Kelimat Çiçekleri

Feda Etmek

Risâle-i Nur davası için hayatını feda etmek… Büyük fedakârlık. Fedakârlığın büyük olması, davanın büyük olmasından kaynaklanıyor. Elbette bunun için de davayı tam anlayabilmek gerekiyor. Kur’ân hakikatlerinin kâinata duyulması ve neşrolması için hayatının her safhasında çalışan Bediüzzaman’a engel olmak isteyenler türlü plânlar içindediler.

Sürgün, iftira, hapis, tecrid, yazılan Risalelere el koymak ve zehir…

Nurun parlamasına engel olmak isteyen huffaş zihinler ve canı pahasına Nur Risaleleri için çalışan Bediüzzaman ve talebeleri…

Her bir Nur Talebesi kendi imkânı ve kabiliyetince, büyük bir gayretle ve şevkle bu davada çalışmış…

Her birinin feda ettiği şey başka olmuş. Ancak bazen öyle haller olmuş ki… Feda edilmesi gereken hayat olmuş.

Gönül ve kalpleri kararanların istedikleri Bediüzzaman’ın hayatı devam etmesin, Risâle-i Nur neşri dursun, Nur Talebeleri dağılsın, iman hizmeti dursun.

Ve Bediüzzaman’a verilen zehir… Yer Denizli Medrese-i Yusufiyesi…

Bediüzzaman maddi acı ve sıkıntılar içinde, Nur Talebeleri hüzün içinde…

Risâle-i Nur’u tanıdıktan sonra daima hayatının gayesini Nura hizmete adamış Hafız Ali de orada…

O da hüzünlü… Ancak bir şeyin farkında… Şayet Bediüzzaman ölürse Risâle-i Nur’un neşri yarım kalır. İnsanlığın imanını kurtarıp, ahiretinin selametini sağlayan bu eserin neşri tamamlanmazsa o zaman bu ahir zamandaki insanlık çaresiz kalır.

Ve açar ellerini semaya… Kendi hayatını Risâle-i Nur neşri için feda etmek niyetiyle başar niyaza…

Âmin… der sonra arkasında olan tüm nur kardeşleri…

Ve ardından riyazette olmasına rağmen onda zehir sebebiyle hastalık belirtileri, Üstadında ise afiyet hâli başlar…

Ve dünyadaki neşir hizmeti vazifesini tamamlayıp berzaha uçar Hafız Ali…

Artık kabirdedir bundan sonraki Risâle-i Nurla meşguliyeti.

Ve meleklere anlatır sürekli iştigal ettiği Meyve Risalesini…

“Aziz, sıddık kardeşlerim,
Cenâb-ı Erhamürrâhimîne hadsiz şükür olsun ki; bu acip zamanda ve garip yerde, talebe-i ulûmun kıymetli şerefini ve ehemmiyetli hizmetlerini kazanmayı sizler vasıtasıyla bizlere de müyesser eyledi.
Ehl-i keşf-i kuburun müşahedesiyle, müteaddit vâkıatla, tahsil-i ulûm ânında vefat eden bazı müştak ve ciddî bir talebe-i ulûm, şehidler gibi kendini hayatta ve kendi dersiyle meşgul görüyor. Hattâ meşhur bir ehl-i keşf-i’l-kubur, vefat eden ve ilm-i sarf ve nahvi okuyan bir talebenin kabrinde Münker, Nekir’e nasıl cevap verecek diye murakabe etmiş. Ve müşahede edip işitmiş ki, melek-i suâl, ondan sordu. ‘Men Rabbûke? Senin Rabbin kimdir?’ dediği zaman, o nahv dersiyle iştigal ederken vefat eden talebe, o meleğin cevabında demiş: ‘Men mübtedâdır, Rabbûke onun haberidir.’ Nahiv ilmince cevap vermiş, kendini medresede zannetmiş.
İşte bu vâkıaya muvafık olarak, ben merhum Hâfız Ali’yi aynen hayattaki gibi Risale-i Nur’la meşgul olarak en yüksek bir ilimde çalışan bir talebe-i ulûm vaziyetinde ve tam şehidler mertebesinde ve tarz-ı hayatlarında biliyorum ve o kanaatle ona ve onun gibi Mehmed Zühdü’ye ve Hâfız Mehmed’e bazı dualarımda derim: ‘Yâ Rabbî! Bunları kıyamete kadar Risale-i Nur kisvesinde hakaik-i imaniye ve esrar-ı Kur’âniye ile kemâl-i ferah ve sevinçle meşgul eyle. Âmin. İnşaallah.”

Üstadı ardından şu satırları yazar taziye için…

“(Güzel ve tam yerinde bir tâziyename)

Aziz, sıddık kardeşlerim,

اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ

 (Her türlü musîbet karşısında söylediğimiz söz şudur: Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz. Bakara Sûresi, 2:156)

Ben hem kendimi, hem sizi, Risale-i Nur’u tâziye ve merhum Hâfız Ali’yi ve Denizli Mezaristanını tebrik ediyorum. Meyve Risalesinin hakikatini ilmelyakîn ile bilen bu kahraman kardeşimiz, aynelyakîn ve hakkalyakîn makamına çıkmak için, kabre cesedini bırakıp melekler gibi yıldızlarda âlem-i ervahta bütün yazılan ve okunan harfleri adedince defter-i a’mâline hasenat yazdırsın. Âmin. Ve onların sayısınca onun ruhuna rahmetler yağdırsın. Âmin. Ve kabrinde Kurân’ı, Risale-i Nur’u ona şirin ve enis arkadaş eylesin. Âmin. Ve Nur fabrikasına onun yerine on kahramanı ihsan edip çalıştırsın. Âmin, âmin, âmin.
Siz dahi benim gibi dualarınızda onu yâd ediniz. Bin lisan onun lisanı yerine istimal edip, o kaybettiği bir hayat ve bir dil yerinde mânevî bin hayat kazandı diye rahmet-i İlâhîden ümitvarız.”

Hafız Ali ve onun gibi diğer ağabeyler ne gerekiyorsa bu Risale-i Nur hizmeti için feda ettiler…

İnsanın en kıymetli emaneti olan canlarını dahi feda etmekten çekinmediler.

Bizler, ahir zamanın ahirinde olan kişiler… Sahi… Neyimizi feda ediyoruz, edebiliyoruz, edebiliriz…

Hepimizin cevabı farklı olacaktır… Ama mutlaka bir cevabı vardır.

O hâlde bu sorunun cevabını düşünelim mi henüz hayatımız devam ediyorken…

Sonrası mı?

Hem dünyada hem kabirde Kur’ân ve Risâle-i Nur bizlere şirin, enis arkadaş olur inşallah…

Gülnur Tercan

 

Dipnotlar

  • Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2010, syf:520-521
  • Age, syf:519-520

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*