Kapak

Hac, Allah’ın davetidir

Rabbine onun evine, rızasına bir yolculuktur hac. Sırf Allah rızası için, sevinç heyecan ve coşku ile tekbirler salavatlar eşliğinde, ‘’buyur Rabbim buyur ben geldim davet ettin icabet ettim, buyur Rabbim’’ diye diye “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” nidalarıyla girersin mukaddes topraklara. Ve işte O yüce mabed kara sevdan Beytullah’a ulaşıp gözyaşları ile Rabbine yakarmak, nedamet edip günahlarına ağlamak, yalvarmak… ‘’Rabbim evine buyur ettiğin gibi cennetini de nasip eyle’’ diye, gözyaşları ile dualar etmek. Tarifsiz bir duygu ve tarifsiz bir aşk. Evet hac ve umre ziyareti Cenab-ı Hak tarafından davettir. Meşakkatli yorucu bir ibadettir. Sanki ibadetlerin bütününü içine alır. Hac demek, sabır demektir. Namaz demek, oruç demek, sadaka demek, Kur’an demek, ihlas demek hasılı iç içe girmiş ibadetler silsilesi demektir.

Hac yolu cennet yoludur, sakın tehir etmeyiniz buyuruluyor. Cennet ucuz değil. Nitekim bu ibadet de kolay değil. Maksat Rabbe kul olmak cennet yolunu adımlamaksa, zorları kolay ediveriyor Rabbi Rahimim, zahmeti rahmete çeviriyor. İnsan yeter ki halisane niyetini alsın o yol biiznillah açılıyor. Nice yürüyemez halde beli bükülmüş ihtiyarlar orada ibadet aşkıyla gençleri utandırır da gayrete gelirsin. Evde olsa yerinden kalkamazken bu tatlı yorgunlukta bir saat uyku sonrası tekrar aynı enerjiyle ibadet etmeye koyulursun. ‘’Bu fırsat bir daha ele geçer mi bilinmez, sen davet edilmişsin iyi değerlendir’’ der, ayaklarını sürükleyerek de olsa tavaf eder say yapar umreni tamamlarsın. Hac ve umre yapanlar Allah’ın misafirleridir. Bu öyle kazançlı bir misafirliktir ki “Şu Beyte her gün 120 rahmet iner. 60′ ı tavaf edenlere, 40’ı namaz kılanlara, 20′ si de Kabe’ye bakanlara verilir” buyuruluyor. Hiçbir şey yapamasan, oturup seyretsen, tefekkür etsen dahi büyük bir kazanç bulduğunu, düşünüp hayrete düştüğün bir ibadet. Üst kata çıkıp bakınca, ‘’Ya Rab ne çok insan var nasıl da kalabalık, adeta insan seli akıyor. Ortada Beytullah, etrafı bembeyaz ihramlarıyla akan insan seli adeta. Her biri ayrı milletten ayrı karakterde bunca insan içinde, bir küçük yüreksin sen. Ne ehemmiyetin var ki’’ diye düşünürken, “Bu küçücük insanın ne ehemmiyeti var ki bu azim dünya onun muhasebe-i amali için kapansın, başka bir daire açılsın? Çünkü bu küçücük insan, camiiyet-i fıtrat itibarıyla şu mevcudat içinde bir ustabaşı ve bir dellal-ı saltanat-ı İlahiye ve bir ubudiyet-i külliyeye mazhar olduğundan büyük ehemmiyeti vardır”1 cevabını verir. “Senin Rabbin unutkan değildir”2 ayeti insana ‘’Allahu Ekber’’ dedirtiyor. Senin ve tüm bu insanların kalplerinin en ince sızısını en gizli arzusunu bilen ve kıymet verip Yaratan, bunca insana sen Allah’ın bir tanesisin dedirten Yaratan, senin ve tüm kullarının parmak uçlarına mührünü basmış.   Alemlerin Rabbinin bir tanesi olabilmek, bundan daha mühim ve daha değerli ne var ki dünyada. Sen aşkın merkezine kara sevdana ve sevgililer sevgilisi Aleyhisselatü vesselam Efendimizin mescidine gelmiş, dünyada sevginin son raddesi en sevgiliye kavuşmuşsun. Dudaklarından dualar dökülmeye başlar, ‘’Ya Rabbi sevgilinin, en sevgilinin şefaatine mazhar eyle’’ der, şükür secdelerinde akıtırsın göz pınarlarını.

Hele bir de sabah namazı sonrası seher vaktinde Mescid-i Nebevi’de o mis kokular içinde, kuş sesleri eşliğinde Kur’an okurken ve zikirde yarışanları gördükçe, manevi havayı soludukça, kendinden geçer huzuru son demine kadar yaşarsın. Bir de üstüne bu hadisi şerif nasıl ümitlendirir insanı, “Kim vefatımdan sonra Hac vazifesini yerine getirir ve benim kabrimi de ziyaret ederse, beni hayattayken ziyaret etmiş gibi olur. Benim kabrimi ziyaret edene şefaatim haktır” Nasip eyle Ya Rab!

Hac ve Umre ziyareti” Duyufu’r- Rahman “olarak nitelendirilmiştir yani Mekke ve Medine’de Allah’ın misafiri olmak ne büyük saadet. Misafir gereğince davranmalı değil mi? Dünyada sayılı kişiye nasip olan bu büyük saadete nail olan birisi bilinçli olarak hareket edip bu mübarek topraklara saygıyla adım atmalı, attığı her adımda düşünmeli, edebi elden bırakmamalı, bulunduğu yerin hakkınca saygılı hareket etmeli. İlmihali mevzular ve dini bilgiler kişinin öğrenmesi ve uygulaması gereken hakikatler. Bunun için de evvelinden bilgi edinmek okumak gerekiyor.

Hac ve umre, İslam aleminin bir kongresi mahiyetindedir.  Dili, kültürü, rengi farklı Müslümanların buluşma, kaynaşma kucaklaşma yeridir aynı zamanda. Ezelden tayin edilmiş dostluklar kurulur burada dil susar beden dili konuşur, bir gülüş bir sıcak kucaklaşma sonrası telefon rehberine bir Müslüman kardeşin daha eklenir. O kadar ki yaşadığımız büyük deprem sonrası en yakınlarından evvel telefona ses kaydı atıp, çat pat Türkçesiyle ‘’geçmiş olsun, yapabileceğimiz bir şey var mı haliniz nicedir’’ diyen ilk insan umrede bir kere görüp sadece adını bildiğin bu Müslüman kardeşin olur. Çünkü İslamdır bizleri bağlayan o kuvvetli bağ. Hele bir de teheccüt namazı için gece yarısı otellerden seccadesini alan yollara düşer ya, nasıl hayret edersin hangi kuvvet bunca insanı sıcak yatağından kaldırıp ibadet için yollara dökebilir ki? Her namaz vakti insandaki huzura varmanın telaşı, koşuşturması tatlı heyecanı Allah aşkından başka hangi duygu bunu yaşatabilir ki? Müslüman kardeşi ile omuz omuza, karası, beyazı, Arabı, Türkü, Hintlisi, Çinlisi her ırktan, soydan, milletten insanlar hep birden huzura varmak, kulluğun gereğini yerine getirmek, dualarda buluşmak için el açarken, sadece duada değil karşında buluverirsin kimisini. Dünya küçük derler ya, hakikaten öyle mi acaba? Çocukluk arkadaşım çok sevdiğim uzun süredir görmediğim kardeşim, onca kalabalık onca, insan içinde Mescidi Nebevi’de çıkarıverdi birden karşıma. Çocukluğunun güzel insanına sarılıp, kucaklaşıp onun sevincini yaşarken, bir başka gönül dostu kardeşinle Mescid-i Nebevi’nin bahçesinde sarılıp hasret giderirsin bu defa. ‘’Sübhanallah!’’ der ve bir kere daha anlarsın ki ezelden tayin edilmiştir bu dostluk ve kardeşlik bağları. Ve anlarsın ki insan bu dünyaya sevmek için gönderilmiştir. Bu gönüle pek çok sevgi sığabilir yeter ki o kalbi darlamayalım, karartmayalım. Kırmayalım kalpleri ki orası çok kıymetli bir yer.

Rabbimiz, “Ne yeryüzüne ne de gökyüzüne sığmadığını, ancak inanmış kullarının kalbine sığdığını” bildiriyor. Kalbinde Allah sevgisi olan insanı kırmak Kabe’yi yıkmak gibidir denir. Ve Yunus Emre de “Gönül Çalab’ın tahtı, Çalab gönüle baktı, iki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise” diye ne güzel demiş. Kalbe nice sevgiler girer ki bu ilk başta alemlerin Rabbi, sonra Peygamberimiz (asm) ve tüm yaratılanlardır o sebepten, yaratılanı sevmeli yaratandan ötürü. Vazifemizi bitirip döndüğümüzde Dünyanın cazibesi bizi aldatmasın kapılıp gitmeyelim. Dünyanın telaşelerine kul olduğumuzun bilinci ile davranıp üzmeyelim kimseleri, kırmayalım kalpleri. Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz. Rabbim sana layık kul, Habibine layık ümmet,  Üstadımıza layık bir talebe ve  kabul olunmuş nice umre, hac yapabilmeyi hepimize nasip etsin…

Dipnotlar

  • Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 10.Söz.
  • Meryem 64.

Bahriye Kavalcı

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*