Mecali kalmayınca derin bir “hu” çekerek koltuğa yığılıp kalışına bakınca. Ceset-beden ağlarken ruh güler masumane. Hiçbir şeyde hakiki tasarruf sahibi olmadığını derk eder de acizliğin ve zayıflığın resmine değişir kavi halleri. Gücünün, kuvvetinin ve hâkimiyetinin sadece mevhum bir buluttan ibaret oluşuna hakkal-yakin şahit olur. Bu kısacık açlığa ve susuzluğa tahammülüne, iftarda onca nimetlerin önüne serilip, ta ki bir parça ekmeğin tadını alabiliyor olmaya. Sıcacık bir bardak çayın özlemine kadar… Sair vakitte fazlasıyla yiyip- içtiğimizin düşüncesine bile katlanmayarak yaşadığımız sefih ahvâlimizi yüzümüze vururcasına…
Kendimizden başlayarak düzelmeye ve düzletmeye manevi varlığımızı. Ne güzel bir dönüştür insanın özüne yaptığı. Şükürden ziyade, şikâyete sarf edilen kelimeler susar. Susması elzemdir de. Susar da Rabbini anmak ile mutmain olur ancak. Kuran, zikir, tesbih, salavat ve istiğfara muhtaçtır o lisan. Zira bütün duygulara, manevi cihazata bir nevi oruç tutturmak! Altın renkli başakların olgunlaştığı mevsimi yaşamaktır onu yaşamak. Sıcacık, bereketli ve cömerttir alabildiğince…
Hiçbir şeyin kıymetini bilmediğimiz ve bu kıymet bilmezliğimizi günümüzün modası olarak kuşandığımız… Gafletin, umursamazlığın, aldırmazlığın ve tasasızlığın katmerlenen perdeleri bir bir açıldıkça ve tek tek nurlar ruhumuza değmeye başlayınca… Ruha ihya veren bu nefesten ne kadar da yoksun olduğumuzun farkına vararak. İçimize dolan huzur ile…
İlk günlerde zoraki bir kabulleniş gibi olsa da bu, söz dinlemeyi öğrenmiş küçük misali, çocukça heveslerden vazgeçip asıl mahiyetine bürünür insan. Başını eğer, terbiye olunur, razı gelir. Hatta zaman aktıkça öyle bir halete giriftar olur ki; ayrılığına içi burkulur. Günler eksildikçe gönlü mahzun olur.
Beyhude, nafile yere tükenmiş bir ömür… Ve peşi sıra sürüklendiğimiz o koca dünya. Elzem ahiretimizi, lüzumsuzca işlerimizin meşgalesine rüşvet vererek takas ettiğimiz. Sayısız nefeslerimiz sayılı günlerimize heder olup da giderken; ziyan ömrümüzün baharları, yazları… Oysa yok böyle bir dünya, yok böyle bir hayat!“Yok” olmadan varlığa geçit vermiyor bu hakikat.
Hem ne demiş? “Men ene ve ma ente, Sen kimsin, ben kimim?” Nefsinde yok olana var bu sevda. Böyle ulvi ubudiyete ve şeref-i keramete iştirak edenlere…
Biz kimiz ve nereye yol alıyoruz?
“Ramazan-ı Şerif; bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır.”1
Dipnot
- Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat