Filistin’de yaşanan İsrail mezalimi yüzünden yüreğimizin yandığı zamanlardan geçiyoruz. Bundan dolayı biz de Filistin’de aranan ruh Selâhaddin Eyyubi’ye nazarımızı çevirdik. Şarkın sevgili sultanı Selâhaddin Eyyubi’nin biyografisini yazan Eğitimci Yazar İslam Yaşar ile konuştuk. Kaleme aldığı kitabını okuyup, incelemeye çalıştık. Hayatımıza nasıl yansıtılabiliriz diye birkaç soru hazırladık. Buyrun okumaya.
İnsanlık tarihinde varlığını ölümünden sonra da devam ettirebilmiş, hayatıyla ve eserleriyle arkasında “hoş seda” bırakabilmiş pek çok büyük insan var. Ve siz de birçok örnek şahsiyetin hayatını kaleme aldınız. Biyografisini yazdınız. Onlardan biri de Selâhaddin Eyyubi. Sizi Selâhaddin Eyyubi’nin hayatını yazmaya iten sebep neydi?
Selâhaddin Eyyubi büyük bir şahsiyet. Sizin de belirttiğiniz gibi İslâm Âlemi hazîn günler yaşıyor. Bu elim hadiselerin tahattur ettirdiği şahsiyet Selâhaddin Eyyubi olması hasebiyle ben çözümü orda aramak gibi bir gayret hissediyorum çabanızda ve tebrik ediyorum.
İnsanlar Selâhaddin Eyyubi gibi şahsiyetleri bildikleri, öğrendikleri takdirde onun bazı hususiyetlerini örnek alacaklar ve kendilerinde de büyüme temayüllerini başlatacaklardır. Hassaten yeni nesiller bu noktada Selâhaddin Eyyubi gibi şahsiyetlere muhtaçtırlar. Onlar bunun ihtiyacını hissetmeseler de birilerinin onlara bu ihtiyacını hissettirmesi gerekir. Bu birileri devlettir, eğitim kurumlarıdır, cemaatlerdir ve diğer müesseselerdir. İçinde bulunduğumuz şartlardan dolayı bunu biz yapalım istedik. Selâhaddin Eyyubi’yi cemiyetin nazarına arz edelim, insanlar onu tanısınlar, yeni Selâhaddin Eyyubiler yetişsin duası ve fiili gayretiydi yapmış olduğumuz şey. O günlerde de Filistin’de bugünkü gibi elim hâdiseler yaşanıyordu. İnsanlar “Acaba bundan nasıl kurtuluruz?” derlerdi. Bugün de öyle diyorlar. Kurtuluşun yolu Selâhaddin Eyyubi gibi şahsiyetleri yetiştirmekten geçiyor. Biz böyle bir ihtiyaçla Selâhaddin Eyyubi’yi anlamak maksadıyla yola çıktık. Bu hadiseler Selâhaddin Eyyubi’nin de bilinmesinin, örnek alınmasının zamanının geldiğini gösterir. Selâhaddin Eyyubi şahsi hedefleriyle, milli ve dini hedefleri birbirinden ayıran bir şahsiyet. Her insan gibi onun da kendi şahsi hedefleri var. Gençlik yıllarında bilhassa o hedeflere doğru gitmek ister. İlim merakındadır. Çiftlik kurmak ve orada tabiatla hemhâl olmak, haşir neşir olmak ister. Ailesinin büyük ekseriyeti asker. Askeri bir muhitin içerisinde askerlik dışı hedefleri olan bir insan. İnsanların ihtiyacı ne ise, hangi hedef gerekiyorsa, milletin dinin nelere ihtiyacı varsa, onları öne alma, tercih etme, kendi hedeflerinin yerine onları koyma gibi bir gayretin de içindedir Selâhaddin Eyyubi. Şahsi hedefleri bir kenara bırakır ve asıl hedefe yani milletin, dinin hedefine döner. Nedir milletin ve dinin hedefi? O günlerde İslam Âlemi perişandır. Kendi içlerinde büyük problemleri vardır. Savaşlar, sıkıntılar vardır. Mesela Hristiyanlar Haçlı Seferlerine çıkararak, pek çok kan dökerek, pek çok cana mâl olarak, katliamlar yaparak, Kudüs Krallığını kurmuşlar ve etraftaki yerlere zarar vermeye başlamışlar. Selâhaddin Eyyubi bu gerçeği görür. Milletin, devletin, insanların, Âlem-i İslam’ın buna ihtiyacı var der. Hayatını davasına adar, milletine adar, İslamiyet’e adar. Bu adanmışlıklar şahsî ve ailevi fedakârlıkların tezahürüdür. Zaten fedakârlık olmadan başarıya ulaşılmaz. Selâhaddin Eyyubi’nin bir diğer hususiyeti maddi manevi sahada fedakârlıklar gösterebilmesidir. O iyi bir insan, iyi bir âlim, iyi bir kahraman, iyi bir komutan, iyi bir Müslüman örneğidir. Müttaki bir Müslümandır. Etrafındaki insanlara herhangi bir ayırım gözetmeden yardım eden, meziyetlerini hayatlarına mâl eden bir insan. Bu meziyetler yalnız onda kalmamalı. Gelecek nesillerin bu meziyetlerle mezc olması düşüncesiyle Selâhaddin Eyyubi’nin hayatını yazmaya karar verdim. Selâhaddin Eyyubi’yi seçmemin bir diğer sebebi de Bediüzzaman Said Nursî’dir. O zamanın örnek şahsiyetidir. Onun her hâli ve hareketi muhakkak bir maksadı, neticesi, geleceği olan hâl ve harekettir. Bediüzzaman Said Nursî, tıpkı Selâhaddin Eyyubi’nin yaşadığı zamanlarda veya günümüzde olduğu gibi İslam Âleminin ve Osmanlı’nın zor şartlar yaşadığı zamanlarda inzivaya çekilmek gibi şahsi hedefleri olduğu hâlde davet edilince İstanbul’dan Ankara’ya gider. Ankara’da zaafları, meziyete çevirmek için Millet Meclisinin başkanı olan M. Kemal’e Cumhuriyetin temellerinin nasıl olması gerektiğini ifade eden mektup yazar. O mektupta M. Kemal’e Napolyon’u değil, Selâhaddin Eyyubi’yi örnek almasını tavsiye eder. Demek ki Selâhaddin Eyyubi’nin hem şahsiyet olarak hem komutan, insan, Müslüman olarak hem de devlet kurmuş ve idare etmiş başarılı bir devlet adamı olarak; o günün şartlarında devlet kurma çabası içinde olan M. Kemal’e onu örnek göstermiş olması gerçekten mânidar.
Selâhaddin Eyyubi’nin hayat serencamına baktığımızda, ihtiraslı bir şekilde toprak kazanmak için sefere çıkmak yerine; gönüller üzerinde muhabbet ve toplum üzerinde adalet tesis ederek zaferlere imza attığını görüyoruz. Ve asıl gayesinin de İttihad-ı İslam olduğunu anlıyoruz. Selâhaddin Eyyubi’nin İttihad-ı İslam’ı gaye ve hedefi olmasına iten saik nedir? Ve İttihad-ı İslam yolundaki gayretleri nasıl tezahür etmiştir?
İttihad-ı İslam gerçekleştiği, hayata mâl olduğunda ve cemiyete yön verdiği zaman, İslam Âlemi mutludur, huzurludur, başarılıdır. İttihad-ı İslam kaybolduğunda perişanlık, geri kalmışlık, içtimai huzursuzluk başlar. Aslında İttihad-ı İslam zaman, mekân, hal üstü bir hakikattir. Yani her zamanın ve mekânın İttihad-ı İslam’a ihtiyacı var. Çünkü İttihad-ı İslam yalnız İslam Devletlerinin, Müslümanların hayatını etkiletmekle kalmaz. İttihad-ı İslam insanlığın içtimai hayatını etkileyen bir harekettir. İttihad-ı İslam’ın isim olarak olmasa bile fiilen gerçekleştiği yegâne zaman Asr-ı Saadettir. Sahabe-i güzin Peygamberimizin (a.s.m) etrafında toplanmışlar hem maddi hem manevi pek çok sıkıntılara, zorluklara, yokluklara rağmen, Asr-ı saadeti yaşatmışlar. Beşeriyet öyle bir saadeti bir daha görmemiş. Ne var Asr-ı Saadette? Adalet, hürriyet, eşitlik, insan hakları var. Bugün insanlığın, hasseten İslam Âleminin ihtiyacı olan her şey Asr-ı Saadette var. İttihad-ı İslam, İslam milletlerinin birlikte hareket etmesinin tezahürüdür. Dikkat ederseniz milletlerini dedim, devletlerini demedim. Sebep şu, İttihad-ı İslam millette, tabanda, zeminde başlayacaktır. Yukarıya doğru yükselecektir. İslam Âleminde, ümmette ittihad olacaktır önce. Kalpler, gönüller bir olacaktır. Sevgiler, tasalar bir olacaktır. Birlik içerisinde olacaktır. Üstad Hazretleri Rabbimiz bir, Peygamberimiz bir, Hâlıkımız bir, bir bir, bine kadar bir bir diye sayıyor ya. O bir birlere ihtiyacımız var. İttihad-ı İslam o bir birlerin tezahürüdür. Selâhaddin Eyyubi de o günün şartlarında bakar, İslam Âlemi kayıplar içerisindedir. Bu kayıpları telafi etmek gerekmektedir. Bu ancak İttihad-ı İslam sayesinde yapılabilir. Nasıl sağlanacak İttihad-ı İslam? Kılıcı çekilip Müslümanları hizaya sokarak değil. Tabanda, zeminde, millette başlayacaktır. İttihad-ı İslam’ın teşekkülünde Selâhaddin Eyyubi’nin ruh dünyası son derece mühimdir. Yani dini yaşamak ve hayata mâl etmek. İttihad-ı İslam’ın temeli, Kur’an’dır, sünnettir. Kur’an ve sünnet temelinde hareket etmek gerekir. İslam milletleri Kur’an’a uyup, sünnete göre hareket ettiklerinde başlar İttihad-ı İslam. Kademe kademe yükselir. Ümmet müttehit olunca devlet adamları bir araya gelirler. Güçlerini, ekonomilerini birleştirirler ve İttihad-ı İslam’ın güçlü bir şahs-ı manevi olmasını sağlarlar.
Selâhaddin Eyyubi önce Milletin birliğini, beraberliğini, sağlar. “Ey Müslümanlar birlikte olun!” demek için kendisinin bu birlikteliği sağlaması gerekir. Gerçekten önce kendi milletinde, sonra çevre milletlerde bunları sağlar. Yeri geldiğinde silahı kullanır. Ama silah vasıtadır, maksat değildir. Sevgidir maksat, inançtır. İttihad-ı İslam sevgi, inanç, şefkat, merhamet, Kur’an ve sünnet üzerine, hassaten adalet üzerine bina edilecektir. O bunların hepsini sağlar. Diğer İslam milletlerine bu mânâda güven verir. Bu güven ve huzurla hedefine doğru yürüyeceğini onlara hissettirir. Yoksa kılıcını çekip hepsini bir araya getirerek İttihad-ı İslam sağlamış değil, sağlanamaz da zaten. Silahla, siyasetle günümüzde de sağlanamaz. İttihad-ı İslam gönül birliği, kalp birliği ise Selahaddin Eyyubi bunu başarmıştır. Gönülleri, kalpleri birleştirmiştir. Birlikte hareket ederek Kudüs’ün fethini sağlamıştır. İslam Âlemini Selâhaddin Eyyubi’ye çok büyük maddi kuvvet veremez. Zaten Selâhaddin Eyyubi’nin de buna ihtiyacı yoktur. Sadece sevgiye ve duaya ihtiyacı vardır. İslam Âlemi bunu sağlar. İttihad-ı İslam bir mânâda Asr-ı Saadetten sonra Selâhaddin Eyyubi zamanında sağlanır. İttihad-ı İslam ve Selâhaddin Eyyubi’yi birlikte telakki veya telaffuz ettiğimizde karşımıza şu gerçek çıkar: Kudüs hedefi. İslam Âleminin hâli Kudüs fethedilmeden önce dağınıklığının tezahürüdür. Kudüs fethedilir. İslam Âlemi adeta o dağınıklığı telafi etmiş, birlikte hareket etmiş, kalp, gönül ve dua birliğiyle İttihad-ı İslam’ın sağlanması neticesinde tarihe güzel bir tarihi örnek olmuştur. Tarih bu örneği alıp hayatında uyguladığında, İslam Âlemi daha pek çok başarılar kazanacak, fetihler yapacak ve insanlığa huzur, güven verme, İslam’ı telkin etme gücü kazanacaktır.
Bediüzzaman’ın hayatını yazmış bir yazar olarak; peki Bediüzzaman için Kudüs, Mescid-i Aksa ve Filistin ne ifade ediyordu? Selâhaddin Eyyubi için neler söylüyordu? Bediüzzaman’ın bu konudaki fikirleri nelerdir?
Bediüzzaman Hazretleri zamanı ihata eden, zamanı şekillendiren, iyileştiren bir şahsiyet. Bu cihetten baktığımızda elbette Bediüzzaman Hazretlerinin Kudüs’e, Filistin’e, diğer İslam beldelerine bakışı İslam Âleminden farklı olmayacaktır. Sevecektir, saygı duyacaktır, her hâliyle oraların birliğini, bütünlüğünü, refahını, huzurunu temin edecektir. Fiilen temin etmek durumunda olmadığına göre dua ve telkin edecektir. Bunu yaptığı bir vakıa. Acaba Kudüs Bediüzzaman Said Nursi’nin dünyasında nerde, nasıl yer alıyor dediğimizde karşımıza Miraç Risalesi çıkar. Miraç Risalesini yazarken adeta bizzat Kudüs’te yaşamış, o zamanları hissetmiş, Kudüs’ü taş taş, sokak sokak, duvar duvar, ev ev, mâbed mâbed biliyormuş gibi hareket eder. Onunla kalmaz. Kudüs’ten Arş-ı Âlâya açılan bir manevi, ruhani, nurani yol telakki ettiğinde Kudüs’ü bu mânâda değerlendirir. Kudüs, İslam Âleminin üçüncü mukaddes merkezidir. Üçüncü mukaddes mabedidir. Said Nursi’nin dünyasında böyle bir yer varsa oraya hizmet etmiş insanlar da olacaktır. Selâhaddin Eyyubi oraya hizmet etmiş bir insan. O zaman Said Nursi’nin nazarında Selâhaddin Eyyubi’nin muhakkak bâriz özelliklerinin olması lazım. M. Kemal’e Selâhaddin Eyyubi’yi örnek almasını tavsiye etmiş olması zaten Bediüzzaman Said Nursi’nin dünyasında Selâhaddin Eyyubi’nin nasıl bir yer ifade ettiğini göstermeye yeter. Bediüzzaman Hazretleri büyük bir dâhi ve kahraman olarak görüyor Selâhaddin Eyyubi’yi. Gerçekten büyük bir dâhi mi? Evet büyük bir dâhi. Büyük bir kahraman mı? Evet büyük bir kahraman. O günün şartlarında Tih Çölünü geçmiş Mısır’a gitmiş, Kudüs’ü fethetmiş olması, o havalide meydana getirdiği bütün hareketler; onun dâhilik ve kahramanlık sıfatına velilik sıfatını da eklediğini gösteriyor. Velâyet olmadan bunları yapmak mümkün değil. Çünkü Tih dünyanın en zor geçilen, çok hayatların kaybedildiği çöllerden biri. Pek çok mağduriyetleri var. Ama buna rağmen Selâhaddin Eyyubi neredeyse bir hayvan bile telef etmeden çölü geçmiş, Mısır’a gitmiştir. Yaptığı hareket Kudüs’ü fethedecek bir mânâ ve mâhiyet kazanmıştır. Selâhaddin Eyyubi’nin bu cihetini Bediüzzaman Said Nursi bu noktada takdir eder. “Medâr-ı fahrımızdır” der. O bölgenin insanlarına “medâr-ı fahrınız olan Selâhaddin Eyyubi adaletle şunu yaptı, bunu yaptı, bir miskin Hristiyanla yüzleşleşti.” dercesine onu adalet timsali olarak ifade eder. Acaba adalette, hürriyette, birlikte, beraberlikte, insana değer vermekte, insan haklarında, en ideal zaman nedir dediğimizde elbette Peygamberimizin (asm) zamanıdır. Sonra Hazreti Ömer (ra) gelir. Sonra Hazreti Ali (ra) gelir. Bu silsileye Bediüzzaman Hazretleri onlardan sonra Selâhaddin Eyyubi’yi koyar. Devlet idaresinde, hassaten adaletin tesisinde, Hazreti Ömer’den (ra) ve Hazreti Ali’den (ra) sonra Selâhaddin Eyyubi sayar. Zira o da adaleti sağlayarak, devletini adaletin üzerine bina etmiştir. Said Nursi’nin dünyasında Selâhaddin Eyyubi’nin bir başka ciheti de şudur. İlk defa “hâdim-i Haremeyn” tâbirini kullanan Selâhaddin Eyyubi’dir. Haremeyn civarının hizmetkârı. O mânâda oraya hizmet eden. Oranın kölesi gibi olan. Kendisini oraya adayan mânâsını taşır. İkinci olarak bu tabiri Selâhaddin Eyyubi’den iktibasen Yavuz Sultan Selim kullanır. O da bir İttihad-ı İslam tesisinin muzafferidir. Hatta Mukaddes Emanetleri alıp dönerken, cuma hutbesini okuyan imam onun hakkında “hâkim-i Haremeyn” tâbirini kullanınca, Selâhaddin Eyyubi gibi Yavuz Sultan Selim de müdahale eder, “hâkim-i Haremeyn değil hâdim-i Haremeyn” der. Bu hareket, Selâhaddin Eyyubi’nin İttihad-ı İslam ve muzaffer-i İslam çizgisini takip ettiğini gösterir. Aynı hassasiyet Bediüzzaman Hazretlerinde de var. O da hâkim-i Kur’an demez, Hâdim-i Kur’an der. Kur’an’ın hâdimidir. Kur’an hâdimi olarak Risale-i Nur Külliyatını neşrettiğini söyler. Yani ondan da bir hâdimlik var. Onun hâdimliği de adeta mukaddes belgelerinin haremeyninin hâdimliğidir. Haremeyn’de meydana gelen Kur’an’ın hâdimliğidir. Bu üç şahsiyetin ortak noktasına baktığımızda üçü de vatana, millete ümmete, Âlem-i İslam’a, Kur’an’a, Allah’a, Peygambere hizmet etmek hususunda muzaffer olmalarına rağmen, muzafferliği, liderliği bir kenara bırakmışlar, hâdimlik sıfatını kullanmışlardır. Bediüzzaman Hazretlerinin hâdim-i Kur’an tâbirini kullanmasında bilmânâ veya teyiden veya imaen de hâdim-i Haremeyn tâbirlerinin olduğunu düşünmek mümkündür. Onların hedefleri mevzidir, Said Nursi ise çok daha umumi bir hedef seçer. Kur’an’ı beşeriyete ilan etmek ister. Said Nursi’nin de İttihad-ı İslam gibi bir hedefi var. Zaten tarihte üç zât İslam birliğini sağlamayı kendisine hedef olarak seçer. Selâhaddin Eyyubi, Yavuz Sultan Selim, Bediüzzaman. Said Nursi’nin zamanında Namık Kemal, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh gibi şahsiyetler de o hedefleri seçerler ama gidecek yolu açamazlar. Bediüzzaman Said Nursi açar o hedeflere gidecek yolu. Risale-i Nur’la ve Nur Hizmetiyle açar. Demek ki üç şahsiyetin ortak noktası imana, Kur’an’a ve mukaddes beldelere hizmettir. Selâhaddin Eyyubi’le Said Nursi’yi ve Yavuz Sultan Selim birlikte düşünürsek onların aynı davaya, aynı hedefe ilâ-i kelimetullah inancıyla hedefe doğru giden, Allah’ın rızasını kazanmaya doğru giden üç mükemmel ve muazzam şahsiyet olduklarını görürüz. Bu üç mükemmel ve muazzam şahsiyetin Selâhaddin Eyyubi biyografisi gibi bizim insanlarımızın zihnine girmesi, kalbini, gönlünü nurlandırması, hayalini, duygusunu, düşüncesini süslemesi ve tarihe yeni Selâhaddin Eyyubilerin, Yavuz Sultan Selimlerin, Bediüzzaman Said Nursilerin olmasa bile onların talebeleri, askerleri, komutanları mesabesinde insanların yetişmesi dilek ve duadır. Sizin bu gayretinizi de böyle bir dileğin, duanın tezahürü sayıyorum.
Son olarak Selâhaddin Eyyubî’nin Kudüs’ü hiç savaşmadan, kan dökmeden alması da Mekke’nin Fethini hatırlattı. Günümüze baktığımızda Kudüs neden nasıl özgür olabilir?
Tarihin rehber şahsiyeti; Bediüzzaman Said Nursi’nin ve Selâhaddin Eyyubi’nin de ifade ettiği gibi Peygamber-i Zîşan’dır. (asm) Onları büyüten sır, Peygamber-i Zîşanı (asm) örnek almış olmalarıdır. Selâhaddin Eyyubi, Peygamber Efendimizi (asm) şahsi hayatından devlet hayatına varıncaya kadar her sahada örnek almıştır. Onun yaptığını yapmaya çalışmıştır. Ne yaptı Peygamberimiz (asm) Mekke-i Mükerreme’yi savaşmadan aldı. Nasıl aldı bunu? Önce insanî değerlerle, İslamî değerleri mezcetti. Muhataplarına bunu gösterdi. Onlar zaten önceden biliyorlardı Peygamberimizden (asm) zarar gelmez. Peygamberimizin (asm) bir devlet reisi olduğu zamanda ondan zarar gelmeyeceğini gördüler ve bir anlaşma yaptılar. Onun anlaşmaya, menfi gibi görünmesine rağmen harfiyen uyduğunu gördüler. Peygamberimize gönüllerini açtılar. Ondan sonra Mekke’nin duvarları açıldı ve Mekke fethedildi. Selâhaddin Eyyubi de önce kuvvetlendi, güçlendi. Gücünü tesis etti. Sonra düşmanını tanıdı. Düşmanının neyi var, neyi yok tespit etti. Ondan sonra Kudüs’ün etrafındaki kaleleri -Gazze’de var, Aksa’da var, diğer Filistin şehirleri- savaşarak aldı. Büyük zaferler kazandı. Bazan kaybetti de. Ama vazgeçmedi. Kudüs’ün çevresini aldıktan sonra şu mesajı verdi: “Ben Kudüs’ü fethederim, bunu yapacak gücüm var. Siz de görüyorsunuz.” İngiliz, Fransız, Alman Kralı, Selâhaddin Eyyubi ile savaşıyorlar. Bunlar dünyanın en güçlü devletleridir. Krallarının orada olması Kudüs’e verdikleri değerin tezahürüdür. Selâhaddin Eyyubi hepsini mağlup etti. Kudüs patriği bunu görerek Selâhaddin Eyyubi’nin çok güçlü olduğunu anladı ve ondan zarar gelmediğini gördü. Selâhaddin Eyyubi onlara mesaj gönderdi. “Şehri alırım. Mancılıklarım hazır, askerlerim hazır. Şehir, insanlar, tarihî eserler, mukaddes değerler zarar görür. Ben bütün imkanlarınızla şehirden çıkmanıza izin veriyorum, yeter ki şehir zarar görmesin.” Şayet Selâhaddin Eyyubi gücünü ve insanlığını göstermemiş olsaydı Kudüs direnirdi. Bilmânâ Osmanlının İstanbul’u fethetmesi gibi. Defalarca İstanbul’u kuşattılar ama etrafını fethetmeden İstanbul’u fethetmenin mümkün olmadığını görünce etrafını fethettiler. Balkanlara gittiler, Anadolu’ya gittiler, sonra İstanbul’un fethi gerçekleşti. Demek ki, Peygamberimizi (asm) örnek alanlar başarılı olur. Selâhaddin Eyyubi de bunu örnek aldı ve başarılı oldu. Miraç mucizesinin yıldönümünde Kudüs’e girdi. Bu onun Kudüs’ün fethini hangi maksatla gerçekleştirdiğini gösterir. Maksat tarihe geçmek, ün yapmak, Kudüs’ün fatihi olmak vesaire değil. Allah’ın rızası. Mukaddes beldelerin, mukaddes ellerde ve mânâlarda bulunması. Sorunuzun devamına baktığımızda İslam alemi olarak bugün hazin haller, elim hadiseler yaşamımızın sebebi nedir? Hassaten Filistin’i düşündüğümüzde Selâhaddin Eyyubi ruhundan mahrum Müslüman milletler ve liderler. Olmayınca bu hazin, elim tablo ortaya çıkar. Çare, önce millet kendini İslamiyet’le yenileyecek. Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinde bir yerde “Filistin” geçer. O da bir asker menşeili talebesinin “Filistin’de niye Müslümanlar muvaffak olamıyorlar? Yahudiler zillete mahkumdurlar ama muvaffak oluyorlar” dediğinde Yahudilerin milli veya dünyevi hırsla değil dini bir hassasiyetle Kudüs’ü ve çevresini Peygamberlerinin mekânı saydıkları ve almak, korumak için bu gayreti gösterdiklerini ifade eder. Bugünlerde yaşanan bir hâdisede bunu teyit eder. Batı Şeria’da, işgal olarak oraya gelen bir İsrail askeri camiye girer, caminin mikrofonundan Yahudi duası okur. Bunun gibi daha pek çok örnek var. Demek o insanların dünyasında mensuh da olsa, bozulmuş da olsa dinlerine sadakat ve salâbet var. Bu sadakatle onlar o başarıyı kazanıyorlar. İhlas şerde de olsa netice verir diyor Bediüzzaman Hazretleri. Onlar ihlas gösteriyorlar, neticesini alıyorlar. Yahudilerin, İsraillerin, dinlerine ve dini değerlerine gösterdikleri sadakati ve hizmeti, gayreti İslam Âlemi gösteremiyor. Bediüzzaman Hazretleri sözün devamında koskoca Arabistan’da onların meskenete uğrayacaklarını ifade eder. Bu sözden alınacak ders şudur: İslam Âlemi, hassaten Arap dünyası İsraillilerin dinlerine verdikleri bağlılık kadar bağlılık göstermiyorlar. Evet hepsi Müslüman, gayretli bunda şüphe yok ama aralarında uhuvvet, muhabbet de yok. Yahudiler dini bağlılıkla İsrail’e imkân, insan veriyor ve başarılı olmalarını sağlıyorlarsa; Müslümanların da bir ve beraber olması, İttihad-ı İslam gücünü, ittihad şuurunu ve ilâ-i kelimetullah ruhunu yeniden elde etmeleri gerekiyor. Bu da ancak müsbet hareket etmekle olur. Bu zamanın en müessir hareketi müspet harekettir. Müspet hareket eden kazanır. Bediüzzaman Said Nursi müspet hareket ederek kazanmış, Risale-i Nur’u neşretmiştir. Gandhi, Mandela müspet hareket ederek kazanmışlardır. Bu zamanda da müspet hareket tarzını kullananlar kazanır. Filistin meselesine bu nazarla baktığımızda liderler, daha kuruluşundan itibaren müspet hareket çizgisinde gitmediler. Silahlı mücadele giriştiler. Silahlı hareketin başarılı olmasının yolu düşmanını tanımaktır. Peygamberimizin (asm) dediği gibi düşmanının silahıyla silahlanmaktır. Filistin iki liderlik var. Hamas ve El- Fetih. Bunlar birbirleriyle mücadele hâlindedirler. Bu liderler işgal edilmiş topraklarda bile birleşemiyorlarsa elbette bu neticeye kader müsaade eder. Bediüzzaman’ın tâbiridir, “Hangi fiilimizle kadere fetva verdirdik de bu musibet başımıza geldi?” O liderler bu soruyu kendilerine sorduklarında alacakları birinci cevap müsbet hareket etmedik, ikinci cevap düşmanımızın silahlarıyla silahlanmadık olacaktır. Bedir Savaşından sonra düşmanınızı tanıyın mealinde ayet-i kerime iniyor. Bu düşmanınızı tanımadan savaşa girmeyin demektir. Bu düşman merhametsiz, zalim, güçlü bir düşmandır. Dolayısıyla onun silahıyla silahlanmadan karşısına çıktığınız zaman, o bütün insanî değerlerini bir kenara bırakır. Taş kalplidir, ayet-i kelimenin tasrihiyle taştan daha katıdır, ne olmuş kalbinize taştan daha katıdır diyor ayet-i kelimede. O zaman düşmanı tanıması ve ona göre hareket etmesi gerekiyordu. Bugün dünya milletleri İsrail’den merhamet bekliyor. Bunlar merhametsizdir, zalimdir, mezalim yaparlar. Filistinli liderlerin bu gerçeği görmeleri gerekiyordu. Bazı mevzi başarılar kazanıyorlar ama milletlerine çok şey kaybettirdiler. Şu an da Gazze ölülerle dolu değil, şehitlerle ve gazilerle dolu. Bediüzzaman Said Nursi, İslam beldelerinde meydana gelen savaşlarda şehit düşen, gazi olan insanları adeta velayet mertebesinde görür. Balkan savaşında milyonlarca insan kaybolmuştur, ölmüştür. Bediüzzaman, şehit ve gazilik vererek Cenâb-ı Hak onları mükafatlandırdı der. Gazze’ye, Filistin’e diğer insanların baktığı gibi değil, Bediüzzaman’ın baktığı gibi bakmak ve onlar şehit oldular, gazi oldular, manen kazandılar, demek gerekiyor. Filistin liderlerine “siz düşmanınızı tanımadan, düşmanın silahıyla silahlanmadan harekete geçmeyin” demek; İslam Âlemine de “beraberlik olun, en azından İsraillilerin gösterdiği kadar dininize bağlılık gösterin, beraberlikte hareket edin ki başarılı olasınız” şeklinde ikazda bulunmak gerekiyor. Masum Müslümanlar, şu anda evinde oturan mahzun insanlar ise en güçlü silahı kullanacaklardır. Peygamber Efendimiz (asm) bir hadis-i şerifinde “Mü’minin en güzel iki silahı, sabır ve duadır.” der. Eğer biz âlem-i İslam olarak bu duaya iltica edersek Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Açe’de, Myanmar’da olanlar da dahil maddi manevi bütün sıkıntılar en kısa zamanda bitecek inşallah.
İnşallah, Allah razı olsun. Sağ olun. Selahaddin Eyyubi evet Filistin’de aranan ruh, ama aynı zamanda bizim de aradığımız bir ruh. O ruhun mâhiyetini bizlere aktarırken, gerek bizi tâ o zamana Selahaddin Eyyubi’nin yaşadığı zamana, gerek Yavuz Sultan Selim zamanına, gerekte ahir zamanda beklenilen şahıs olan Bediüzzaman Said Nursi’nin zamanına getirdiniz. Ve şu anda yapmamız gerekenleri ifade ettiniz. Allah razı olsun. Dua hükmünde olsun. Kalemize sağlık diyor, tekrardan teşekkür ediyoruz.
Ben teşekkür ediyorum, başarılar diliyorum sizlere.
Gülnur Tercan