Kapak Röportaj

Ailede psikolojik sağlık hali iyileştirilmeli

Uzman Psikolog Esra Erçal ile toplumsal şiddeti tetikleyen unsurları ve çarelerini konuştuk. Buyrun okumaya.

 

Son zamanlarda şiddet haberlerini çok duyar olduk ne yazık ki. Özellikle kadınlar ve çocuklara karşı büyük istismar konusu. Toplumlarda şiddetin artışını tetikleyen ana sosyal dinamikler nelerdir?

Bu olaylar daha önceden de oluyordu ama bu kadar haber olmuyordu deniyor. Sosyal medya yoktu deniyor. Şiddet iklimi hep vardı. Sadece kadına yönelik değil, hayvana yönelik, erkeğe yönelik mesela askerlikte dayak yiyen var, patronunun mobingine uğrayan var, öğretmeninin cetvelle dövdüğü var, bu şiddet iklimi meselesini bence sadece kadın üzerinden değil memleket ikliminin üzerinden de ele almamız, yüzleşmemiz ve konuşabiliyor olmamız gerekiyor. Eğer bir şeylerin değişmesi gerekiyorsa bu bir töreyse, gelenekse, kutsal aile meselesiyse oralara hep beraber dalmamız, kolaylaştırıcı olmamız lazım.

Özellikle yoğunlaşan kadın cinayeti, erkek şiddetinden sonra şöyle ses yükseliyor. Şiddetin nedenini erkeklerin öfke kontrolü sorununa, ruh sağlığı sorununa, problemlerine madde kullanımına indirgendiği bir söylem gelişiyor. Ama biz aslında kadına yönelik şiddet, kadınlar üzerinde güç göstermek, kontrol etmek amacıyla uygulanır ve bu bir iktidar meselesidir. Erkekler kime şiddet uygulayacağını seçerler. Çünkü şiddet uyguladıkları kişi üzerinde iktidar sahibi olduklarını düşünürler. Bu yüzden zaten kadınlara ve çocuklara yöneliyor erkek şiddeti. Dolayısıyla bunu da psikolojik sorunlara, madde kullanımına indirgediğimizde meşrulaştırmış oluyoruz ve sorumluluk almasını ortadan kaldırıyoruz. Suçun sorumluluğunu almasını görünmezleştiriyoruz. Dolayısıyla şiddet uygulamanın bir patoloji haline gelmesi çözümden uzaklaştırıyor. Çünkü biz kaynağın aslında patriyak olduğunu söylüyoruz. Bir güç eşitsizliği bir iktidar meselesi olduğunu söylüyoruz. Bu yüzden işin bu tarafını da ele almamız lazım.

Bir de tabi bu şiddeti daha kapsamlı ele aldığımızda doğduğum toplumun kültürü, içinde büyüdüğümüz aile tutumları ve ekonomik etkenlerde şiddete meyilli oluşumuzu belirleyen faktörlerden. Toplum kültürü az öncede bahsettiğim erkek egemen, ataerkil bir kültürse erkeğin kadını yönetme, sahibi olma kavramından dolayı kadını yönetebilecekleri inancı olarak algılanabiliyor.

Kadını ve çocuğu kendisinin bir uzantısı olarak birey olarak değil de nesne muamelesi yapabiliyor. Aile içinde sağlıksız iletişimde şiddeti doğuruyor bu şekilde. Büyük bir kesim tarafından gerekli ve doğal olarak görülen ve ne yazık ki kuşaktan kuşağa aktarılan bir davranış örüntülü olarak yansıyabiliyor. Aile içinde şiddet mağduru olduğumuzu çoğu zaman farketmiyoruz. Ya da fazla alınganlık yaptığımızı düşünebiliyoruz. Bu kayayı aşındıran su gibi yavaş yavaş ama kişiyi derinden ve sürekli olarak yaralayan bir hale geliyor. Bu aşındırmalar uzun vadede kalıcı hasarlar bırakıyor nesilden nesile. Çoğu zaman farketmediğimiz kulak tıkadığımız olumsuz cümleler bile öngörülemez bir duygusal ve fiziksel şiddetin habercisi olabiliyor. Örneğin, kişisel sınırların ihlal edildiği ailede duygusal istismar oluşuyor. Ve dış dünyada da mesajların okunması, kişisel eşyaların karıştırılması, kıyafetlerine ve hissettiği duygulara kadar karışılması çocuğun kendi kararlarına güvenememesine yol açabiliyor. Ve kendini dış dünyada zararlı durumlardan ve kişilerden koruyamayabiliyor.

Şiddetin normalleştirilmesi üzerine düşünceleriniz nelerdir?

Şiddetin normalleştirme sürecine baktığımızda bir değer kaybetme sürecidir. Buna paralel olarak, buna paralel olarak, şiddet kullanımı gelişir ve şiddet normal kabul edilerek yaşanır. Şiddetin sonuçları korkutucudur. Dolayısıyla şiddet uygulayanların akli dengesinin yerinde olmadığını düşünmek daha cazip gelir. Ya da iyi ve düşünceli partnerin öyle bir şey yapmayacağı ya da ebeveynin öyle olmadığı ya da öyle bir şey yapmayacağını düşünmek istemek mümkündür. Şiddet kullanmasının nedeni sorunlardır, iş yerinde çok stresli günler geçirmesi ya da eskiden beri psikolojik sorunlar olmasıdır.

Şiddet süreci hayatın diğer alanlarıyla ilişki içindedir ve bu olanların aynı zamanda bir parçasıdır. Kültürel bağlamda birbirimizi cinsiyetli, yani kadın ve erkek olarak algılıyoruz. Etrafımız kadınlık ve erkeklikle ilgili olarak uymamız beklenen birtakım kültürel imge ve kavramla doludur. Bunlara karşı çıktığımız takdirde, seçimimizin sonuçlarına katlanacağımız kabul edilir.

Dolayısıyla şiddet olaylarını birbirinden bağımsız bir biçimde ele alan nedensel açıklamalar yerine, ilişkilerde şiddetin nasıl sabitleştiğini onaylandığını anlamaya çalışmak daha verimli olacaktır. Bu şiddet sürecinde kullanılan mekanizmalarının, stratejilerin az ya da çok hepimiz tarafından toplumsal olarak kafamızda oluşan resmin cinsiyetle nasıl ilişkilendiği.

Şiddetin normalleşme sürecinde, şiddet sıradan bir şey olarak deneyimlendiği ve zaman içerisinde normal bir şey olarak algılanmaya başlıyor ve kökleri derinlere giden normal toplumsal cinsiyet normlarıyla ilgili. Bunun sonucunda süreçsel bir bakış açısının, şiddetin normallik bakış açısından çalışılması gerektiğini görüyoruz.

Huzurlu bir ilişki ile şiddet içeren bir ilişki arasında zeminin kaygan olduğu, erkeğin üstünlüğünün şiddete, kadının tabi olma ve itaate dayağın kabul edilmesine dönüştüğünü görüyoruz. Her şeyden önce sevgi ve şiddet arasındaki ayrımın silindiği bunu da toplumsal cinsiyet ile ilgili olarak kültürel normalliğe dayanılarak yapıldığı görüyoruz. Buradan şunu çıkarıyoruz güç eşitsizliği kültürel olarak normal algılanıyor. Örneğin; kıskançlığı mal (yani karısı) çalınma tehditi altında kaçınılmaz olarak yaşadığı eril duygu olarak tanımlaması ile cinayet, kasıtsız adam öldürmeyi görebiliyoruz. Ya da kıskançlığı erkeklerin “öfkesi” ve “zinayı” da mülkiyetin en büyük ihlali ilan edebiliyoruz.

Bireylerin şiddete yönelmesinde çocukluk dönemi travmalarının ve aile içi şiddetin etkisi ne düzeydedir?

Şiddet öğrenilen bir davranıştır ve çocuk gördüğünü yapar. Bu nedenle anne babanın “şunu yap bunu yapma” demesinden ziyade rol model olması gerekiyor. Eşlerin birbirine karşı konuşma tarzları, hitapları, küslükleri, barışmaları, birbirlerine karşı alttan aldıkları şeyler rol modeldir. Ayrıca anne babanın neyin şiddet olduğunu bilmesi de çok önemli. Sadece fiziksel şiddet veya sözlü şiddet yok psikolojik şiddette var. Burada ebeveynin etkisi önemli babadan şiddet gören anne ya da iş yerinde mobinge uğrayan ya da ekonomik olarak zorluk yaşayan bir baba aynı bazen duygusal regülasyonunu sağlayamadığı için aynı şekilde çocuğa şiddet uygulayabiliyor. Çocuk aynı şekilde şiddet davranışını bu şekilde normal görmeye başlayabiliyor. Şiddeti öğrenmesinin baş sebeplerinden biri olabiliyor bu durum. Çünkü zaten aileden gelen bir normalleştirme var.

Babanın anneye şiddet uyguladığını gören bir erkek çocuk şiddet uygulamaya ya da şiddeti kabullenmeye meyilli olabiliyor. İlerde eşine, kız arkadaşına şiddet uygulayabiliyor. Rol model alarak kız çocukta anneyle özleşleşip kendisine uygulanan şiddeti rasyonelize etme yani hep asılsız gerekçelerle dayak atan kişiyi haklı çıkarma, kabullenme hatta zaman zaman pasif agresif olma eğiliminde olabiliyor.

Burada çocuklara alınan oyuncakların şeçimi de önemli bir faktör. Silah, kırbaç gibi oyuncaklarda ya da şiddet içerikli yayınlar, oyun siteleri ve uygulamalar, şiddete meyilli bir alt yapı oluşturabilir. Burada ebeveynlerin duyarlı ve empatik çocuk yetiştirmesi önemli.

Şiddet gösteren bireylerde sıkça görülen psikolojik bozukluklar nelerdir. Tedavi süreci nasıl işler?

Psikotik bozukluk olarak tanımlanan hastalıklardan manik tipteki bipolar bozukluk, şizofreni ve paranoid bozukluklar saldırgan davranışlarda artışa neden olabiliyor. Bu psikiyatrik rahatsızlığa sahip olan kişilerde hem çevreye hem kendilerine yönelik şiddet uygulama eğilimi gözlenebilir.

Psikotik olmayan bozukluklardan ise travma sonrası stres bozukluğu yaşayan kişilerde; borderline, paranoid ve antisosyal kişilik bozukluklarında, madde bağımlılığında ve madde kötüye kullanımında şiddet eğiliminde artış meydana geliyor ve bu kişilerde saldırgan davranışlara son derece sık karşılaşılır.

Şiddetin önlenmesi ve tedavi edilmesi mümkündür. Bireysel terapilerde, kişinin şiddetli davranmasına neden olan durumları fark etmesini, bu durumlarla başa çıkmak için daha sağlıklı yollar bulmasını ve öfke tepkilerini azaltmasını sağlayabilir. Grup terapisinde, kişinin benzer sorunlar yaşayan diğer kişilerle birlikte çalışmasına olanak tanır. Farmakolojik tedavilerde ise beyinde değişime uğrayan hormonların düzenlenmesi için kullanılan ilaçların gerekli görülen dozda şiddeti kontrol etmeyi öğrenmede yardımcı oluyor.

Mağdurların şiddetten sonraki psikolojik süreçleri hakkında bilgi verebilir misiniz?

Sistematik bir şekilde şiddete uğrayan mağdurlarda sıklıkla karşılaştığımız tablo genellikle duygu durum ve kaygı bozuklukları olarak karşımıza çıkabiliyor. Bu kişilerde yoğun bir şekilde hissedilen suçluluk, korku, utanç, değersizlik gibi düşünce ve duygular yoğun hissedilir. Kişide özgüven kaybına sebep olur. İntihara kadar uzanan kendine zara verme davranışları görürüz. Ve aynı zamanda kişide sürekli yorgunluk, uykusuzluk, aşırı yeme veya hiç yememe şeklinde beslenme sorunları sıklıkla görürüz.

Bu durum zamanla kişilerde işlevselliği bozabilir. Bu noktada psikososyal destek

almaları çok kıymetlidir. Böylece ortaya çıkabilecek psikolojik uyumsuzluklara karşı güçlenmesi, yaşadığı travmaya bağlı belirtilerin azalması bozulan sosyal ilişkileri yeniden geliştirmesi, kendi potansiyellerini farketmesi mümkün olur.

Şiddetin toplumda oluşturduğu psikolojik travma uzun vadede nasıl bir etki bırakır?  Şiddetin azaltılmasında toplumun tüm bireylerine ne tür sorumluluklar düşüyor?

Topluma bıraktığı en büyük etki duyarsızlaşmadır. Kişiler aşırı üzüntü ve acı gibi iç uyarıcılarla tekrar tekrar karşılaşması sonucu önceleri gösterilen duygusal davranışın zamanla zayıflamasına sebep oluyor. Az ötede şiddet olayı yaşanırken bunu engellemeye çalışmak yerine artık izlemeyi veya kayıta almayı tercih ediyoruz. Şiddetin toplumda oluşturduğu psikolojik travma uzun vadede bizlerde toplumsal duyarlılık yerine bireyselliği ve bencilliği ön plana çıkarmıştır.

Şiddet dün vardı, bugün var, yarında var olacak. Bizim toplumsal duyarlılığı yeniden inşa etmemiz gerekiyor.

Bunun için neler yapabiliriz. Burada birçok dinamik söz konusu en önemlilerinden biri ise medyadır. Haber içerikleri oluşturulurken mağdur ve yaşadığı mağduriyet değil saldırgan ön plana çıkarılmalıdır. Çünkü, medyada şiddetin sürekli yayınlanması özellikle gençlerin bu durumu normal olarak kabul etmelerine yol açıyor.

Bir diğer önemli unsursa devletin bu konudaki yasalarının ve yaptırımlarının daha caydırıcı olması gerektiğidir. Caydırıcı olmayan cezalar saldırgan için teşvik edici olabiliyor. Aynı zamanda şiddet ile ilgili toplumsal bilinci geliştirmek için eğitimler, kamu spotları düzenlenerek her haneye girilmelidir. Şiddet mağdurlarının sosyal destek alabilecekleri merkezlerin çeşitlendirilmesi ve arttırılması, aile içerisinde psikolojik sağlık halinin iyileştirilmesine yönelik devlet kurumlarınca desteklenen çalışmalar yapılması şiddet davranışlarının azalmasına katkıda bulunacaktır.

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*