Bir kanat sesi… Bembeyaz bir kuş… Başı göklerde olan minareye doğru uçuyor. Belli ki yerlerden ziyâde gökleri arzuluyor.
Yerden olan bense o kuşa bakıp kalıyorum, dalıyorum. Uçuşundaki özgürlüğüne hayran, beyazlığındaki saflığa özeniyorum. İnsanlığın gittikçe kirlenip, sukut eden hâlinden yüzüm yere iniyor.
Bir kaç kanat sesi daha… Kuşlar gelmeye devam ediyorlar. Minareler arası uçuşuyorlar. Üzüntümü, üzüntümüz mü duydular? Sanki bir şeyler fısıldar gibiler… Evet… Dua et diyorlar.
Bende, Üstadım Bediüzzaman’dan öğrendiğim şekilde başlıyorum duaya…
Fısıltılı duam şimdi kuşların kanatlarında…
“İlâhî!Üzüntümü sürura, güçlüklerimi kolaylığa çevirmeye de ancak Sen kâdirsin. Bütün sıkıntılarımı gider, benim ve kardeşlerimin bütün güçlüklerini kolaylaştır.”1
Yüreğim korku doluyor. Elimden kayıp giden sevdiğim ne kadar çok. Attığım adımların bile bitişi beni ürpertiyor. Ve dilim duaya duruyor.
“İlâhî! Korku duyduğum ve kurtulamadığım zevale karşı nokta-i istinadım olacak havl ve hayatımdan kaybolup giden ve beni tahassüre sevk eden şeyleri bana tekrar verecek kuvvet, ancak Senin havl ve kuvvetindir yâ Bâkî-i Sermedî!”2
Şu batıp giden güneş… Her yeri kaplayan karanlık… Nur arayan gözüm yaşla doluyor, kalbimi hüzün kaplıyor. Feraha erip, tebessümü arzulayan gönlüm şu duaya yöneliyor.
“İlâhî! Hüzünlerden kurtaracak havl ve feraha eriştirecek kuvvet, ancak Senin havl ve kuvvetindir. Zira güldüren de Sensin, ağlatan da ancak Sen yâ Cemîl, yâ Celîl!”3
“İlâhî! Zulümattan kurtaracak havl ve envara kavuşturacak kuvvet, ancak Senin havl ve kuvvetindir yâ Nur, yâ Hâdî!”4
Ruhum ve bedenim marazlarla kaplı. Hasta beşeriyetin ahû eninleri geliyor kulağıma. Öyle muhtacız ki şifaya… Iztırar lisaniyle diyorum.
“İlâhî! Hastalıklardan kurtaracak havl ve afiyet verecek kuvvet, ancak Senin havl ve kuvvetindir yâ Şâfî, yâ Muafî!”5
Öyle çok emellerim var ki… Hayalim kadar geniş. Bir yanımsa elem dolu… Emellerime ulaşamayan kısa elimi semaya kaldırıyorum. Kuşların kanat çırpınışı arasında diyorum.
“İlâhî! Elemlerden kurtaracak havl ve emellere kavuşturacak kuvvet, ancak Senin havl ve kuvvetindir yâ Müncî, yâ Muis!”6
Ne kadar da küçüğüm şu kâinatta… Küçük olduğum kadar da düşmanlarım çok. İhtiyaçlarımı göremeyecek kadar fakir, neyin şer olup neyin hayır olduğunu bilemeyecek kadar da acizim. Acziyetimi ve fakriyetimi yanıma alıp şöyle nidâ ediyorum.
“İlâhî! Şerlerden mutlak kurtaracak havl ve hayırların aslına kavuşturacak kuvvet, ancak Senin havl ve kuvvetindir ey bütün hayırlar elinde bulunan ve her şeye gücü yeten Kadîr, ey ibadını her hâliyle gören Basîr, ey mahlûkatının bütün ihtiyaçlarından haberdar olan Habîr!”7
Ve sesler… İlâhi daveti müjdeleyen…
Ezan-ı Muhammedî dalgalanmakta şimdi semâda.
Minareler öyle dimdik ayakta.
Ve vakit, sabah ezanı vakti…
“Asbahnâ. (Biz sabaha girdik)
Sabahın mülkü Allah’a şahit; kibriya ise Allah’a delildir.”8
Zulümat nura dönmekte, aydınlanmakta kâinat…
Feraha eren ruh, felâha eren insanlık…
Secdelerde alınlar, semâya yükselir dualar.
Ve kuşların kanatlarına takılır şu tebessümkâr mısralar…
“Hoş geldin, sefa geldin, ey sabah ve ey yeni gün!
Merhaba, ey mutlu vakit ve saat!
Merhaba, ey Allah’ın kâtip ve şahid meleği!
Şu söylediklerimizi bizim için yaz.”
Dipnotlar 1) Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, 2018, s. 855. 2) Age, Yeni Asya Neşriyat, 2018, s. 857. 3) Age, Yeni Asya Neşriyat, 2018, s.857 4) Age, Yeni Asya Neşriyat, 2018, s. 859 5) Age, Yeni Asya Neşriyat, 2018, s. 859 6) Age, Yeni Asya Neşriyat, 2018, s. 859 7) Age, Yeni Asya Neşriyat, 2018, s. 859 8) Age, Yeni Asya Neşriyat, 2018, Lem’alar, syf: 791 9) Evrad-ı Kudsiye, s. 71