okuduğum hakikatler, düstur edindiğim, yüreğime alıp hırz-ı can ettiğim kitaplar. Satırlar arasından defaâtle haykırıp duruyorken gerçeği, dünyanın denaetine kapılmayı reddetmek bu kadar zor muydu? Yoksa imkânsız mı? Hakikat bir iken, tek iken kişilere, zamana ve zemine göre değişmezken…
Ey kendim nereye? Aslından uzaklaşarak mı doğruyu bulmayı umuyorsun? Ya hiçbir şeyi umursamayarak kendine kolay olanı tercih et, ya da tahmil et hayat yükünü. Yine herkes hemfikirdi, ben ise aykırı… Ne zordu yaşamak! Kendim olmak en basiti ve doğrusuyken. Nihayetinde insan olarak kalmak değil mi çabamız, telaşımız. Ya hep istisna olarak kalırsınız ya da müstesna bir kişilik olursunuz.
“Bir hak bilkuvve kalmış. Yahut kuvvetsiz kalmış. Ya mahlûttur, hem mahşuş. Ona da bir inkişaf, ya bir taze kuvvet vermek lâzım gelmiştir. Mühezzep ve müzehhep yapmak için, muvakkat, batıl ona musallat; tâ ki sebîke-i hak ne miktar lüzum vardır, tâ mahz ve halis çıksın mebadide, dünyada batıl etse galebe, fakat kazanmaz harbi. ‘Akıbetü’l-müttakin’ ona vurur bir darbe; işte, batıl mağlûptur. ‘el hakku yaglu’ sırrı onu çarpar ikaba; işte hak da galiptir.”1
Dipnot: 1. Bediüzzaman Said Nursî/ Lemaat