Ruhun zerreleri de yedeğine alıp sakin sokaklarına götürdüğü. Adımladıkça satır aralarında,kelimelerce yaşadığımız. Sayfalar ardı sıra sürüklenmek… Âlemin, kâğıttan müteşekkil gözlerimiz önünde duruşuna… Ellerimizle nazikçe tutup sayfanın arka yüzünü çevirişimiz o an için tek gayretimizdir sanki. Aynı atmosferi solumaya devam üzere çığlığımız… Açlığına-susuzluğuna, dertli ise devasına. Dinginliğe hasret ise huzur adına.Yüreği neyi arzularsa, neye talihliyse. Hasbihal etmekten de öte içini dökmeye. Elhasıl hangi teselliye muhtaç isek onunla teskin olduğumuz.
Günün hangi saati olursa olsun, ömrün hangi deminde yaşarsanız yaşayın. Hiçbir şekilde sizi eleştirmeyen, yargılamayan, tenkit vurgularıyla yüreğinizi incitmeyen… Sükûnetle düşüncelerimizi arındırabilme imkânına kavuştuğumuz. Şüpheleri, kaygıları, umursamazlıkları… Hatta düşmanlıkları, kinleri, nefretleri… Zihnimizdeki kargaşalarından kurtularak, meşakkatsiz ve de kasvetsiz. Topunun tazyikinden halas olup, gönlünce yürüdüğümüz. Ebediyetle aramızdaki köprüleri yakınlaştırmanın, aramızda kalan fanilerden sıyrılmanın verdiği huzuru yakalamak da desek yanılmış olmayız. Tertemiz ferahını ciğerlerimize doldururken, “kalbe ferah, ruha rahat” terimini bizzat yaşadığımız.
Dertlenince, sevinince. Selamete muhtaç iken her daim.Sayfalar arasında ünsiyet etmek, mahiyetimizde gizli olan nice duyguların pencerelerinden müteşekkil. Oturduğumuz yerin, serinlediğimiz esintinin, yudumladığımız çayın bileşiğinde. Satılar arasından uzanır hülyalarımıza. Bir inşirah süzülür kelimeler kametince. Kilometrelerce yükselip ruhumuz, aradığında buluverir kendini. Zühre misal bir çiçekten, ta yıldızlara uzanan… Kapılarını araladığımız ruhun mana âleminden kahvaltısı gibidir. Samimi, içten, taptaze ve doyurucu. Nasıl ki insan ihtiyacın şiddetiyle, muhtaç olduğunu ziyadesiyle bilir ve o insana ihtiyacının verilmesiyle de ne kadar şâkirdir. Özüne ulaşan, özünü doyuran, onsuz olunmayan… İnsan ve kul olarak yaşadığımız sürece en elzem ihtiyaçlarımızdandır ve bizden ilk istenilendir o. Ve kendimize yapabileceğimiz en hakikatli iyiliğin eylem halidir.
Zamana anlam yüklemek, zamanları anlamlandırmak. Zamanları ziyan etmeden mana yüklü kervanlara dönüştürmek. Manaya bürünüp hem kendini hem maziyi hem de müstakbeli. Ömrü uğurlarken, ömrü karşılamaktır. Merdane durup, mertçe yaşamaktır. Yaratılan suretlere sûri olmayıp, aynanın mülevven yüzünden manayı harfiyi bulmaktır. Gökkuşağında renkleri ayırt edebilmek gibi. Bulutlarda rahmeti, dağlarda azameti. Toprakta varlığın incecik ölçeklerini. Birkaç saatlik, birkaç günlük değil, bir ömür boyunca, ömürlerce… Yolculuğu ziyadeleştikçe ömürlerce ömürleri okur insan nihayetinde. Her hikâyede hakikati bulur. Hakiki insan olur.
Peki ya okuyamamak! Bu nasıl bir illettir? Ya da devası kimdedir?
“… O da ona mukabil; tasdik ile, iman ile, tevhid ile, iz’an ile, şehadet ile, ubudiyet ile mukabele eder. İşte bu çeşit ibadat ve tefekküratla hakiki insan olur, ahsen-i takvimde olduğunu gösterir. İmanın yümnüyle emanete lâyık, emin bir halife-i arz olur.”1
Dipnot
- Yirmiüçüncü Söz/ İkinci Mebhas/ Beşinci Nükte