Röportaj

Yaraları Risale-i Nur ile sarabiliriz

Yazdığı gerçek hikayelerle birçok insanın hayatına dokunan Eğitimci Yazar Dr. Halit Ertuğrul ile yazar olma sürecini, nelerden ilham aldığını konuştuk. Ertuğrul, Yaşanan musibetlere karşı en büyük tesellinin iman hakikatlerinde olduğunu söyledi. “İman hakikatlerini asrın fehmine göre anlatan  Risale-i Nur eserleri ile yaraları bir bir sarabiliriz” dedi. Buyrun okuyalım.

Sizi kitaplarınızla tanımaya çalışan okuyucularınıza kendinizden bahsedebilir misiniz?

Henüz elli günlük bir bebekken babam bizi bırakıp gitmiş… Ağabeyim ve rahmetli annem yapayalnız kalmışız.

Dünyaya gözlerimi açtığımda rahmetli annemin gözyaşlarının hiç dinmediğini gördüm. Çocukluğum yokluk, imkânsızlık ve çaresizlik içinde geçti. İlkokulu bitirdikten sonra okumak istedim, ama imkânlarımız olmadığı için üç yıl okuyamadım. Okuma arzusu benim için öyle bir ateşti ki, her gün içimi yakmaya devam ediyordu. Her gün Allah’a yalvarırdım, “ne olur Allah’ım bana bir okul nasip et” diye… Çünkü arkadaşlarım okula gitmiş, boyna kravatlı, ütülü pantolonlu ve bir şehir çocuğu olarak karşıma çıkmaları karşısında kahrolurdum, küçülürdüm ve onlardan kaçardım.

Okuma hayalim, üç yıl sonra ağabeyimin bir işe başlamasıyla gerçekleşmişti. Ortaokula başladığım ilk gününü unutamam. Sınıfa ilk girdiğimde oturduğum sırayı eğilip öptüm. Çantamı, mukaddes bir emanet gibi sımsıkı kucağıma basıyor, rüyalarımda bile okulu görüyordum. Hele dersleri ise, çalışmak bir yana sanki su gibi içmek istiyordum. Çünkü biliyordum ki bu benim son şansımdı. Başarılı olmaktan başka bir şey düşünemiyordum. O zaman çok iyi anladım ki, meğer çaresizlik en büyük bir enerji, kuvvetmiş ve çareymiş…

Çocukluğum özlemle geçti. Hep birilerinin elindeki çantaya, kaleme, giydiği elbiseye ve yediği şeylere özlem duydum. Çünkü ben onlardan mahrumdum. Arkadaşlarım defter alırdı, ben karalanmış defteri silerek kullanırdım. Ayrıca bir tarafta okur, bir tarafta da çalışırdım. İnşaat işleri, amelelik, çobanlık…

Rabbim lütfetti, büyük bir mücadeleden sonra İlköğretmen Okulunu bitirip, ilkokul öğretmeni oldum. Daha doğrusu kısa yoldan hayata atılmak gerekiyordu, onun için çok istediğim halde üniversiteye gidemedim. Gitsem bile imkânsızlıklarımdan dolayı okumam mümkün olmayacaktı. Benim için ilkokul öğretmenliği cumhurbaşkanlığı gibi bir şeydi. Çünkü mağdur bir köy çocuğu ve çobanlık yapan benim için, bu meslek ulaşılmaz bir yerdi. Ama bir şeyi çok iyi anlamıştım ki, Rabbim bir şeye önce acıktırıyor sonra veriyor ki nimetleri takdir etsin diye.

On iki yıllık ilkokul öğretmenliği sırasında içimde ukde olan bir üniversiteyi bitirememenin elemini çektim. Bu nedenle, yıllar sonra evli ve iki çocuk babası olduğum halde üniversite sınavlarına girip kazandım, lisans eğitimini bitirdim. Sonra yüksek lisans ve doktora yaptım, üniversiteye hoca olarak geçtim.

Alanım ise, aile içi eğitim ve gençlik problemleriydi. Bu yazarlık hayatına güzel bir zemin oluşturmuştu. Ayrıca, ilkokul öğretmenli, okul müdürlüğü, milli eğitim müdürlüğü ve bakanlık danışmanlığı gibi görevler bana hem bürokrasinin, hem de siyasetin gerçek yüzünü gösterdi. Siyasetten ürktüm, kaçtım. Ancak bu görevlerim hem geniş kesimleri tanıma imkânı sağladı, hem de kitaplarıma yansıyan bir tecrübe birikimi oluşturdu.

Kitaplarınız insanlara ilham veriyor, yol gösteriyor. Bunun sırrı nedir?

Kitaplarımın ilgi görmesinin birkaç temel nedeni var. Bunlardan birisi; ilkokuldan üniversiteye kadar eğitimin her kademesinde görev aldım ve özellikle de çocuk eğitimi, gençlik problemleri ve aile içi eğitim konusunda yirmi beş yıla yakın bir zamandan beri çalışmaktayım. Günümüzün gençlik problemlerini hem bir eğitimci, hem de bir baba olarak yıllardır yaşamaktayım. Gerek ülke bazında gerekse de kişi bazında çok büyük bir sosyal problem olan bu durum beni çok ilgilendirdi. Yirmi yıldan beri de bu konu ve çözümü üzerinde bir eğitimci olarak çalışmaktayım.

İkinci olarak da toplumsal bir dram haline gelen gençlik problemleri ve aile içi çekişme konusunda güncel, yaşanmış ve pratik değeri olan hususları ele aldım, hem bir baba hem de bir eğitimci duyarlılığı ve duygu yoğunluğu içinde yazdım. Özellikle gençler kitaplarda kendilerini buldular ve yaşadıkları problemlere pratik çözümler gördüler. Bu da kitapların ilgi görmesinde önemli bir unsur oldu.

Diğer önemli neden ise, ele alınan konuların hayali değil, güncel ve yaşanmış olmasına dikkat ettim. Ayrıca dili sade, anlaşılır hale getirmek için özel bir gayret gösterdim.

Hayatınızı konu alan kitabınızı okuduğumda çok etkilendim. Bugünlere gelmenize ne vesile oldu?

Ortaokula başladığımda, okul kantinini çalıştıran bir Ağabeyin ayakkabı boya sandığı vardı. Ara sıra teneffüslerde yanına inip, para karşılığında yardım ederdim. Haliyle de ellerimdeki boyayı tam çıkaramazdım. O yıllarda okullarda temizlik yoklamaları yapılır, ellere ve tırnaklara bakılırdı.

İlk defa dersimize gelen matematik öğretmenim temizlik yoklaması yapıyordu. Sert ve acımasız bir hali vardı. Ben de okula üç yıl gecikmeyle gittiğim için boyum da emsallerimden büyük olduğundan en arka sırada oturuyordum. Ellerimdeki çıkmamış boyaları kir zannederek çok kızdı, tuttu kulağımdan sınıfın huzuruna getirdi “bakar mısınız bu arkadaşınızın eline” dedi. “Hiç hayatında su değmiş mi?”

O an utancımdan okulun başıma çöktüğünü hissetim, kahroldum, oturup ağlamaya başladım. Bu aşağılayıcı hadise içimi öylesine yakmıştı ki o gün bir türlü kendime gelemedim ve matematik öğretmeni ve dersine karşı da bir önyargı oluştu. O an anlamıştım ki, öğretmen sevilmeden ders sevilmiyormuş. Bizim en çok sevdiğimiz dersler, hocasını sevdiğimiz derslermiş.

Öğleden sonra ise oldukça sevecen bir hoca olan Türkçe öğretmenimizin dersiydi.

“Çocuklar” dedi. “Vilayet anı yarışması açtı. Beni de komisyon başkanı olarak seçtiler. Eğer ilginç anılarınız varsa yazıp bana verin de yarışmaya gönderelim. Derece alanlara para ödülü verecekler.”

Akşam ev gittim, bir türlü etkisinden kurtulamadığım hadiseyi annemle paylaşamadım, üzülmesin, diye. Ama anladı, anne yüreğiyle. Tabi ki söylemedim, geçiştirdim, bahaneler bularak…

Gece çalışma masama oturdum, eline kalem, öneme kâğıt alarak… Sınıfın huzurunda matematik öğretmeninin bana yaptığı o dayanılmaz sahneyi gözyaşlarıyla kaleme aldı. Adeta yeniden yaşayarak, içim kanaya kanaya yazdım. İki sayfalık bir metin oldu. Sabah derste Türkçe öğretmenime verdim. Şöyle bir baktı, sonra da bir duygu sağanağına yakalanmış gibi gözyaşları yanaklarından akmaya başladı. Bütün sınıf şaşırıp kalmıştı, ne oluyor diye. Sonra da gözyaşlarını kurulayıp sınıfa döndü:

“Çocuklar, arkadaşınızın bu yazısı beni niye ağlattı buluyor musunuz?” dedi. “Çünkü edebiyatta ünlü bir kural vardır. Gözyaşıyla yazılan yazılar, gözyaşıyla okunur. Bu yazıyı arkadaşınız gözyaşlarıyla yazmış olmamı.” Bana döndü “öyle mi evladım?”dedi. Başımı eğdim, hüzün yüklü bir eda ile.

“Bak evladım, içli bir halin var. Yazmaya devam et. Kim bilir belki de bir yazar olursun”

Rabbim! Gariban dostu olan Türkçe öğretmeninin duasına kabul etmiş olmamı.

Yazı bana bir ödül getirerek, kendine yeni bir ayakkabı almıştım. O sevinci nasıl anlatabilirim Allah”ım? İşte yazarlık serüvenimin başlangıcı böyle olmuştu. O gün bu gün… Okuyorum, gözlemliyorum, yürükten yazıyorum, çok şükür.

Ben yaşanmış hadiseleri gözyaşlarıyla yazıyorum, okuyanlar da gözyaşlarıyla okuyorlar.

Biliyorsunuz ülkemiz büyük bir imtihandan geçiyor. Deprem hadisesi hepimizi çok sarstı, hayatımızı sorgulattı. Çok fazla insan zarar gördü. Depremi bizzat yaşayanların ümit verici tesellilere ihtiyacı var. Onların yaralarını nasıl sarabiliriz?

Yaşananlar hepimizi çok üzdü. Ölüm hakikatini ziyadesiyle hatırlattı. Ancak unutmamalıyız ki acılar da sevinçler gibi fani. Her şey Allah’tan. İmtihan için sabretmek gerekiyor. Gidenler çok daha güzel yerlere gittiler inşallah. Kalanlara Allah sabır versin. Bizim de hesap gününe hazırlanmamız gerek.

 Bize en güzel teselliyi iman hakikatleri veriyor.  “..küre-i arzın benî Âdem’den, bahusus ehl-i imandan beğenmediği bir kısım etvar-ı gafletin sıklet-i maneviyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibi mevtâlûd hâdisat-ı hayatiyesini, bir mülhidin neşrettiği gibi gayesiz, tesadüfî zannederek bütün musibetzedelerin elîm zayiatını bedelsiz, hebaen mensur gösterip, müthiş bir yeise atarlar. Hem büyük bir hata, hem büyük bir zulüm ederler. Belki öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîm’in emriyle ehl-i imanın fânî malını sadaka hükmüne çevirip, ibka etmektir ve küfran-ı nimetten gelen günahlara keffarettir.

Nasıl ki bir gün gelecek, şu musahhar zemin, yüzünün ziyneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirkâlûd, şükürsüz görüp çirkin bulur. Hâlık’ın emriyle büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah’ın emriyle, ehl-i şirki Cehenneme döker; ehl-i şükre, “Haydi, Cennete buyurun” der.” (Sözler, s. 196-97)

İman hakikatlerini asrın fehmine göre anlatan Risale-i Nur eserlerini daha fazla okumamız, anlatmamız gerekiyor. Bana göre en etkili terapi Risale-i Nur’u okumak ve dinlemektir. Okuyalım, anlatalım, yaraları bir bir saralım.

 

 

Röportajın devamını Mayıs sayımızdan okuyabilirsiniz…

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*