Berat kelimesi Arapça kökenli bir kelime olup kurtuluş, beri olmak, aklanmak, temiz ve suçsuz olmak anlamlarına geldiği gibi; Osmanlı Devleti’nde bir göreve atanan, aylık bağlanan, san, nişan veya ayrıcalık verilen kimseler için çıkarılan Padişah buyruğu anlamına da gelmektedir. Berat gecesine Kur’an-ı Kerim’de yedi Hamim’den beşincisi olan Duhan Suresi’nin ikinci ve dördüncü Ayetlerinde yer verilmektedir: “Apaçık olan Kitap’a and olsun ki, Biz O’nu mübarek bir gecede indirdik.1Katımızdan bir emirle her hikmetli iş bu gecede ayırt edilir.”2
Bilindiği üzere Kur’an-ı Kerim iki şekilde indirilmiştir. Birisi, Levh-i Mahfuz’dan (Ümmü’l Kitap=Levh-i Ezeli) dünya semâsına tamamının indirilmesidir, buna inzal denir, Berat gecesi vukû bulan hadisedir. İkincisi de, Peygamber Efendimiz’e (asm) parça parça indirilmesidir buna tenzil denir. Kadir gecesinde bu tedrici tenzil vukû bulmuştur.3 Bediüzzaman Hazretleri: “Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsi çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin programı nev’inden olması cihetiyle, Leyle-i Kadrin kudsiyetindedir. Her bir hasenenin Leyle-i Kadir’de otuz bin olduğu gibi, bu Leyle-i Berat’ta her bir amel-i salihin ve her bir Kur’an’ın sevabı yirmi bine çıkar”4 der.
Yine Bediüzzaman Hazretleri 16. Lem’a’da “Hadis-i Şerif’te varit olmuştur ki: “Bazen belâ nazil oluyor; gelirken karşısına sadaka çıkar, geri çevirir”5 Şu Hadis’in sırrı gösteriyor ki, mukadderat, bazı şeraitle vukua gelirken geri kalır. Demek, ehl-i keşfin muttali (haberdâr) olduğu mukadderat (Allah tarafından takdir olunmuş, ileride vukûa gelecek haller ve olaylar) mutlak olmadığını, belki bâzı şeraitle (şartlarla) mukayyet (kayıtlı) bulunduğunu ve o şeraitin vukû bulmamasıyla o hâdise de vukûa gelmiyor. Fakat o hâdise, ecel-i muâllak gibi, Levh-i Ezeli’nin bir nevi defteri hükmünde olan Levh-i Mahv-İspat’ta mukadder olarak yazılmıştır.6 Gayet nadir olarak Levh-i Ezeli’ye kadar keşif çıkar. Ekseri oraya çıkamıyor.7
Bediüzzaman Hazretlerinin ecel-i mutlak diye bahsettiği ecel-i müsemma=ecel-i mübreme dediğimiz ecel, Levh-i Mahfuz’da yazılmıştır ve asla değişmez; Âyetlerde asla değişmeyeceği söylenen bu eceldir. Bediüzzaman Hazretlerinin ecel birdir değişmez dediği ecel de bu Levh-i Mahfuz’da yazılmış olan mutlak eceldir. Bir de Ecel-i muâllak=ecel-i kaza dediğimiz ecel vardır ki, şart ve sebebe bağlanan kazadır. Bu ecel, şart ve sebebe veya kulun durumuna göre değişebilir. Onun için buna Rıza Levhası=Levh-i Mahv-İspat da denir. Bu levhayı melekler görürler. Ra’d Suresi 39. Ayette “Allah dilediğini siler, dilediğini sabit kılar. Ümmü’l Kitap (Ana Kitap=Levh-i Mahfuz) O’nun katındadır“ buyurulmuştur.
Bediüzzaman Hazretleri, 30. Söz’ün İkinci Maksat’ındaki Haşiye’de: “Levh-i Mahv-İspat ise, sabit ve daim olan Levh-i Mahfuz-u Azam’ın daire-i mümkinatta, yâni mevt ve hayata, vücut ve fenâya daima mazhar olan eşyada mütebeddil (değişken) bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır ki; hakikat-ı zaman odur. Evet, her şeyin bir hakikati olduğu gibi, zaman dediğimiz, kâinatta cereyan eden bir nehr-i azimin hakikati dahi Levh-i Mahv-İspat’taki kitabet-i kudretin sahifesi ve mürekkebi hükmündedir8 buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz’in (asm) Miraç’ta “Kâinatın mukadderâtını yazan kalemlerin gıcırtısını duyması9 yazılım ve güncellemelerin hâlen devâm ettiğinin göstergesidir. Demek ki değişen kader, bu kanunların kendisinde değil, belki zamanlama ve uygulamasındadır ki, bâzen bu uygulama ve zamanlama (yâni kaza), özel bir kader kanunuyla, atâ ile de tayin edilebilir. Bu atâ konusunda Bediüzzaman Hazretleri Mesnevi-i Nuriye’de: “Cenab-ı Hakk’ın atâ, kaza ve kader namında üç kanunu vardır. Atâ (bağış, ihsân, lütuf, ikram), kaza kanununu, kaza da kaderi bozar. Meselâ, bir şey hakkında verilen karar, kader demektir. O kararın infazı, kaza demektir. O kararın iptaliyle hükmü kazadan affetmek atâ demektir.10 Meselâ zehir öldürücüdür, bu kaderdir; birisi zehri içip ölürse bu kazadır. Birisi zehri içtiği halde ölmezse bu atâdır. Bediüzzaman’ın çok kuvvetli zehirlerle defaatle zehirlenip, ölmemesi atâdır diyebiliriz. Bu gibi atâ kanunları hususî olduğundan, ne zaman, kimin için geçerli olacağını sadece Allah bilebilir. Onun için biz daima Üstadımızın da dediği gibi: “Yâ İlahi! Hasenâtım Senin atândandır, seyyiatım da Senin kazandandır. Eğer atân olmasa idi, helâk olurdum”11 demeliyiz.
Elli senelik bir manevi ibadet ömrünü ehl-i imana kazandırabilecek olan Nısf-u Şaban Gecemizde Peygamber Efendimiz’in (asm) şu beşaretli hadis-i şerif’i, şahs-ı manevinin tesanüd-i manevi feyziyle, kırk bin lisanla tesbih eden bazı melekler gibi; her bir halis, muhlis Nur şakirtlerini, kırk bin dil ile istiğfar ve ibadet etmiş gibi Rahmet-i İlâhiyeden beratimizi almamız nasip ve müyesser olsun inşallah: “Şaban’ın on beşinci gecesi geldiğinde geceyi uyanık ibadetle, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah rahmetiyle dünya semâsına tecelli eder ve şöyle seslenir: “Yok mu istiğfar eden, affedeyim. Yok mu rızık isteyen, rızık vereyim. Yok mu bir musibete uğrayan, sağlık ve afiyet vereyim.” Tan yerinin ağarmasına kadar, bu böylece devâm eder.”12
Pelin Taş
Dipnotlar
- Duhan Suresi 2.Âyet
- Duhan Suresi 4.Âyet
- Elmalılı, c.5, s. 4285
- Şualar, s. 788.
- Hâkim, Müstedrek,1:492
- Nevevi, Şerh-u Sahih-i Müslim,16:114, İbn-i Hacer,Fethü-l Bâri,10415-416.
- Lem’alar, s. 267-268.
- Sözler, s. 893.
- Tecrid-i sarih Dip Yay.X/70
- Mesnevi-i Nuriye, s. 326.
- Mesnevi-i Nuriye, s. 327.
- İbn-i Mâce, İkâme,191.