Sadece maddi hayatla meşgul olmak, manevi hayatı bozuyor. Maneviyat eksikliği ruh ve kalbi daraltıyor. Bu yüzden maddi ve manevi hayatı dengede tutmak gerekiyor.
Manevi Danışman ve Rehber Meryem Naz Yılmaz ile manevi hayatımızı iyileştirmek için yapılması gerekenleri konuştuk. Buyurun okumaya.
İnsanlar, hayatı anlamlandırmak için yolculuğa çıkmak istiyor. Ama bunu nasıl yapacağını bilemiyor. İnsanın kendini bulması için ne yapması gerekir?
Bazen durması bazen de yaralanması gerekir. Yolculuğa çıkma hissi genelde “Çok bunaldım şöyle bir ferahlasam, başımı alıp bir yerlere gitsem” cümleleriyle ifade edilir. Hayatın içindeki o koşturmacadan uzaklaşmak, soluklanmak isteyince dile böyle cümleler gelir. Bazen de öyle bir yaralanır ki kişi. O yaraya bir nefes, serin bir rüzgar olsun niyetiyle, güzel bir gölgelik umuduyla içsel olarak yolculuğa kalben çekilir.
Bir de en uzun yolculuk dediğimiz içsel yolculuk var. Ben sadece hanımlarla çalışıyorum ve danışanlarımı kendilerini yolculuğa davet ediyorum. En uzun yol kişinin kendi içine yaptığı yol. Durarak, kalplerinin ısındığı bir rehber ile içsel yolculuğa çıkmak kişinin hayatında neyi, niçin yaşadığını anlamlandırması açısından da güzel. Bu rehber birileri için kitaplar, birileri için insan-ı kâmiller, birileri için psikolog, psikoterapist, birileri için de manevi danışman, aile danışmanı olabilir.
Bir şehre gittiğimizde rehber eşliğinde daha hızlı koordinasyon sağlayıp, o şehre dair bilgilere kolayca ulaşım sağlayabiliyorsak, içsel yolculukta da durum bir rehber ile olduğunda çok daha kolay oluyor. Ben bir rehberle ilerlemelerini tavsiye ederim. Zira içsel yolculuk çok da gülistan olan bir şey olmuyor. Orada doğru soruları soran ve öz şefkati hatırlatan bir rehber büyük bir ikrâm oluyor.
Zihin ve beden dengemizi nasıl sağlarız?
Baktığımızda aslında tek bir bedenimiz yok. 4 bedenimiz var. En dıştan saymaya başlarsak duygu bedeni, ruhsal beden, enerji bedeni, fiziksel bedenimiz.
Zihin ve beden ahengi için de ilk duygulardan başlarız. Hastalıkların birçoğunun beden de yansımasının temelinde duygular olduğunu artık birçok bilim insanı söylüyor. Danışanlarımda da sık sık buna rastlıyorum. Zihin ve beden ahengi istiyorsak duygularımıza çalışarak, öncelikle orada ahenk yakalarsak gerisi biiznillah kendiliğinden gelecektir.
İçsel huzuru bulmak için neler yapabiliriz?
İçsel huzuru nerede kaybettiğimize bakılabilir. Nerede yitirdik o huzuru? Ne oldu da o huzur peşinden koşulan ve bir türlü yakalanamayan bir şey oldu?
Bir yerden çıktığımızda telefonumuzu bulamadığımızda ilk nereye bakıyoruz? O gün gittiğimiz yerlere bakıyoruz. Dışta böyle. İçte de durumlar çok farklı değil. Yitirdiğimiz yere bakmalıyız ilk.
Manevi açlık nedir, nasıl başa çıkarız?
Manevi açlığın pek çok tanımı olabilir. Bana sorduğunuz için bencesi ile devam edeceğim. Rabbimizle kalbi muhabbet bağını kuramamak, kurduysa da bir sebeple o bağın kopmasıyla oluşan içsel susuzluk diyorum. Başa çıkmaya gelince bu hususta Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının; özü sözü doğru, samimi ve dürüst insanlarla beraber olun!” (et-Tevbe, 119). Salih ve sadıklarla, saliha ve sıddıkalarla olmak çok önemli.
Bülbül güle, karga çöplüğe götürür. Gel muhabbet kalbime gir diyemeyeceğimize göre. O muhabbetin oluşması için muhabbetli kimselerle birliktelik çok önemli.
Kalbin dünyevi şeylerden korunması ve sürekli iyi düşüncelere, hayır hasenata yönlendirilmesi için, manevi olarak feyz alınabilecek, iç dünyası zengin, salih ve sadık kişilerle ünsiyet yani yakın ilişki kurmak gereklidir. Çünkü her uzvun bir iradesi olmasına rağmen, kalbin iradesi yoktur ve kalp, çevresinden gelen telkinlere göre yönlenir.
Bu sebeple en azından haftalık aylık olarak böyle kimselerle sohbet meclislerinde yahut ders halkalarında buluşmak zaruridir.
Günümüzde zahiren öyle kimselerle beraberlik bulunamıyorsa çevrim içi olarak birçok eserin tahliline, ders halkalarına katılmak çok kolay.
Genelde eğitimler kayıt altına alınıyor.
Güzel insanlarla kalben bağ kurmak da kişiyi manevi olarak diri tutar.
Ubeydullah Ahrâr (k.s.), âyette emredilen “sâdıklarla beraber olma”yı şöyle izah etmektedir:
“Burada bahsedilen beraberlik iki çeşittir:
- Hissî,
- Mânevî.
Hissî beraberlik, onlarla oturup kalkmaktır; onların sohbetinde bulunmaktır. Bir kimse onlara yakın olur, sohbetlerine devam eder, onlarla oturur kalkarsa, onların iç âlemlerinin nurlarının bereketiyle kalbi nurlanır. Gerçek anlamda onların huyu gibi güzel huy sahibi olur.
Manevî beraberliğe gelince, bunu şöyle anlatmak gerekir: Kalbi onlara bağlayıp ruhâniyetlerine dönmek… Bu durumda, onların yakınında da olunsa, uzaklarına da gidilse hep onlarla olunur. Anlatılan manevî bağ, kalp irtibatı tam olunca, o büyüklerin bütün sırları, tarifi yapılan irtibatı ve bağı kuran kulda yansır.”
Amerika’da yaşayan bir Hilâl ablam var mesela. Zahiren katıldığı sohbet meclisi, ilim meclisi yok. Fakat o içsel huzuru uzun secdeler ve okuduğu eserlerle, eserlerin müellifleriyle kurduğu bağda öyle güzel yakalamış ki. Kendisinin o eserlerden damıttıklarıyla bile saatler süren atölyeleri oluyor.
Bu konuyla ilgili çok sevdiğim iki alıntıyı okuyucular ile paylaşmak isterim.
Şeyh Sâdî-i Şîrâzî, hallerdeki sirâyet husûsiyetini şöyle ifâde eder:
“Ashâb-ı Kehf’in köpeği sâdıklarla berâber olduğu için büyük bir şeref kazandı. Nâmı Kur’ân-ı Kerîm’e ve târihe geçti. Lût Peygamberin karısı ise fâsıklarla berâber olduğu için küfre dûçâr oldu.”
Yine Şeyh Sâdî; sâlih ve sâdıklarla ünsiyet netîcesinde meydana gelen “aynîleşme”yi “Gülistan” adlı eserinde temsîlî bir şekilde şöyle hikâye eder:
“Bir kişi hamama gider. Hamamda dostlarından biri kendisine temizlenmesi için güzel kokulu bir kil verir. Kilden, rûhu okşayan enfes bir râyihâ yayılır. Adam kile sorar:
-A mübârek! Senin güzel kokunla mest oldum. Haydi söyle, sen misk misin, anber misin?
Kil ona cevâben Şöyle der:
-Ben misk de amber de değilim. Bildiğiniz, alelâde bir toprağım. Lâkin, bir gül fidanının altında bulunuyor ve gül goncalarından süzülen şebnemlerle her gün ıslanıyordum. İşte hissettiğiniz, gönüllere ferahlık veren bu râyiha, o güllere âiddir.”
Bu örnekte anlatılmak istenen şudur: Samimiyet, teslimiyet ve tevazu ile kendilerini Hak dostlarına açan kişiler, arzuladıkları güzellikleri yansıtan bir ayna haline gelirler.
Tıpkı gökteki ayın kendi ışığı olmamasına rağmen güneşin ışığını yansıtarak parlaması gibi, bu kişiler de insanlığın karanlık gecelerine adeta parlak birer kandil olurlar.
Bize Allah’ı hatırlatanlarla beraberlikler, aynalara ihtiyaç duymadan kendilerine bakarak kendimize çeki düzen verdiğimiz kişiler, bizim manevi susuzluğumuzu gidereceğimiz yegâne Hakk Dostlarıdır.
Bazen de muhtaç olduğumuz ortamı kendimiz doğururuz. Yaptığım tüm atölye çalışmaları benim kendi kişisel yolculuğumun sancılarından sonraki hediyelerdir. Amacım kişilerin Rabbimizle aralarındaki o muhabbeti yeniden hatırlamalarını sağlamaktır. Şükürler olsun yüzlerce danışanımda o muhabbeti görmek nasip oldu.
Çocuklar da gençler de manevi boşluğa girebiliyor. Aileler, bu boşluğu nasıl doldurabilir?
Ailelerden benim gözlemlerimde beklediğim iki en temel şey var. 1.si helâl lokma 2.si de dini konularda tutarlılık. Helâl lokma girmeyen bedende maddi manevi arızalar çok olur. Önce onu halletmek gerekiyor.Tutarsız ebeveyn davranışları da çocukları ruhsal olarak manevi olarak hırpalayan bir şey. Cinsel yönelimlerin farklılaşması üzerine seminer veren psikolog bir hanım da bunun üzerinde çok durmuştu. Çünkü çocuklar doğduktan sonra müthiş bir onun çok iyi yetişmesine odaklanmak oluyor. Ona odaklandığında kişi dönüyor dolaşıyor o kurs bu hoca derken kendisinin de o evladı gibi güzel bir kulluktan sorumlu olduğunu unutuyor.
Öğretmenlik yaptığım süreçte 38 yaşında hanım bir velim, 1. Sınıfa giden kızının hatim endişesini taşırken kendisine 38 yaşına kadar siz kaç hatim ettiniz ve Kur’an-ı Kerim ile ne kadar hemhâlsiniz, diye sormuştum. Anlık bir farkındalık yaşasa da uydum kalabalığa devam etmişti. Evlatlar Rabbimizin emaneti evet. Fakat kişi evlatlarından sorumlu olduğu kadar kendinden de sorumlu. Biz öğretmenlik sürecimizde bazen öğretmenler odasında çok üzülürdük. Çünkü cevherler gelirdi elimize. Ailelerine, annelerine bir bakardık yitik.
Bırakın velinin okuldaki kazanımlarını desteklemesini, çocukların okulda aldıklarını evde bozmamaları için dua ederdik.
Evet çocuk güzel bir kul olsun. Fakat anne baba olarak sen de bundan mesulsün. Anne babaların dublör kullanarak çocuklarını fenni ve İslâmi ilimlerde ilerletme isteklerinin bedelini ülkemiz yakın tarihte çok ağır ödedi.
Çocuklar samimiyetle, tutarlı ebeveyn davranışı gördüğünde, o sıcaklığı gerçekten kalplerinde hissediyorlar. Çünkü ruhlarımız yaşıt. Beden elbiselerimiz sadece bize daha erken giydirilmiş. Anne babaların bu konuda çocuklarını o kurstan bu kursa yetiştirme telaşına bir mola verip, kendilerini yetiştirirken çocuklarına da nitelikli ortamları kendiliğinden sunmuş olacaklarını hatırlatmak isterim. Kur’an-ı Kerim’de ekseru amela diye bir tabir yoktur. Ahsenü amela diye bir tabir vardır. Yani çok amel değil, güzel amel övülür.
Lisede Kur’an-ı Kerim dersinde hocamız “Kur’an harfleri silinse bunu ne zaman fark edersiniz?” demişti. Birçok arkadaşımız okula gelince demişti. Çünkü imam hatipteyiz. Benim gözümde canlanan karede annem vardı. Ben “sabah namazından sonra” demiştim. “Sabah namazından sonra hocam. Çünkü annem neredeyse her gün sabah namazından sonra Kur’an okur. Eğer silinse o sabah annem bana söyler” demiştim.
Kendi kişisel hayatımdan içimi ısıtan küçük bir örnek. Bazen gelen danışanlarım bir annesinden bir babasından bir eşinden bir kayınvalidesinden anlatıyor. Çocuklar zaten en temel nokta. O zaman onlara isimleriyle soruyorum mesela “Esma nerede?” diye. O an, o herkese ve her şeye yetişmeye çalışırken kendinden vazgeçmiş kadını hatırlıyorlar.
Eşiniz, aileniz, çocuğunuz için önce siz diyorum. Akıl, beden ruh sağlığı kemâlde hanımlar, beyler. Gerisi gerçekten iyilik, güzellik, hoşluk.