Düşünceler

Himmetin elini tutup…

Hayal süratinde dönen kürelerin hızında. Ömür, bir yokuştan inercesine sürüklerken bizi. Ceplerimizde sadece inci, mercan değildir yükümüz. Gördüğümüz manzaralar, işittiğimiz sesler, hissettiğimiz duygular… Bildiğimiz ne ise hayat adına. Hâsılı, yaşadığımız anları görmek ve işitmenin yanında sorup sorgulayabilen, hakikat ve hikmeti deşifre edebilen. Sonsuzluk kokan bir âlemin şu anki durağında iken. Bakiden tadımlık, içinde sonsuzluğu barındıran.

İnsan ne garip bir varlık! Sevinince tüm kâinatı kucaklayacak olur. Gündüzü ayrı güler güneşin, mehtabı ayrı bir gülümser gecenin. Kuşlar nağmeler bırakır cıvıltılarıyla ağaçların hışırtısına… Daim bir intizamın içinde süregelen bir huzur barınır. Bir secdede saklıdır kimisi, bir damla gözyaşında aranır bazısı. Bir yudum suyla hamd cümlelerinde dile gelir de kelimeler tercüman olur o sürura. Teslimiyet belki de budur. Belki de yaşamak budur! Huzuru iliklerine kadar bulunca. Neden olmasın/ olamasın?

Hep öyle mi ya? Ufacık bir elem yeter bizi durdurmaya. Üzülünce bir dirhemi kaldıramaz olur kavi sandıklarımız. Hüzün buz tutar da, tüm bakışlarında mevcudatı o pencere ardından izlemeye karar kılar. Firaklar, figanlar kaplamıştır her yeri, her şeyi. Nereye bakarsa kurtulamaz bu ıstıraptan ve acıdan. Akıl bir bela olur başa, sahibi ise bedbahtın ta kendisi.

Vardır ya yedimizde muhabbet de husumet de… Bir müferrih muştu çıkar ise nasibine, ne âlâ! Bir zerrede dünyaları bulur ferahına. Sevmek ister. Sever, sevilir de… Kimisi sevince mutluluğu bulur, kimisi sevmekle bulduğuna cümle ağıtı yakan olur. Öz olan mecralarını bulunca sevilen ne var ise, bir olur tüm sevilenler. Ondan gelen, Ona ait olan, Onun olan… Rızasına seven-sevilen hiç üzmez, hiç acıtmaz, asla terk etmez ve edilmez…

Muhabbet, sürur, huzur, memnuniyet… Kendimizden bihabersek neyi arıyor olabiliriz ki? Zihin yormayışımız, arayışa çıkmayışımız, zaten olmadıklarına hükmettiklerimizse. Çoktan umudu yitirmişizdir bazısına, beklemeyi bile bırakarak. Olur da bekleyişlerimiz hâlihazırda var ise, o da henüz hayali imkânsızlığıyla şu anımızı katletmeye yeter. Bir ömrü tüketir. Aslında gerçekte olmayan sınırlarımız alıkoyar bizi harekete geçmekten. Vehmi bir hat ile hapseder cümle hislerimizi. Hislerimiz bulut olur sarar yüreğimizi, aklımızı. O bulutun yağmurları hiç yoktur. Asla yağmayacaktır. Ve yıllarca yağmaz da.

Gözümüzde büyüttüğümüz imkânsızlık. Bizi sadece hayali varlığıyla oyalamaya yeter. Oldum olası bildiğimiz tek şey -mümkün olmayacaktır.  Çoğu tecrübe bile edilmemiştir. Tecrübeye ihtimal bile olmamıştır yazık ki… Gayretsizliğimiz başlamadan bitirir her şeyimizi. Üstelik sırf fani, ya da zail de değilken vasıl olacağımız. Belki gayretimiz karanlığı aydınlatan, ebede uzanıp da giden cinsinden olacakken…

“Elbette gayet câmi’ mahiyet-i insaniye, ebediyetle fıtraten alâkadardır. İşte bu hadsiz arzu ve emellere bağlı olduğu halde, sermayesi bir cüz’î cüz-ü ihtiyarî ve fakr-ı mutlak bir insana, âhirete iman ne derece kuvvetli ve kâfi ve vâfi bir hazine, bir medar-ı saadet ve lezzet, bir medar-ı istimdad, bir merci’ ve dünyanın hadsiz gamlarına karşı bir medar-ı teselli olduğu öyle bir meyve ve faidedir ki; onu kazanmak yolunda dünya hayatını feda etse, yine ucuzdur.”1

Dipnot

1.Asay-ı Musa, Birinci Kısım, Sekizinci Mes’ele

Nuriye Sağdıç

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*