Kapak

Acılarımıza bir teselli

Op. Dr. Aytekin Coşkun

 

06 Şubat saat 04; 17

 Sabaha karşı, herkes uykuda iken 7,7 şiddetinde depremle büyük felaket yaşadık.

Hatay, Maraş, Antep, Urfa, Diyarbakır, Malatya, Adıyaman, Adana, Elâzığ, Osmaniye, Kilis.
6 Şubat 2023’te 7,7 ve 7,6 şiddetinde depremlerle sarsıldık. Enkazlar, yıkımlar, can kayıpları… Musibetler sel gibi üzerimize aktı. Memleketimizin on bir şehri, ilçeleriyle, kasabalarıyla, köyleriyle viraneye döndü. Bin bir hikmetle iş gören Kâinat Sultan’ının emir ve iradesi altında gerçekleşen deprem sonrası musibetzedelere ulaşmak için bütün Türkiye ve dünya seferber oldu.

Teselliye muhtaç gönüllere bir ferahlık sunmak gayesiyle büyük İslâm âlimi Bediüzzaman’ın, Risale-i Nur Külliyatı adlı eserlerinde musibetlere bakışını ve hikmetlerini dile getirdiği bölümlerin bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum. “Depremin hikmetleri ve nasıl teselli olmalıyız?” başlığı altında görüşlerimizi ifade edelim. Bu necip milletin ve memleketin bir araya gelmesiyle ilk andan itibaren, depremin yol açtığı acıları bertaraf etme gayretlerine, bir teselli ve tâziyenâme olması niyazıyla.

Öncelikle, yaşanan bu felakette, hayatlarını kaybedenleri rahmetle anıyor, Rabbimden mekanlarının cennet olmasını, şehitler hükmüne geçmesini, geride kalanlara sabırlar vermesini, acil hastalığı olanlara Şafii ismiyle şifa vermesini rabbimden niyaz ediyorum Geride mahzun kalan musibetzedelere de sabır ve metanet versin. Âmin. Milletimizin başı sağolsun.

Büyük bir acı yaşadık, bu acının tarifi imkânsız gerçekten ateş düştüğü yeri yakıyor, bizler dışardan her ne kadar oraya gidemesek de inanın orada çok büyük bir felaketin olduğunu biliyor, hissediyor ve her daim onlara dua ediyoruz. Kalbimiz kırık, duygularımız kırık, kısacası hayatımızın bir anlam taşımadığı hissine hepimiz kapıldık. Ama bu halimizden bir an önce kurtulmak, yasımızı tutmak ve yaşamak, sonrasında ise hayatımıza yeniden yön vermek adına bazı iksirlere ihtiyacımız var. Elbette en önemli zaman dilimi olan ilk gün, ilk saatler belki hafta ve aylarda, depremzede kardeşlerimizin özellikle barınma, ısınma, karnının doyurulması, can ve mal güvenliklerinin sağlanmasını temin ederek, onların bu acı ve yas süreçlerinde şefkatle yanlarında olduğumuzu hissettirelim. Normalleşme kelimesi artık onlar için şu dönemde yok ve bizler ‘’hadi normalleşin’’ gibi klişe sözlerle depremzede bu insanları gönüllerini bir kez daha kırmış oluruz. Artık onların bundan sonraki hayatlarında normalleşme değil yeni bir yaşam stili hâkim olacak. Yıllarca beraber ve birlikte yaşadıkları öncelikle eşi, çoluk-çocuğu, akrabaları komşuları ve yıllarca hatıralarının biriktirdiği o yaşadığı evler, anılar artık yok. O yüzden toplum olarak bizler bu yeni yaşamlarında ‘’vatanlarında göçmen’’ olan bu kardeşlerimizi gönüllerini kazanmak, gayri davranışlardan uzak durmak gerekli. ‘’Ben dili yerine biz dilini’’ kullanarak, toplum olarak onların yasına destek olmak gerekli. Akıp giden hayata tutunmalarının nasıl olması şeklindeki ifadelerimiz hem beden dili, hem de sözlerimiz ile onları sarmamız gerekiyor. Bu tarz ifadeler Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerinde görüyor ve buluyoruz.

“Ey insan! Sen kendine malik değilsin. Hem sana düşmanlık vaziyetini alan mikroptan, ta, taun ve tufan ve kaht ve zelzeleye kadar bütün eşyanın dizginleri, o Rahîm-i Hakim’in elindedirler. O Hakim’dir, abes iş yapmaz. Rahim’dir, rahîmiyeti çoktur. Yaptığı her işinde bir nevi lütuf var.” (Sözler)

Ayette de ifade edildiği gibi, Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. “Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır. Ve yeryüzü bütün ağırlıklarını dışarı çıkarır. Ve insan ’Ne oluyor buna?’ der. O gün yeryüzü, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir. Çünkü Rabbin ona konuşmasını emretmiştir.” (Zilzâl Suresi, 1-5 ayetler).

“Biliyoruz ve inanıyoruz ki küre-i arz, hareket ve zelzelesinde vahiy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor ve titriyor” (Sözler). Bu tür felaketler Rabbim tarafından bizlere, yanlış yaptığımız bazı şeylerin olduğunu hatırlatma babında önemli bir ikaz olduğunu söyleyebiliriz.

Bundan yola çıkacak olursak, deprem Rabbimin emri ilahisi ve takdiri ile oluyor. Kader olarak tariflenen kısmı bu.  Ayrıca ‘’Kazaya rıza, kadere teslim olma’’ İslâmiyet’in bir şiârıdır. Ancak Kadere teslim olurken, Adetullah kanunlarını da tam olarak yaparak teslim olmak önemli. Özellikle deprem bölgesinde kâğıt misali katlanıp devrilen, yıkılan evlere baktığımızda, isyan duygularımız gelişti. Adetullah kanunlarını hiçe sayan bir anlayışın sadece “kader” cümlesinin arkasına sığınılmasını kabul edemiyor insan. Belki dokuz şiddetinde bile yıkılmayan, betonu CE 25-35 özelliğinde, demiri ve çimentosu yeterli, zemin etüdü yapılmış, ahbap çavuş ve kayırma işlemi asla olmamış yapılarla ancak teslim ve tevekkül edersek, işte o zaman kader demektir. Bunları yapmamak ölüme fetva verdirmektir ve bir nevi cinayettir. Belki büyük bir ikaz oldu, büyük bir felaket oldu, Rabbim bizlere bu büyük felaketi neden yaşattı soruları aklımızı kurcalıyor. Elbette yaralarımız sarıldıktan sonra, sorumlular bulunduktan sonra bu sorularımıza masaya yatırmak da bizim insani görevimiz. Nice canlar o yıkıntının altında kaldı, nice canlar yaralı kurtuldu, nice canlar, evler, gelecekler, hayatlar söndü.  Buradan baktığımızda; işin hem manevi hem de maddi boyutu var. Sadece madde boyutunu ele alsak mana boyutu nakıs kalır ve hakikat gizlenir dolayısı ile iki boyutta ele almamız gerekiyor. Bu büyük zelzelenin maddî musibetinden daha elim, manevi bir musibet olarak, şu zelzelenin devamından gelen korku ve meyusiyet (ümitsizlik) ekser halkın ekser memlekette, gece istirahatini bozacak şekilde dehşetli bir azaba dönüşmesi.

Deprem o bölgede oldu ama hepimiz korku, ümitsizlik, hayata anlamsız bakışlar ve birçok duygulanımlar yaşadık. Ama en önemlisi tutunacak bir dal olan iman ve inanç sistemimiz var. İlk ihtiyacımız, insani olarak hayata devam etmedeki temel ihtiyaçların karşılanıp, ondan sonrasında ise gerçekten aklımıza, kalbimize, ruhumuza etki edecek nasihatlere bakmamız gerekli. Öncelik tekrardan hayata sarılmamız olmalı. Bela ve musibetler yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar, zalim ve mazlum aynı anda birlikte musibete düşerler. Evet bu Rabbimin bir kanunu, böyle olması aslında tam adalet ve hakikati İlahiye’nin tezahürü, yani ortaya çıkmasıdır. Sadece korku değil, kaygı, acı, iç yanması, hüzün ızdırap duygularda müthiş bir hareketlilik, hiçbir şeyden zevk alamama, hiçbir isteğin kalmaması, adeta hayattan vazgeçme. Göle atılan bir taşın göldeki dalgalarının yayılması misali, kaygı, huzursuzluk, ızdırap hepimizi etkiledi, etkilemeye de devam edecek. İmtihan ve teklif sırrı iktiza eder ki hakikatler perdeli kalsın (Sözler). İmtihan meydanında gerçekler ortaya çıksın. Bize vaat edilen alayı illiyyin ile esfeli safiline namzet olanlar ortaya çıksın. Ebu Bekirler, Ebu cehiller gibi.

Ayrıca depremden zarar gören, hayatını, sevdiklerini, eşini, çoluk çocuğunu, annesini babasını kısaca herşeyini kaybeden insanlara nasıl yaklaşmamız gerekir? Çok önemli bir konu. Farklı gözle değerlendirmemiz gerekli. Depremin en çok zarar verdiği, her şeyini kaybetmiş, fakat hayata tutunmuş, hayatta kalanlar, enkazdan sağ çıkanlar ve onların yakınları, çocuklar, kadınlar, erkekler, tüm bu insanlara ayrı ayrı, en çok ihtiyaçları olanı bularak yaklaşmak gerekli. Tüm bu kardeşlerimize, akla, kalbe, ruha, bedene ve duygulara hitap eden rehabilitasyon gerekli. İnsanların rehabilite edilmesi sadece fizik tedavi anlamı taşımamalı, akıl ruh kalp duygular, zihin eş zamanlı rehabilite edilmeli ve uzun soluklu olması.

Kat’iyen bil ki hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı Billah’tır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır, insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.(Sözler). Yaratılma gayesinden uzaklaşma, iman dairesinin dışına çıkma, burada hepimizin fay hatları kırılmaya başlıyor, tabi sadece bu dünya için yaratılmış olsaydık, oysa ebedi hayatı kazanma adına bir fırsat verilmiş, hayatı verenin, bizlere bu yüzden bu tarz hatırlatmalar yapmasını düşünüyorum. Dönüşümüz O’na olacağı kesin, nasıl bir yapıda olursak olalım, gelen afetlerde fıtrat adeta haykırıyor. Kendimize baktığımızda, gayeyi fıtratımız kulluk. Bu değişmeyen kuralımız. Bunu akılda tutmamız gerekiyor.

Bu felakette çocuklarımız, en büyük sıkıntıyı, acıyı, dehşeti yaşadılar. Annesini, babasını bütün akrabalarını kaybeden çocukların asıl sorunları bundan sonra başlıyor. Bunların hem madde dünyaları hem de manevi dünyaları rehabilite edilmeli. Uzun soluklu bu süreçte bunların dertleri ile dertlenmek, okul ve eğitim giderlerini karşılamak, sıcak bir yuva verebilmek, onlara anne ve baba sevgisini verecek insanlarla tanıştırmak, uzun sürecek bu yolculukta onlarla olabilmek, çok önemli şeyler. Hayatları boyunca yaşadıkları bu travmanın etkisinde kalmaları çok belirgin, tüm maddi ve manevi duygularını tamir edebilecek nasihatler gerekiyor. Onları yeni hayata hazırlayacak olan kitaplar, onların anne-babaları, arkadaşları olmalı.

Çocuklardan sonra özellikle eşini, çoluk çocuğunu, tüm akrabalarını kaybeden, şefkat kahramanı kadınlarımıza acil yardımlar gerekli. Hayatta yalnız kalmadıklarını bilmeleri ve tüm ihtiyaçlarının ve korunmalarının sağlandığını bilmeleri gerekli. En azından yeniden hayata tutunmaları için özel çabalar gerekli., hayata tutunabilecek yardımlar onların, akıl ruh kalp ve duygu dünyalarının ihtiyaçlarının rehabilite edecek şekilde yön bulmalı.

Şöyle bir hikâye paylaşmak istiyorum. Hatay’da depremde eniştesinin kaybeden bir arkadaşla görüştük dedi ki beş aydır konuşmadığı ve küs olduğu eniştesi enkazın altında kalmış onun yanına gidemediğini, çok üzüldüğünü, hayatın ne kadar boş ve anlamsız olduğunu, küs kalmanın ondan daha büyük kendi dünyasında etki yaptığını bizlere anlattı. Hayatta hiç kimseye küsmemek gerekir, şu an ailemi niye hiç aramadım, onlarla muhabbet etmediğimi, konuşmadığımı telefonla bile olsa hâl hatır sormadığım için o kadar pişmanım’’ derken bana, duygu dünyası çok yıkılmıştı.

Onkolog doktor olan eniştesi, Hatay’a yerleşiyor ve depreme dayanıklı diye Rönesans apartmanında dokuzuncu katta bir ev alıyor. Bu evi almadan günlerce depreme dayanıklılık noktasında araştırma yapıyor. Oğlu ve kızı deprem sırasında üzerlerine kolon düşmesi sonucu anne ve babasının gözleri önünde vefat ederler. Eşi ve kendisi enkaz altında sıkışırlar. Kendisinin durumu eşine göre daha kötüdür. Beş gün dayanırlar ve eşi kurtarılır. Kendisi ise enkazın altında kalır, çıkamaz. Sağ tarafı parçalanmıştır. Eşine son sözleri, “Ben böyle bir ölümü hak etmiyorum” olur. Kendisi bugüne kadar birçok hayatlara dokunmuş, birçok hayatları Allah’ın izniyle Şafii isminin tecelli etmesi noktasında çaba sarf etmiş biridir..

Doktorun bu söylemi gerçekten beni çok etkiledi, deprem gerçeğinden uzaklaşmak için çok çaba sarf etse de kader devreye giriyor, takdir böyle çünkü. Tüm bu uğraşıları gözünün önünden geçti bilmiyoruz ama böyle enkaz altında ölmek onun deyimi ile hak etmemişti. Evet Rabbim bizlere hayırlı ölümler nasip eylesin. İnsan ne kadar zalim oluyor, ayette de denildiği gibi, cahil ve zalim olma. İşte bu binayı yapanlar için söylenebilecek son söz. Deprem hepimizi ve bizleri gerçekten çok etkiledi, çok hikayeler var. Çok büyük dersler çıkarmamız gereken durumların yaşanması, hepimiz belki ders aldık, almalıyız da.

Öncelikle akıl ve kalp birlikte rehabilite edilmeli. Sadece akılla düşünüldüğünde imanın mahalli olan kalbin devreye girmemesi, sadece bu hadiseleri akılla anlamaya çalışmak mümkün değil, var olan o imanını bile kaybetmesine sebep olabiliyor. Sadece bu soru ile devamlı hemhal olmak, bu sorunun arkasını dolduramamak sıkıntılı bir sürece insanı sokabiliyor. Kâinatın kanunlarına uygun olarak hareket etmek gerekir.

Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi, aklın nuru ile vicdanın ziyası birlikte hareket etmeli ki hakikatler ortaya çıkabilsin.

Depremzede çocuklarımız, enkaz altında kalan çocuklarımız için ise şöyle ifade ediyor Bediüzzaman, “Müminlerin kablelbülûğ vefat eden evlâtları, Cennette ebedî, sevimli, Cennete lâyık bir surette, daimî çocuk kalacaklarını ve Cennete giden peder ve validelerinin kucaklarında ebedî medar-ı sürurları olacaklarını ve çocuk sevmek ve evlat okşamak gibi en latif bir zevki, ebeveynine temine medar olacaklarını ve her bir lezzetli şeyin Cennette bulunduğunu; Çocuğun Hâlık-ı Rahîmi, onu bu fâni dünyadan çıkarıp Cennetine götürecek. Hem sana şefaatçi hem ebedî bir evlât yapacak” der. Ve bizlere

Sonuç; olarak hepimiz, öncelikle tövbeyi gerektiren taraflarımıza odaklanmalıyız.  Kulluğumuzu liyakatiyle gerçekleştirememiş ya da dünyaya fazla bağlanmış olmamızı tekrardan gözden geçirmemiz gerekli.

Çünkü yaratılış gayemiz, hakiki vazifemiz, yüzümüzü döndürüyor, imanın nuru ile nurlandırıyor, hakikatin yüzüne baktırıyor. Mektubat adlı eserinde yine Bediüzzaman’ın ifadesi şöyle; bahtiyar doktora bir mektup başlığı altında bir eserinde, her ne kadar bahtiyar doktora yazılmış olsa da bahtiyar bir mimar, bahtiyar bir mühendis, bahtiyar bir avukat, bahtiyar bir öğretmen gibi tüm mesleklere yol gösterici olduğunu görüyoruz. Mektubun içinden can alıcı bazı notları birlikte okuyalım.

“Biliniz ki, mevcudat içinde en kıymettar, hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymettar, hayata hizmettir.” Kısacası yaratılanlar içinde en kıymetli şey hayatımız ve bu hayata hizmet etmek en kıymetli vazife. Bunu yaşantımızın odak noktası haline getirmeliyiz.

Devam ediyor; “Ve hidemat-ı hayatiye hayata ait vazifeler içinde -içinde en kıymettarı, hayat-ı fâniyenin hayat-ı bakiyeye inkılâp etmesi için sa’y etmektir. Şu hayatın bütün kıymeti ve ehemmiyeti ise, hayat-ı bakiyeye çekirdek ve mebde ve menşe olması cihetindedir. Yoksa, hayat-ı ebediyeyi zehirleyecek ve bozacak bir tarzda şu hayat-ı fâniyeye hasr-ı nazar etmek, ani bir şimşeği sermedi bir güneşe tercih etmek gibi bir divaneliktir’’ Hem bilirsin, meyus ve ümitsiz bir hastaya manevî bir teselli, bazan bin ilâçtan daha ziyade nâfidir. Zelzele, küre-i arzın içinde inkılâbat-ı mâdeniyenin neticesi olduğunu ehl-i gaflet işâa edip (yayıp), âdeta tesadüfî ve tabiî ve maksatsız bir hâdise nazarıyla bakarlar. Bu hâdisenin manevî esbâbını ve neticelerini görmüyorlar; tâ ki intibaha gelsinler.”

Yeniden orada vefat eden, enkazda kalanlara Rabbim rahmet eylesin. Sadece Türkiye’de değil Suriye’de ve tüm İslam aleminde, afetlerde vefat edenlere duamız. Rabbim onları Cennetinde ağırlasın. Mekanları cennet bahçeleri olsun, geride kalanlara da sabrı cemil diliyorum. Milletimizin başı sağolsun. elfi elfü amin. Selam ve dua ile…

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*