Günümüz insanı çok bilgili(?) Herkes her şeyi çok biliyor. Bilemediğini ise saniyeler içinde elindeki ekranda buluyor. Hangi konu olursa olsun, hangi alanda olursa olsun mühim değil. Çoğunluğun her tevcih edilen suale karşılık dile getirebileceği birkaç cümlesi var muhakkak ki. Nihayetinde ortalıkta ‘bilmemek’ diye bir durum kalmıyor. Bu çığırdan gidersek, kendimizde, etrafımızda, toplumumuzda birçok şeyin yolunda gitmesini gerekli kılıyor bilgili insanların varlığı.
Genel manada/kabaca, hazmedilmeden dimağımıza aldıklarımız, eğrisini doğrusunu öğrendiğimizi sandığımız, gerçekte hakikatle-bâtılı birbirinden tefrik edebilmek mi? İnsanın malumat sahibi olması kendisine, ailesine, çevresine faydalı olması için yeterli mi? Neyi, ne kadar bildiğimiz ise ayrı bir muamma! Zihnimiz lüzumsuz malumat ile lebâleb iken. O halde malumunuzca da sadece bilmek tek başına yeterli değil. Tüm samimiyetinizle “Bildiğini yaşamak gerek!” dediğinizi duyar gibiyim.
Nasıl olacak bildiğimizi yaşamak? Yapılan iş günah ise hatadır, sevap ise hakikattir. Doğruluğu tasdik edilmiş hakikatleri sorgulamak, emredilmiş olana başka kılıflar uydurmaya kalkışmak, üçüncü bir ihtimal aramak kendimizi aldatmaktan başkası değildir. Hayatta karşılaştığımız insanlar ve olaylar karşısında o an için tercihimiz hangisinden yana? Yoksa yaptıklarımız doğru olarak öğrendiklerimiz değil de kendimizce yerine ve zamanına göre doğru bildiğimiz mi? Kırpıp çarpıklaştırdığımız mı? Her bir düzen nefislerin çizdiği çizgi olarak kalırsa, insan haksızlığa, umursamazlığa, ahlâksızlığa, günaha alışır. Kıblesiz namaz kılmak kabilinden ortada ne kul hakkı, ne insan hakkı kalır, ne de adalet.
Akılsız çocuklar gibi muvakkat, ehemmiyetsiz lezzetlerin peşinden koşmak. İnsana ne kazandırır? Yahut da neleri kaybettirir? Günahı-sevabı akıl terzisinde tartarken hisler ağır basıp, kalbi susturup nefsi hür bırakınca. Aklı devre dışı bırakmakla düşünmeden, yanlışı bilerek işlemek! O âna dek bildiği tüm hakikati -sadece dimağında biriktirilmiş bir bilgi yığını- olarak olduğu yere hapsedip hevesine tebaiyet etmek. Ya bir çıkar, ya bir menfaat, ya da heves uğruna. Belki o anlık bir vurdumduymazlık. Belki saniyeler içinde verilmiş nefsi bir tercih. Hataya düşme ihtimalindeyken daha, o yanlışı işlememek için çaba sarf etmek belki kuvvetli bir imanı, belki sağlam bir duruşu belki de azmi ve sebatı, takati gerektiriyor muhakkak. Asi olmamak için ma’siyetten sabır isteyerek derhal yaratıcımıza sığınmaya muhtacız. Tevfik-i İlâhî hüsn-ü niyetimizle imdadımıza yetişecek, havfımız tatlı bir recaya dönüşecek yüreğimizde. Keza nefsin oyuncağı olmamak için bu çocukluk hallerini bırakmak gerek!
Akıl başta ise, vicdan tefessüh edip sönmemişse; hayat yolunda, imtihanda olduğumuzu göz ardı edip, defalarca yanılgıyla cevap verip tekrardan aynı hataya yönelmek hatâ ender hâta. Rahmet istemeye yüz bırakmıyor insanda. Gâh öyle, gâh böyle. İnsan hatadan hâli değil nihayetinde. Ama bahanemiz bu olmamalı. Sonuç ise dimağda tutsak bilgiye rağmen çokça yanılgı. Baki hayatını mahvedecek, kula din yerine dünyayı tebdil ettirecek. Elması, bildiği halde cam parçasına tercih etmek!
Hayallerimizde kaybolduğumuzda her daim iyi bir insan olmayı umarız. Geleceğimizde endişe duyduğumuz, geçmişte yaptığımız hatalara tekrar düşmemektir. Ahvalimize çeki düzen vermek ise sadece kendi irademizde. Zaman geçiyor, ömür tükeniyor. Evvel zamanlarda bir çocuk gülümsemesiyle isteğimiz matlubumuzu, bu kez dermansız nefesimizle istiyoruz belki. Neyi? Ne kadar? Nasıl? Ne şekilde arzu ettiğimiz bin bir çeşit, türlü minvalde olsun çaldığımız kapı hep aynı. Aynı olmalı. Sadece başımız dara düştüğünde değil her durumda Rabbimizin huzurunda olduğumuzu unutmamalıyız asla. Gidip sığındığımız, tahassun ettiğimiz, gamlarımızdan halas olduğumuz. İçimizi döküp, dertlerimizi açtığımız… Sıkıntılarımızı, ihtiyaçlarımızı, bizden âlâ bilene. İltica ettiğimiz varlık âleminden soluduğumuz havanın hücrelerimize işleyişine işaret halimizdeki aksi. Ruhumuzdaki duruluk baki diyarlardan gönderilmiş bir nevi dermanın bıraktığı izler.
Her bir şeyi biliyorduk. Ya Rabbimizi, ya haddimizi biliyor muyduk? Ya kendimizi? “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var.”1
Dipnot:1.Bediüzzaman Said Nursî/Sözler.