Kelimat Çiçekleri

MÜBAREK MIRMIR

Çay kaşıklarının bardağa vurmasından çıkan tatlı sesler kulağı okşuyordu. Muhabbetle ısınan bir havası vardı odanın. Evin küçük kızları annelerinin yanlarına oturmuş, her akşam yemekten sonra okuduğu kitabın devamını dinlemek için sabırsızlanıyorlardı. Annelerini dinlerken bir taraftan da çay içmeyi çok seviyorlardı. Çaylarını hızla karıştırmaları bu sebeptendi.

Ama Mübarek o gün biraz mahzundu. Ona söylenilen bazı sözler yüreğini burkmuştu. Odanın içinden yavaşça geçti. Kaloriferin yanında kendisi için hazırlanan mindere uzandı. Başını patilerinin arasına aldı. Yanındaki süt kâsesine bile bakmadan gözlerini yumdu. Sessizliğe büründü… Ama küçük kızların tatlı seslerini duymamak mümkün değildi.

“Anne…  Hadi… Okumaya başla…” diyordu büyük olan. Küçüğü ise ablasının dediklerini tekrar ediyordu kendince. “Hadi… Hadi… Hadi…”

Anneleri kızlarının bu hâline tebessüm ediyor ve bir taraftan da için için seviniyordu, kitaba olan sevgilerinden dolayı. “Tamam, yavrularım şimdi geldim. Nereye koymuştuk kitabı? Hah… Tamam… Buldum… Sahi dün nerede kalmıştık?”

Büyük olan atıldı. “Anne bak kitabın arasında ip var ya… Tam orada kaldık.”

“Evet… Evet… Buldum.” diye karşılık verdi annesi. “Peki… Hazır mısınız?” diye sorunca “Hazırızz…” diye karşılık geldi kızlarından.

Mübarek de minderinde, yattığı yerden kulaklarını dikti. Gözlerini hâlâ sımsıkı kapamış olsa da, annelerinin okuduğunu dinlemek istiyordu. Belki bugün onu üzen şeyleri biraz olsun unuturdu.

Ve anne kalınca tuttuğu kitabı okumayı başladı.

“Bu bereketler, ya yanıma gelen hâlis dostlarıma ihsandır; veya hizmet-i Kur’âniyeye bir ikramdır; veya iktisadın bereketli bir menfaatidir; veyahut “Yâ Rahîm, Yâ Rahîm” ile zikreden ve yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki, bereket suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet, hazin mırmırlarını dinlesen, “Yâ Rahîm, Yâ Rahîm” çektiklerini anlarsın.”

Kulaklarına inanamıyordu Mübarek… Bu satırlarda kendisinden bahsediliyordu. Yavaşça gözlerini açınca evin tatlı kızlarının kendisine baktığını gördü. Sevinmekle utanmak arasında bir hâlle başını kaldırıp kuyruğunu salladı.

Küçük kız gözünü ondan ayırmadan “Abla… Biliyor musun? Ben Mübarek’i uyurken dinledim… Gerçekten de mırmırları “Yâ Rahîm” gibi geliyor kulağa.”  Ablası da tasdik edercesine “Tabi ya… Bende kaç kere dinledim ve aynısını duydum…” dedi.

Bu sözler Mübarek’in çok hoşuna gitmişti. Ama bugün ona söylenilen sözleri hatırlayınca yine mahzunlaştı. “Bu küçük masum çocuklar, benim Rabbimi zikrettiğimi duyabiliyorlar. Ve anneleri onlara hep Kur’ânî hakikatleri anlatıyor. Oysa mahalledeki birçok kişinin bugün bana ‘nankör’ dediğini duydum… Keşke onlara da anlatan biri olsa…”

O bunları düşünürken kızların annesi başka bir kitabı almış ve konuşmaya başlamıştı. “Biliyor musunuz? Kedilerin ‘Yâ Rahîm’ diyerek zikrettiğini anlatan bir yer daha var. Orası da Sözler kitabında Yirmi Dördüncü Söz’de geçiyor.”

Çaylarını yudumlayan kızlar “Hadi, orayı da bize oku anne.” dediler. Anneleri de çayından bir yudum alarak hemen okumaya başladı.

 

“Hattâ bir gün kedilere baktım. Yalnız yemeklerini yediler, oynadılar, yattılar. Hatırıma geldi: “Nasıl bu vazifesiz canavarcıklara mübarek denilir? “Sonra gece yatmak için uzandım. Baktım, o kedilerden birisi geldi, yastığıma dayandı, ağzını kulağıma getirdi. Sarih bir surette “Yâ Rahîm, Yâ Rahîm, Yâ Rahîm, Yâ Rahîm” diyerek güya hatırıma gelen itirazı ve tahkiri, taifesi namına reddedip yüzüme çarptı. Aklıma geldi: “Acaba şu zikir bu ferde mi mahsustur, yoksa taifesine mi âmmdır? Ve işitmek yalnız benim gibi haksız bir muterize mi münhasırdır, yoksa herkes dikkat etse bir derece işitebilir mi?” Sonra sabahleyin başka kedileri dinledim. Çendan onun gibi sarih değil, fakat mütefavit derecede aynı zikri tekrar ediyorlar. Bidayette hırhırları arkasında “Yâ Rahîm” fark edilir. Gitgide hırhırları, mırmırları, aynı “Yâ Rahîm” olur. Mahreçsiz, fasih bir zikr-i hazîn olur. Ağzını kapar, güzel “Yâ Rahîm” çeker. Yanıma gelen ihvanlara hikâye ettim. Onlar dahi dikkat ettiler, “Bir derece işitiyoruz” dediler. Sonra kalbime geldi: “Acaba şu ismin vech-i tahsisi nedir? Ve ne için insan şivesiyle zikrederler, hayvan lisanıyla etmiyorlar?” Kalbime geldi: Şu hayvanlar çocuk gibi çok nazdar ve nazik ve insana karışık bir arkadaş olduğundan, çok şefkat ve merhamete muhtaçtırlar. Okşandığı vakit hoşlarına giden taltifleri gördükleri zaman, o nimete bir hamd olarak, kelbin hilafına olarak esbabı bırakıp yalnız kendi Hâlık-ı Rahîm’inin rahmetini kendi âleminde ilân ile nevm-i gaflette olan insanları ikaz ve “Yâ Rahîm” nidasıyla: Kimden meded gelir ve kimden rahmet beklenir, esbabperestlere ihtar ediyorlar.”

“Demek Üstad dedenin de kedileri varmış. Bizim gibi…” diye ellerini çırptı küçük kız. Ablası da “Yaa evet…” diyerek karşılık verdi.

Onlar bunları konuşurken Mübarek öyle mutluydu ki… İşte onun hâlini ne de güzel anlatmıştı bu kitaptaki sözler. “Tabi ya…” dedi kendi kendine. “Benim rızkımı veren Rabbim. Rahmette, medette O’ndan gelir.” Yavaşça yerinden kalktı. Tatlı tatlı gerinip, patilerini yaladı. Küçük adımlarla kızların yanına giderken onlar hâlâ konuşmaya devam ediyorlardı.

“Biliyor musunuz?” diyordu anneleri. “Üstadın yaşadığı zamanda bir kedinin ismi Abdürrahim’miş. Hadi orayı da okuyayım size. Ama sonra doğru yatağa tamam mı?”

Kızlar sevinçle başlarını salladılar “Söz… Sonra hemen uyuyacağız?” Pencereye yakın duran kitaplıktan anneleri bu sefer ince bir kitap aldı. Üzerinde Kastamonu Lâhikası yazıyordu. Biraz karıştırdıktan sonra bir sayfada durdu ve okumaya başladı.

“Re’fet Bey’in bizi hayrete düşüren hayretli ve garib mektubunun baştaki kısmı, Lâhika’ya medar-ı ibret olarak yazıyoruz. Ve bilhâssa “Ene ve Zerre” namındaki Otuzuncu Söz’ü her mü’minin ezber etmesi zarurîdir demesi; ve o eserin kıraatından sonra Barla’da Abdurrahîm namını kazanan ve ‘Yâ Rahîm Yâ Rahîm’ zikrini bize işittiren mübarek kedinin bir kardeşi olarak diğer mübarek bir kedi, Ezan-ı Muhammedî’yi (asm)) müştakane, insan gibi dinlemesi, bize de sizin kadar hayret ve sürur verdi. Ve Ezan-ı Muhammedî’yi (asm) tam zuhuruna işaret müjdesi telakki ettik.”

“İşte benim güzel kızlarım… Rabbimizin yarattığı her bir canlı biz fark etmesek de, Rabbini tesbih ediyor. Bize düşen de Rabbimizin emirlerine uymak ve O’nun esmasını öğrenerek, hayatımıza yansıtmak.”

Kızların büyüğü “Çok haklısın annecim. Bizim evimizde de adı gibi mübarek ve sevimli bir kedimiz olduğu için çok mutluyuz. O hâlde bizde üzerimize düşen kulluk vazifemizi yapmak için yatmadan önce yatsı namazımızı kılalım. Değil mi kardeşim?”  Küçük kız ablasının Sözlerine güçlü bir “Evett” diyerek karşılık verince, anneleri de, “O hâlde… Haydi, bakalım doğru abdest almaya…” diyerek gülümsedi.

Kızları ve anneleri sevinç içinde odadan çıkarken Mübarek de yavaş ve usulca kanepenin üzerine çıktı. Kanepenin kenarında duran kitaba şöyle bir bakıp “Ne kadar güzel bir kitap… Beni yaratan Rabbimi ne kadar da güzel anlatıyor.” dedi. Üzüntüsünden eser kalmamıştı. Başını kitaba yasladı. Kaloriferin yanındaki minderinden daha yumuşak ve sıcacıktı burası. Gözlerini yumdu ve tatlı bir uykuya daldı. Rüyasında ise Üstadının dizi dibinde Risale-i Nur dinliyordu. Ve yatsı ezanları okunurken odayı tatlı bir mırıltı doldurmuştu. “Yâ Rahîm… Yâ Rahîm…”

 

 

 

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*