Ebeveynlik, annelik üzerine konuşuyorsak çocuk yetiştirme adına pek çok farklı konuda araştırmalar yapar, yazılar yazar, seminerler, söyleşiler yapabiliriz. Fakat profesyonel hayattan kendimizi biraz çekip, annelerin bir araya geldiği bir mecliste bulunursak asıl vaziyetin yazdığımız, çizdiğimiz konulardan biraz daha farklı; daha doğal, daha insanî, daha fıtrî olduğunu görürüz. Aslında gerçek profesyonellik; yazdıklarımızla halkın içine inebilmektir ki bunu Bediüzzaman Hazretlerinin kitaplarında çokça görüyoruz.
Anneler meclisinde konuşulan en temel konulardan biri yemek adabı, çocuğun sağlıklı ve organik beslenebiliyor olması, abur cubur olarak isimlendirilen zararlı ve katkılı gıdalardan uzak tutulmasıdır. Asrın yönelimine sert bir karşı duruş mahiyetinde olan, annelerin ortak derdi; beslenme meselesi çok da kıymetlidir. Bu yüzden halk arasında yıllardır süregelen tepkilerin çok kıymetli olduğunu hep düşünürüm;
‘Tabağını bitir!’
‘Yemezsen arkandan ağlar!’
‘O tabaktakiler bitmeden kalkmak yok!’
‘Yemeğini bitirmezsen bir daha çikolata yok sana!’
Gibi çokça artırabiliriz.
Hatta daha küçük çocuk anneleri, evlatları güzel beslenebilsin diye karşısına bir ekran açıp, hipnotize etmeyi de oldukça önemserler. (Tabii bu uygulamada gerçek motivasyonun annenin rahat edip kendi yemeğine, rahatına odaklanabilmesinden ziyade çocuğun güzel beslenmesi olduğunu varsayıyorum) Bu gibi bir durumda çocuğun maddi olarak oldukça güzel besleniyor olması muhakkak, fakat manevi olarak beslenebiliyor mu veya nasıl besleniyor, tartışılır. Üstelik bu uygulama Üstadımızın tefekkür mesleğine de zıt görünüyor. Zira biz Nur Talebeleri beslenirken fikretmeyi, şükretmeyi de önemli bir vazife biliriz. Çocuğun yediği yemeği görmesi, sofradaki diğer besinleri yemese de fark etmesi, ağzına aldığı besinlerin tadını, kokusunu, rengini, dokusunu hissedebilmesi, ailenin muhabbetine hatta bazen gerginliğine, telaşına ortak olabilmesi, yediklerini vücuduna gönüllü bir şekilde kabul ediyor olması oldukça önemli. Bu aşamada şöyle bir ekleme yapıp başta kendim olmak üzere tüm annelerden de özrümü beyan edeyim; bu yazının konusu herhangi bir uygulamayı tümüyle reddetmek veya tümüyle kabul etmek değil. Sadece eleştirel bir nazarla düşünmeye ve daha güzeline yönlendirmeye çalışmak, diyelim.
Sofralarda yapılan uyarılara şimdilerde bir yenisi daha eklendi;
‘Tabağındakileri bitir, Gazze’de çocuklar aç!’
Annelerimizin tepkilerine, çabalarına, sancılarına, çocuklarını hayra yönlendirmeye çalışmalarına saygı duymakla beraber, bu yönlendirmelerin de bir adabı olması gerektiğini düşünüyorum. Çocuklarımız herhangi bir yemeği beğenmediğinde veya tabağını bitiremediğinde ebeveynler olarak yaptığımız bu uyarı bana ağır geliyor. Çocuklarda yemeklere karşı bir isteksizlik var, bu isteksizliğin sebepleri ayrıca tartışılmalı tabii ki. Çünkü yemeğe iştah beslemek de bir nevi şükürdür. Bizler de bu isteksizliğini İslam kardeşlerine karşı duyarsızlık suçlamasıyla beraber pekiştirmiş oluyoruz.
Bunu yapmak yerine her gün yemekten sonra ellerimizi açıp dua etsek; ‘Allah’ım senin nimetlerinle bugün de doymak nasip oldu. Gazze’deki çocukları ve Müslümanları da en güzel şekilde nimetlendir. Verdiğin nimetleri Müslüman kardeşlerimize ulaştırabilmek için bize imkân ver’ gibi…
Çocuğumuzun herhangi bir eksikliğini yakalayıp İslami hassasiyetlerle onu iğnelemek yerine böyle bir yöntemle daha tesirli bir terbiye metodu benimseyebiliriz.
Yani şefkat, daima şefkat…
Şeyma Özdemir