Allah (cc), Mâbûd’dur. Yani kendisine ibâdet edilen, çok sevilen, çok istenen, kulluk yapılan, itaat edilen, emirlerine boyun eğilen, sözü ve kelâmı dinlenen Mâbud-u Bilhak Cenab-ı Hak’tır.
Peygamber Efendimizden (asm) rivâyet edilen1 Mâbud ismi, Kur’ân’da fiil ve emir sîgası halinde gelmiştir. “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibâdet edin”2 buyuran Cenab-ı Hak, bir diğer âyette, “Allah’a ibâdet edin. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın”3 buyurmakta; diğer bir âyette ise, Peygamber Efendimizin (asm) inkârcılara şöyle seslenmesi istenmektedir: “Ben sizin taptıklarınıza tapmam! Benim ibâdet ettiğime de siz ibâdet etmezsiniz! Ben sizin taptıklarınıza tapıcı da değilim! Benim ibâdet ettiğime de siz ibâdet edici değilsiniz!”4
Cenab-ı Hakkın ve Mâbud-u Bilhakkın, insanı şu kâinat içinde mutlak rubûbiyetine karşı en ehemmiyetli bir kul sûretinde yarattığını vurgulayan5 Bediüzzaman, namazın hakikatının sırf bir rahmet ve Mâbud-u Cemîl-i Zülcelâlin huzuruna kabul edilmek olduğunu,6 hakîk Mâbudun yalnız Allah olduğunu;7 çünkü, insanı yaratanın, îcât edip terbiye edenin Ondan başkası olmadığını, Mâbudunun da ancak O olabileceğini,8 kâinattaki bütün varlıklarda görünen mutlak itaat ve umûmî ibâdetlerin çok net biçimde Mâbud-u Mutlakı gösterdiğini9 beyan eder.
Bediüzzaman Said Nursî’ye göre, bayramlarda ve Cuma cemaatlerinde mü’minler toplu bir halde Mâbud-u Ezelînin muhteşem hitabına, hadsiz kalplerden ve dillerden çıkan seslerle, duâlarla ve zikirlerle mukabele ediyorlar. O sesler bir birine yardım edip ittifak ederek öyle geniş bir sûrette Mâbud-u Ezelînin ulûhiyetine karşı bir ubûdiyet gösteriyorlar ki, güyâ yeryüzü tümüyle o zikri söylüyor, o duâyı ediyor ve tüm içindekilerle namaz kılıyor ve etrâfıyla semâvât ötesinden izzet ve azametle nâzil olan, “Namaz kılınız!”10 emrine boyun eğiyor.11 İnsan kâinatın tüm zerrelerini tevâzu içinde tespih tanesi yapıp Mâbudunu zikrediyor. Bazen kâinatı da az görüyor ve Cennetin zerreleri ile zikretmek istiyor.12
Hayat sahibi olsun olmasın, her şeyin tam bir itaat ve intizam ile vazife sûretinde ubûdiyetleri bulunduğunu beyan eden Bediüzzaman, Mâbud-u Bilhakkın her bir varlığı muhtelif hizmetlerde görevlendirmek sûretiyle ibâdete sevk ettiğini belirtir.13
Allah’ın emirlerini yapmak ve nehiylerinden sakınmaktan ibâret olan ibâdetin,14 kul ile Mâbud arasında en yüksek bir bağ ve en latîf bir bağlılık olduğunu ve bu bağlılığın insanın en yüksek fazileti, mükemmelliği olduğunu beyan eden Bediüzzaman, bu ibâdet bağının insan rûhuna yüksek değerler kazandırdığını, istidatlarını geliştirdiğini ve zenginleştirdiğini, kararlarını iyiliğe doğru yönlendirdiğini ve kötü emellerden arındırdığını, emellerini gerçekleştirdiğini, fikirlerine istikâmet verdiğini, tüm isteklerini ve öfkelerini had altına aldığını, dış ve iç duygularını kirleten tabiat paslarını sildiğini ve insanı Mâbud-u Bilhakkın belirlediği kemâlâtına eriştirdiğini kaydeder.15
Dipnotlar
1) Mecmuâ tü’l-Ahzâ b, 2: 255.
2) Bakara Sûresi: 21.
3) Nisâ Sûresi: 36.
4) Kâfirûn Sûresi: /2-6.
5) Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 83.
6) Age, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 182.
7) Age, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 198.
8) Age, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 380.
9) Age, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 603.
10) Rum Sûresi: 31.
11) Mesnevî-i Nûriye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 140.
12) Nûr’un İlk Ka pısı, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 80.
13) Mektûbâ t, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 384.
14) İşâ râ tü’l-İ’câ z, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 140.
15) Age, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 142.