Ölüm her an bizimle beraber olan bizi candan seven hiç değişmeyen vefalı bir arkadaş. Onunla beraber yaşamayı denemediğimiz için onu pek sevmedik. Onu anlamaya çalışmadık. İçimizdeki karanlıklardan kurtulup inceleyemedik. Ondan hep kaçtık. Saklanacak bir delik aradık. Kurtulmak için hayatımızı harcadık. Onunla göz göze gelmemek için sağlıklı yaşam koşullarını bir bir uygulamaya çalışıp ömrümüzü uzatmaya çalıştık. Ne kadar uzaklaşmaya çalışsak da günü ve anı gelince bizi bulmayı başardı. Ölümü kendimize değil başkalarına düşmanımıza layık gördük.
Anne ile bebeğinin yan yana gömülmesini, dede ile torununun aynı camide yan yana olan musalla taşında durduğunu, babanın gurbetteki evladını tabut içinde omuzlayıp kaldırdığı ölümleri yüreğimiz bir türlü kaldırmadı.
Nefretimize rağmen bize sıcak davrandı. Yaşayan her canlının hayatına girdi. Tanışmayan dostlarına da bir gün tanışacaklarının vaadini verdi.
Onu görmeden onu içimizde gizleyerek yaşamak ve onu kabullenip hatta sevip birlikte yaşamayı ve ölümü, süslü gülün etrafında sarmalamaya yüz tutmuş solma anındaki Yaradanına karşı gösterdiği tebessümlü ölümü gibi, simli bir kelebeğin ahenkle dans edip gökyüzüne kanat çırpınışıyla doğru bir anlık nefes alışıyla beraber Rabbine yöneldiği ölümü gibi, müminin secde anında ağzından süzülen duasına amin diye eşlik eden meleklerle beraber sevinçle Rabbine kavuşacağı ölümü gibi…
Açılmamış bir bohçanın arasında sır gibi ani gelip kendini belli eden beşer ölümünü bir başlangıç olduğunu idrak etmek…
Ayla Garzanlı Ağrak