Örtünme hakikati yaşadığımız âlemin her tarafını kuşatır. Rabbimizin “Settar” isminin yansımasıdır. Her esma-i İlâhî gibi Settar ismini de sonsuza uzanan şekliyle mahlûkat üzerinde görmek mümkündür.
Settar isminin gereği olarak tesettür hakikati bitkilerin kendilerine has kabuklarından, hayvanların derilerine, gezegenlerin atmosferlerinden, hücreler âlemine varıncaya kadar zerrelerden güneşlere tüm varlık âlemini kuşatır, örter, gizler, korur.
Tesettür, kâinatın inkâr edilemeyen bir gerçeğidir…
Settar olan Rabbimiz âlemlerin Efendisine ezelî kelâmı olan Kur’ân’da
“Ey örtüsüne bürünen Resulüm!”[1]
“Ey bürünüp sarınan Resulüm!” şeklinde hitap eder. [2]
Âlemlerin Efendisi de bizlere “Ben örtünmekle emrolundum!” diyerek seslenir.[3]
Elbiselerin en güzeli: Takva
Yine Rabbimiz: “Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek bir örtü ve ziynet olarak giyinip kuşanacağınız elbise verdik. Takva elbisesi ise en hayırlısıdır. Size böylece maddî ve manevî elbiselerin nasip edilmesi de Allah’ın ayetlerindendir. Umulur ki düşünüp öğüt alırlar.”[4]
Ayetiyle sadece iman edenlere değil, inancı ne olursa olsun erkek kadın bütün insanlığa hitap etmekte ve insanlık için elbiselerin en hayırlısının takva elbisesi olduğunu açıklamaktadır.
Bedene giyilen “maddî elbise” insanı sıcak, soğuk gibi dış zararlardan korur. Rabbinin yasaklarından kaçınıp, emirlerini yerine getirme gayreti olarak tanımlayabileceğimiz “takva elbisesi” ise insanı kem nazarlardan ve incinmelerden muhafaza eder.
Rabbimizin hoşuna giden en güzel elbisedir.
Duygular ve tesettür hakikati
Ayetteki “Maddî ve manevî elbiseler” ifadesi üzerine ise tefekkür edilmesi gerekir. “Manevî elbise” tabirinden ilk aklımıza gelen insanın fıtratında var olan korku, utanma, gizlenme, hayâ, çekinme gibi duyguların tesettür hakikati ve takva ile bağlantılı olduğunu düşünmek hatalı olmayacaktır.
Bu duygular Settar olan Rabbimizin fıtratımıza vurduğu taklit edilemez yaradılış mühürleridir. Fıtratı bozulmayan kadın, erkek her insan dili, dini, rengi ne olursa olsun tesettür hakikati ve takva ile bağlantılı bu duyguları taşır.
Bir başka açıdan düşündüğümüzde “manevî elbise” tabirinden insanın üzerinde aksettirdiği esma-i İlâhîler de kast ediliyor olabilir. Bediüzzaman Hazretleri insanın üzerinde aksettirdiği yetmişten fazla esma-i İlâhî olduğunu ifade eder[5].
AYRI YAZI ALANINDA KULLANALIM
Tesettür hürriyettir!
Tarihî kaynaklar, asırlar boyu tesettürün kadının hür mü, yoksa köle mi olduğuna dair bir “işaret, sembol” anlamını taşıdığını belirtiyorlar. Tarihte, hür kadınlar vücut hatlarını gizleyen örtüleriyle, kendilerini teşhir eden köle kadınlardan ayrılıyorlardı…
Müstehcenliğin köle ya da hür kadınlar arasında revaç bulduğu toplumlar hiçbir zaman uzun ömürlü olmadılar. Sözgelimi, tarihin büyük imparatorluklarından Roma’yı yıkan aslî sebeplerden biri kadınlardı. Filozof Seneca, Romalı kadınlar için şöyle diyordu: “Erkekler için kadınların artık çekici olan hiçbir yanları kalmadı. Nasıl kalsın ki, kadınların artık her şeyleri meydanda…”
- Asrı geçmiş yüzyıllardan ayıran en önemli özelliklerden biri kadının meta olarak kullanılmasının yaygınlaşması. Medyanın vazgeçilmez öğesi durumunda kadın. Kendilerini bu sektörlere malzeme yapan kadınların psikolojik problemleri bir tarafa, “fuhuş yolunu genişletip, nikâh yolunu kapatmaya çalışan” ifsat komiteleri teknolojinin de yardımıyla çalışmalarını geniş alanlara yayma konusunda titiz bir gayretteler…
Hayâ duygusunun giderek aşındığı bu tablo içinde, aile yapısı zedeleniyor, kadına yönelik suçlarda hızlı bir artış görülüyor. Cinsel suçlardaki artış, “Tesettür esarettir!” diyerek Kur’ân’ın tesettür emrine muhalefet eden sefih medenîlerin hayâsız yüzlerine vurulan şiddetli bir tokat değil midir sizce de?
Bu konuda Bediüzzaman Hazretlerinin asrın anlayışına uygun olarak yorumladığı tesettür ayetlerini okumak gereklidir. Gerçekten onun telif ettiği Tesettür Risalesi her açıdan tahlil edilmesi gereken muhteşem bir kaynaktır.
Dipnotlar
[1] Müzemmil Suresi: 1.
[2] Müddessir Suresi: 1.
[3] Ebu Ya’la, el-Müsned, XI, 24–25, nu: 6162; Taberanî, el-Mu’cemü’l-evsat, VI, 308–309, nu: 6590.
[4] A’raf Suresi: 26.
[5] Sözler, Otuz Üçüncü Söz, Otuz Birinci Pencere.